M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon, yazarların uğrak yeri oldu kitap şenliğinde. Bir yazar gitti, öbürü geldi… Bizler de yazarlara mihmandarlık ettik bir hafta boyunca… Kimin hangi yazarın mihmandarı olacağını kıymetli arkadaşım Vali Danışmanı Hasan Dilekoğlu belirliyordu. Bana da Nuriye Akman’ın mihmandarlığı görevini vermişti Dilekoğlu… Bunu duyunca çok sevindim, biraz da heyecanlandım. Çünkü Nuriye Akman’ın zor bir kadın olduğunu, kolay memnun edilemeyeceğini biliyordum. Nuriye Akman daha gelmeden evvel ilk işaret gelmişti bile.
Kuzey TV’de Nuriye Akman’la program yapılması planlanmıştı. Fakat durum Akman’a bildirilince yorgunluğunu mazeret olarak ileri sürerek programa çıkmayı nazikçe reddetti. Bir sorun da Akman’ın biletinde çıkmıştı. Nuriye Akman aslında dul bir kadın… Yani eşinden boşanmış yıllar önce. “Akman” onun eşinin soyadı... Fakat o soyadla meşhur olduğu için resmiyette olmasa da o soyadı kullanıyor. Fakat gerçek soyadı Ural… Onun için uçak biletinde ufak bir sorun çıktı. Daha sonra devreye girilince bu küçük sorun da aşıldı.
Nuriye Akman röportaj alanındaki çalışmalarıyla ün yapmış bir gazeteci yazarımız… Röportajları sıra dışı, usta işi… Röportajlarında hatır gönül dinlemeden cesurca kelle kopartıcı sorular sorabilen bir gazeteci… Bu yüzden bazı röportajları yarıda kalmış, hatta huzurdan kovulmuş bile… Bunlar arasında Şevket Kazan’la yaptığı röportajı sayabiliriz. Onun, nur cemaati lideri Fethullah Gülen’le yaptığı uzun seri röportaj da çok ses getirmiştir.
Nuriye Akman ailece yazar bir ailenin ferdidir. Babası, kendini dünya gezegeninde bir yolcu kabul eden Kemal Ural ve kardeşi Şule Yayınları’nın sahibi A.Ali Ural sevilen usta yazarlardır. Nuriye Akman böyle bir aile içinde yetiştiği için doğal olarak yazarlığı seçmiştir.
Nuriye Akman’la evvela İkram Sofrası’nda kahvaltıda buluştuk. Sohbeti kahvaltıda başlattık sizin anlayacağınız… Kahvaltıdan sonra Affan Kitapçıoğlu Lisesi’ne doğru yola çıktık. Okulun toplantı salonunda öğrencilerle güzel bir söyleşi gerçekleşti. Öğrencilerin önünde Nuriye Akman’ın “Örtü”, “Nefes” romanları vardı. Akman, çok rahat konuşan ve dinleyiciyi sıkmayan bir yazar… Türkçeyi çok güzel kullanıyor. Cümleleri açık ve duru… Karşısındakileri etkileyebilen bir konuşma tarzı var Akman’ın... Kendisi soru sorma sanatı konusunda uzman olduğu için öğrencilerin sorularını beğenmeyince, soruları düzeltti, doğru ve yerinde soru sorma sanatı hakkında ipuçları verdi. Bu konuda öğrencileri aydınlattı. Söyleşinin sonunda öğrencilerle hatıra fotoğrafları çektirdi, kitaplarını imzaladı.
Affan Kitapçıoğlu Lisesi’nden ayrıldıktan sonra Nuriye Akman’ı Trabzonlu araştırmacı-yazar Necmeddin Şahinler’in konfeksiyon mağazasına götürdüm. Daha evvel tanışıyorlar birbiriyle... Şahinler ona çeşit çeşit birbirinden güzel yöresel hediyeler takdim etti. Zamanımız kısıtlı olduğu için Şahinler’in bütün ısrarlarına rağmen orada çay bile içemedik.
Daha sonra Nuriye Akman’la Akçaabat’a hareket ettik. Yol boyunca geçtiğimiz yerleri kendisine tanıttım. Trabzon’a ve yöre kültürüne dair bana sorduğu sorulara cevap vermeye çalıştım. Öğle yemeğimizi Akçaabat’ta Körfez Köfte Salonu’nda yedik. Biz oraya vardıktan sonra Nazan Bekiroğlu ve Beşir Ayvazoğlu geldi. Aynı masada yedik yemeğimizi. Nazan Bekiroğlu’yla Nuriye Akman sıkı dostlar… Bekiroğlu, İstanbul’da Akman’a misafir olmuştu. Onlar yemek boyunca baş başa konuşup hasret giderdiler. Ben de Beşir Ayvazoğlu’yla kültür, sanat ve edebiyata dair sohbet ettim. Türk Edebiyatı Dergisi’ni konuştuk kendisiyle.
Öğle yemeğinden sonra Nuriye Akman’ı alıp Boztepe’ye götürdüm. Boztepe’den Trabzon’u temaşa ettik. Semaverde çay içmeyi düşünüyorduk ama hava rüzgârlı olduğu için çay içemedik. Oradan ayrılıp Trabzon’daki okullarımızdan Yunus Emre Lisesi’ne götürdüm onu. Akman orada da söyleşti öğrencilerle. Programın başında Akman’ın hayatı sunum halinde öğrencilere gösterildi. Akman’ın kitapları öğrencilere dağıtılmıştı daha önceden... Hoş bir sohbet oldu. Öğrenciler sorular sordu. Kitaplar imzalandı, fotoğraflar çekildi. Akşam yemeğini Forum Nihat Usta’da yedikten sonra Nuriye Akman’ı İstanbul’a uğurladık.
20 Haziran 2009 Cumartesi
16 Haziran 2009 Salı
Dursun Gürlek'le Trabzon'da Soluklanmak...
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon Valiliği tarafından düzenlenen Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nde birçok yazarla birebir konuşma fırsatım oldu. Bunlardan birisi de Dursun Gürlek’ti. Dursun Gürlek’le sabah kahvaltısını İkram Sofrası’nda beraber yaptık. Yemek boyunca kültür, sanat, edebiyat üzerine derin sohbetlere daldık.
Dursun Gürlek de benim gibi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni… İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nü bitirmiş… Önceleri Yeni İstanbul, Tercüman, Hürriyet, Günaydın gazetelerinde çalışmış. Değişik okullarda Türkçe ve Edebiyat Öğretmenlikleri yapmış. Meşale, İnanç, Milli Kültür, Türk Edebiyatı, Kültür Dünyası gibi dergilerde yazıları yayınlanmıştır. Bir ara Tarih ve Düşünce dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yapmıştır.
Araştırmacı-Yazar, kültür adamı Dursun Gürlek şeker gibi bir insan…. “Ağzından bal damlıyor” diye tavsif ettiğimiz insanlardan biri… Her konuda çok dolu bir kişi; fakat dolu olduğu kadar da mütevazı… Onun yüzünde Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hoca Ahmet Yesevî’nin nurunu gördüğümü söylersem abartmış olmam sanırım. Hani derler ya, yazar dediğin biraz gururlu ve kaprisli olur. Ben bazı yazarlarda gördüğüm bu özellikleri Dursun Gürlek Ağabey’de hiç görmedim. Onun içindir ki benim gözümde daha çok büyüdü.
Dursun Gürlek Ağabey son dönemin parmakla gösterilebilecek kültür tarihçilerinden biridir. Otuz yıldan beri bu alanda kalem oynatıyor, dili döndükçe bizim değerlerimizi bize ve Türklerle ilgilenen ecnebilere tanıtıyor. Bazen de kültür turlarında kafilelere rehberlik ediyor.
O, gençlik yıllarında Tahsin Banguoğlu, Ekrem Hakkı Ayverdi, İlhan Ayverdi, Ömer Faruk Akün, Necmettin Hacıeminoğlu gibi üstatların rahle-i tedrisatından geçti; onların sohbetlerine iştirak etti. Üstad Cemil Meriç’e altı ay boyunca gönüllü olarak kitap okudu.
Dursun Gürlek, zamanın kıymetini bilenlerden ve onun içini hakkıyla dolduranlardan birisidir. Birçok hizmeti bir arada yürütüyor. Bu kadar işe nasıl yetiştiğini anlamakta zorlanıyor insan… Onun Mehtap TV’de yayınlanan “Zamanın İzinde” adlı kültür programı seyredilmeye değer… Bu programları özellikle gençlerimizin seyretmesini öneriyorum. Bu programları seyredenler nasıl ihtişamlı bir tarihî ve kültürel geçmişe sahip olduğumuzu görerek gururlanacaklardır. Zira bu programlar tarihî mirasımızı gün ışığına çıkarmaktadır.
Dursun Gürlek de benim gibi bir kitap kurdu, neyi varsa kitaba yatırmış. Çok zengin bir kütüphanesi olduğunu bilmeyen yoktur. O en büyük yatırımını kitaplara yapmıştır. Çok iyi bir okur olduğunu sanırım söylemeye gerek yoktur. Okuyup doluyor, yazıp boşalıyor O…
Dursun Gürlek’le öğle yemeğini Akçaabat’ta Körfez Köfte Salonu’nda, akşam yemeğini ise Forum Nihat Usta’da yedik. Trabzon’u çok beğendiğini, burada yaşamanın bir ayrıcalık olduğunu söyledi bana. Aynı zamanda Trabzon mutfağına hayran kaldığını belirtti. Maçka’yı, Hamsiköy’ü, Sümela Manastırı’nı gezdi. Trabzon’un doğasına hayran kaldı.
Gürlek’in Osmanlıcası çok iyi… Kubbealtı Kursları’nda Osmanlıca dersleri veriyor. Kadim dilimizi gençlere sevdirerek öğretiyor. Onu en çok rahatsız eden şey kültürümüze yeterince sahip çıkmamak, ondan bîhaber yaşamak ve ecnebi değerleri baş tacı etmek…
Kültür araştırmacısı Dursun Gürlek gibi bir deryanın Trabzon’da yaşamasını ne kadar da çok isterdim. İstanbullular böyle bir irfan abidesine sahip oldukları için kendilerini bahtiyar görmelidir. Onun her gün İstanbul’un bir semtinde bir kültür etkinliğinde aktif olarak görev aldığını basından ve internetten duyuyorum. Dedim ya, onda o bilindik yazarlık kompleksleri hiç yok… Nereye çağrılırsa oraya gidiyor. Trabzon’a çağrıldı, hemen geldi. O, kendine değil; milletine çalışıyor. Onun makam, mevki, unvan, adını duyurma gibi bir derdi yok. Zenginliğe hevesi olmadığı için de paranın peşinde koşmuyor. O hırsla değil, kanaatle besleniyor.
Dursun Gürlek’i çok sevdim ve sohbetinden büyük keyif aldım. Ülkemizde onun gibi yüz tane şahsiyetimiz olsa bizi hiç kimse tutamaz. İyi ki tanımışım bu tevazu abidesini… Rabbim böyle güzel insanların sayısını artırsın. Kendisine bereketli bir ömür diliyorum.
Trabzon Valiliği tarafından düzenlenen Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nde birçok yazarla birebir konuşma fırsatım oldu. Bunlardan birisi de Dursun Gürlek’ti. Dursun Gürlek’le sabah kahvaltısını İkram Sofrası’nda beraber yaptık. Yemek boyunca kültür, sanat, edebiyat üzerine derin sohbetlere daldık.
Dursun Gürlek de benim gibi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni… İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nü bitirmiş… Önceleri Yeni İstanbul, Tercüman, Hürriyet, Günaydın gazetelerinde çalışmış. Değişik okullarda Türkçe ve Edebiyat Öğretmenlikleri yapmış. Meşale, İnanç, Milli Kültür, Türk Edebiyatı, Kültür Dünyası gibi dergilerde yazıları yayınlanmıştır. Bir ara Tarih ve Düşünce dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yapmıştır.
Araştırmacı-Yazar, kültür adamı Dursun Gürlek şeker gibi bir insan…. “Ağzından bal damlıyor” diye tavsif ettiğimiz insanlardan biri… Her konuda çok dolu bir kişi; fakat dolu olduğu kadar da mütevazı… Onun yüzünde Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hoca Ahmet Yesevî’nin nurunu gördüğümü söylersem abartmış olmam sanırım. Hani derler ya, yazar dediğin biraz gururlu ve kaprisli olur. Ben bazı yazarlarda gördüğüm bu özellikleri Dursun Gürlek Ağabey’de hiç görmedim. Onun içindir ki benim gözümde daha çok büyüdü.
Dursun Gürlek Ağabey son dönemin parmakla gösterilebilecek kültür tarihçilerinden biridir. Otuz yıldan beri bu alanda kalem oynatıyor, dili döndükçe bizim değerlerimizi bize ve Türklerle ilgilenen ecnebilere tanıtıyor. Bazen de kültür turlarında kafilelere rehberlik ediyor.
O, gençlik yıllarında Tahsin Banguoğlu, Ekrem Hakkı Ayverdi, İlhan Ayverdi, Ömer Faruk Akün, Necmettin Hacıeminoğlu gibi üstatların rahle-i tedrisatından geçti; onların sohbetlerine iştirak etti. Üstad Cemil Meriç’e altı ay boyunca gönüllü olarak kitap okudu.
Dursun Gürlek, zamanın kıymetini bilenlerden ve onun içini hakkıyla dolduranlardan birisidir. Birçok hizmeti bir arada yürütüyor. Bu kadar işe nasıl yetiştiğini anlamakta zorlanıyor insan… Onun Mehtap TV’de yayınlanan “Zamanın İzinde” adlı kültür programı seyredilmeye değer… Bu programları özellikle gençlerimizin seyretmesini öneriyorum. Bu programları seyredenler nasıl ihtişamlı bir tarihî ve kültürel geçmişe sahip olduğumuzu görerek gururlanacaklardır. Zira bu programlar tarihî mirasımızı gün ışığına çıkarmaktadır.
Dursun Gürlek de benim gibi bir kitap kurdu, neyi varsa kitaba yatırmış. Çok zengin bir kütüphanesi olduğunu bilmeyen yoktur. O en büyük yatırımını kitaplara yapmıştır. Çok iyi bir okur olduğunu sanırım söylemeye gerek yoktur. Okuyup doluyor, yazıp boşalıyor O…
Dursun Gürlek’le öğle yemeğini Akçaabat’ta Körfez Köfte Salonu’nda, akşam yemeğini ise Forum Nihat Usta’da yedik. Trabzon’u çok beğendiğini, burada yaşamanın bir ayrıcalık olduğunu söyledi bana. Aynı zamanda Trabzon mutfağına hayran kaldığını belirtti. Maçka’yı, Hamsiköy’ü, Sümela Manastırı’nı gezdi. Trabzon’un doğasına hayran kaldı.
Gürlek’in Osmanlıcası çok iyi… Kubbealtı Kursları’nda Osmanlıca dersleri veriyor. Kadim dilimizi gençlere sevdirerek öğretiyor. Onu en çok rahatsız eden şey kültürümüze yeterince sahip çıkmamak, ondan bîhaber yaşamak ve ecnebi değerleri baş tacı etmek…
Kültür araştırmacısı Dursun Gürlek gibi bir deryanın Trabzon’da yaşamasını ne kadar da çok isterdim. İstanbullular böyle bir irfan abidesine sahip oldukları için kendilerini bahtiyar görmelidir. Onun her gün İstanbul’un bir semtinde bir kültür etkinliğinde aktif olarak görev aldığını basından ve internetten duyuyorum. Dedim ya, onda o bilindik yazarlık kompleksleri hiç yok… Nereye çağrılırsa oraya gidiyor. Trabzon’a çağrıldı, hemen geldi. O, kendine değil; milletine çalışıyor. Onun makam, mevki, unvan, adını duyurma gibi bir derdi yok. Zenginliğe hevesi olmadığı için de paranın peşinde koşmuyor. O hırsla değil, kanaatle besleniyor.
Dursun Gürlek’i çok sevdim ve sohbetinden büyük keyif aldım. Ülkemizde onun gibi yüz tane şahsiyetimiz olsa bizi hiç kimse tutamaz. İyi ki tanımışım bu tevazu abidesini… Rabbim böyle güzel insanların sayısını artırsın. Kendisine bereketli bir ömür diliyorum.
11 Haziran 2009 Perşembe
Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon bir kültür, sanat ve medeniyet şehri… Tarihî önemi büyük… Karadeniz’in incisi Trabzon… Denizin mavisi, kırların yeşili bir tabloya dönüştürmüştür bu şehri… Siz bakmayın kentin dağınık yapısına, Trabzon’un insanı bir araya gelmesini de bilir çoğu zaman.
Trabzon’da kültürün, sanatın ve edebiyatın güçlü bir altyapısı var. Bu altyapı üzerine güçlü üstyapılar kuruluyor son yıllarda. Bu üstyapılardan biri de Trabzon Sanatevi’dir. Bu kültür, sanat ve edebiyat kurumu Trabzon’un Zeytinlik mevkiinde, eski vali evinde hizmet veriyor. Birçok kültür, sanat kuruluşu bu çatı altında bir araya gelmiş. Bunlar Çağdaş Yazarlar ve Sanatçılar Derneği, Femin-Art Trabzon Kadın Sanatçılar Derneği, Trabzon Fotoğraf Sanatı(Foto-Forum) Derneği, Karadeniz Yazarlar Birliği Derneği, Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği, Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği, Trabzon Liselerinden Yetişenler Kültür ve Dayanışma Derneği, Trabzon Müzik ve Halkoyunları Gençlik ve Spor Kulübü Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği Trabzon Şubesi, Trabzon Şehir Tiyatrosu Derneği diye sıralanıyor. Bu güzide kültür, sanat ve edebiyat dernekleri Trabzon Sanatevi bünyesinde “Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri” adı altında kapsamlı bir etkinlik düzenliyor. Bu yılki etkinliğe 1. Sanat Günleri dediklerine göre bu etkinlik her yıl tekrarlanarak gelenekselleşecek.
Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali, Uluslararası Karadeniz Oyunları, Kitaplı Hayaller Vadisi 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Günleri’nden sonra Trabzon Sanatevi’nin de 05–13 Haziran tarihleri arasında böyle bir etkinlik düzenlemesi “Acaba Trabzon görkemli kültür-sanat-edebiyat mazisine mi dönüyor?” sorusunu akla getirdi. Bu sual biraz da heyecanlandırdı bizi. Yakın geçmişte şehrin üzerinde kümelenen kara bulutlar çoktan dağıldı. O bulutların yerini parlak bir kültür-sanat güneşi almış durumda. Tarihî kentimiz Trabzon’a da bu yakışır doğrusu… Trabzon bunun gibi güzel faaliyetlerle ülke gündemine gelmelidir.
“Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri” 05 Haziran 2009 Cuma günü Halkoyunları gösterisiyle başladı. Protokol konuşmalarının ardından sergi açılışları gerçekleştirildi. Trabzon Sanatevi’ni tanıtan sunum gösterildi. Bunların ardından kokteyl verildi. 06 Haziran’da Fazıl Çelik, Mustafa Reşat Sümerkan, Kadir Şişkinoğlu, Şükran Üst ve H. Nurcan Yazıcı’nın katıldığı “Görsel Kirlilik” konulu panel gerçekleştirildi. Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği tarafından Adnan Taç ve Bülent Sümer’in katıldığı “Karikatürde Bir Ziya” kitabının imza günü yapıldı. Trabzon’un uluslararası üne kavuşmuş karikatüristi Ziya Ramoğlu’nun sanat yaşamının anlatıldığı söz konusu kitabı Adnan Taç ve Bülent Sümer hazırladı. Bu kitap bir vefa duygusunun somutlaşmış hâli olması açısından önemlidir.
07 Haziran’da ise Trabzon’da çekilen Türk filmlerinden biri olan “Elveda”, meraklısı olan sinemaseverlere gösterildi. Aynı gün Zekeriya Saka “Ten ve Ateş” adlı son şiir kitabını okurları için imzaladı. Daha sonra “Karlı Dialar” saydam gösterisi yapıldı. 08 Haziran’da Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği adına Selman Uzun tarafından hazırlanan “Bir Anıtın Öyküsü” belgeselinin gösterini yapıldı. Aynı günün akşamı Trabzon Şehir Tiyatrosu “Dış Ses” adlı oyunu tiyatro severlere sundu. 09 Haziran’da ise Sürmene’de çekilen; başrollerini Hakan Balamir ve Hülya Avşar’ın oynadığı “Üç Halka Yirmi Beş” filminin gösterimi yapıldı. Aynı gün Haydar Çoruhlu “Karartma Yalnızlığı”, İlhan Sağlam “Damla”, Necip Saraçoğlu “Gül’e Hasret” adlı son şiir kitaplarını okurları için imzaladılar. 10 Haziran günü Trabzonlu şairlerden Ömer Turan ve Mehmet Kuvvet tarafından “Şiir ve Edebiyat” konulu söyleşi gerçekleştirildi. Akşamleyin ise İlhan Barutçu Ney Dinletisi sundu musiki severlere… 11 Haziran’da Trabzon’da çekilen filmlerden “Firari Âşıklar” gösterildi. Aynı gün “Tanzimat’tan Cumhuriyete Trabzon Edebiyatında Portreler, Olaylar ve Kuruluşlar” adlı sunum araştırmacı- yazar Hüseyin Albayrak tarafından gerçekleştirildi. Ardından “Kar” adlı saydam gösteri yapıldı. Akşamleyin Şehir Tiyatrosu “Zamazingo” adlı oyunu sundu tiyatro severlere.
Trabzon bir hafta boyunca sanatla yattı kalktı. Emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.
Trabzon bir kültür, sanat ve medeniyet şehri… Tarihî önemi büyük… Karadeniz’in incisi Trabzon… Denizin mavisi, kırların yeşili bir tabloya dönüştürmüştür bu şehri… Siz bakmayın kentin dağınık yapısına, Trabzon’un insanı bir araya gelmesini de bilir çoğu zaman.
Trabzon’da kültürün, sanatın ve edebiyatın güçlü bir altyapısı var. Bu altyapı üzerine güçlü üstyapılar kuruluyor son yıllarda. Bu üstyapılardan biri de Trabzon Sanatevi’dir. Bu kültür, sanat ve edebiyat kurumu Trabzon’un Zeytinlik mevkiinde, eski vali evinde hizmet veriyor. Birçok kültür, sanat kuruluşu bu çatı altında bir araya gelmiş. Bunlar Çağdaş Yazarlar ve Sanatçılar Derneği, Femin-Art Trabzon Kadın Sanatçılar Derneği, Trabzon Fotoğraf Sanatı(Foto-Forum) Derneği, Karadeniz Yazarlar Birliği Derneği, Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği, Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği, Trabzon Liselerinden Yetişenler Kültür ve Dayanışma Derneği, Trabzon Müzik ve Halkoyunları Gençlik ve Spor Kulübü Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği Trabzon Şubesi, Trabzon Şehir Tiyatrosu Derneği diye sıralanıyor. Bu güzide kültür, sanat ve edebiyat dernekleri Trabzon Sanatevi bünyesinde “Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri” adı altında kapsamlı bir etkinlik düzenliyor. Bu yılki etkinliğe 1. Sanat Günleri dediklerine göre bu etkinlik her yıl tekrarlanarak gelenekselleşecek.
Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali, Uluslararası Karadeniz Oyunları, Kitaplı Hayaller Vadisi 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Günleri’nden sonra Trabzon Sanatevi’nin de 05–13 Haziran tarihleri arasında böyle bir etkinlik düzenlemesi “Acaba Trabzon görkemli kültür-sanat-edebiyat mazisine mi dönüyor?” sorusunu akla getirdi. Bu sual biraz da heyecanlandırdı bizi. Yakın geçmişte şehrin üzerinde kümelenen kara bulutlar çoktan dağıldı. O bulutların yerini parlak bir kültür-sanat güneşi almış durumda. Tarihî kentimiz Trabzon’a da bu yakışır doğrusu… Trabzon bunun gibi güzel faaliyetlerle ülke gündemine gelmelidir.
“Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri” 05 Haziran 2009 Cuma günü Halkoyunları gösterisiyle başladı. Protokol konuşmalarının ardından sergi açılışları gerçekleştirildi. Trabzon Sanatevi’ni tanıtan sunum gösterildi. Bunların ardından kokteyl verildi. 06 Haziran’da Fazıl Çelik, Mustafa Reşat Sümerkan, Kadir Şişkinoğlu, Şükran Üst ve H. Nurcan Yazıcı’nın katıldığı “Görsel Kirlilik” konulu panel gerçekleştirildi. Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği tarafından Adnan Taç ve Bülent Sümer’in katıldığı “Karikatürde Bir Ziya” kitabının imza günü yapıldı. Trabzon’un uluslararası üne kavuşmuş karikatüristi Ziya Ramoğlu’nun sanat yaşamının anlatıldığı söz konusu kitabı Adnan Taç ve Bülent Sümer hazırladı. Bu kitap bir vefa duygusunun somutlaşmış hâli olması açısından önemlidir.
07 Haziran’da ise Trabzon’da çekilen Türk filmlerinden biri olan “Elveda”, meraklısı olan sinemaseverlere gösterildi. Aynı gün Zekeriya Saka “Ten ve Ateş” adlı son şiir kitabını okurları için imzaladı. Daha sonra “Karlı Dialar” saydam gösterisi yapıldı. 08 Haziran’da Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği adına Selman Uzun tarafından hazırlanan “Bir Anıtın Öyküsü” belgeselinin gösterini yapıldı. Aynı günün akşamı Trabzon Şehir Tiyatrosu “Dış Ses” adlı oyunu tiyatro severlere sundu. 09 Haziran’da ise Sürmene’de çekilen; başrollerini Hakan Balamir ve Hülya Avşar’ın oynadığı “Üç Halka Yirmi Beş” filminin gösterimi yapıldı. Aynı gün Haydar Çoruhlu “Karartma Yalnızlığı”, İlhan Sağlam “Damla”, Necip Saraçoğlu “Gül’e Hasret” adlı son şiir kitaplarını okurları için imzaladılar. 10 Haziran günü Trabzonlu şairlerden Ömer Turan ve Mehmet Kuvvet tarafından “Şiir ve Edebiyat” konulu söyleşi gerçekleştirildi. Akşamleyin ise İlhan Barutçu Ney Dinletisi sundu musiki severlere… 11 Haziran’da Trabzon’da çekilen filmlerden “Firari Âşıklar” gösterildi. Aynı gün “Tanzimat’tan Cumhuriyete Trabzon Edebiyatında Portreler, Olaylar ve Kuruluşlar” adlı sunum araştırmacı- yazar Hüseyin Albayrak tarafından gerçekleştirildi. Ardından “Kar” adlı saydam gösteri yapıldı. Akşamleyin Şehir Tiyatrosu “Zamazingo” adlı oyunu sundu tiyatro severlere.
Trabzon bir hafta boyunca sanatla yattı kalktı. Emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.
30 Mayıs 2009 Cumartesi
Zağnos Vadisi'nde Hilmi Yavuz'la Başbaşa
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon Valiliği’nin himayelerinde gerçekleştirilen Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nin onur konuğuydu yaşayan son büyük şairlerimizden Hilmi Yavuz… İki günden beri Hilmi Yavuz’la beraberiz. Bir zamanlar gecekondu bölgesi olan Zağnos Vadisi’nde şimdi güller açıyor. Zira burası artık kentsel dönüşümle bambaşka bir görünüm kazandı. Sayın Valimiz Nuri Okutan burayı daha da güzelleştirmek ve anlamlı kılmak için bu yıl ilki gerçekleştirilen Kitaplı Hayaller Vadisi- Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’ni burada yapmayı uygun gördü.
1. Kitap Şenliği’nin ilk gününde şair olarak önce Hilmi Yavuz’la karşılaştım. Büyük bir sorumlulukla herkesten evvel gelmişti şenlik alanına. Bir ev sahibi olarak şehrimize teşriflerinden dolayı duyduğum memnuniyeti ifade ettim kendisine. Hatıra fotoğrafı çektirdik. Gün boyunca hep aynı mekânları paylaştık kendisiyle. Hilmi Yavuz açılışta güzel bir selamlama konuşması yaptı. Anlamlı konuşmasıyla ve kente yakınlığıyla Trabzonluların sevgisini kazandı. Can kulağıyla dinlediğim konuşmasında şu duygu ve düşüncelere yer verdi:
“Bu kente İstanbul ve Ankara’dan sonra en çok gelenlerden biriyim. Trabzon insanının ve doğasının bir sonucudur bu. Trabzon insanının son derece aydın ve cana yakın oluşu, doğası… Günün birinde emekli olursam Trabzon’da bir ev tutup yaşamayı düşündüğümü de dostlarıma sık sık söylemişimdir. Trabzonlu şairleri biliyorum. Şiire değer ve önem veren insanları biliyorum. Trabzon’u hakikaten çok seviyorum. Peygamber Efendimizin bir mübarek Hadis-i Şerifi vardır: ‘Davete icabet gerekir’ diyor. Davete icabetin sünnet olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla beni Trabzon insanı ve Trabzon doğası ne zaman çağırırsa, bu davete icabet etmeyi de emir biliyorum. Trabzon benim için ayrı bir anlam taşıyor.”
Kitap şenliğinin ikinci gününde Hilmi Yavuz’un imza günü olacağı söyleniyordu. Ayrıca Hilmi Yavuz’la okuyucuları arasında bir de söyleşi imkânı olacaktı. Bu düşüncelerle gittik Zağnos Vadisi’ne… Pazar günü olmasına rağmen kalabalık yoktu Kitaplı Hayaller Vadisi’nde. Şair ve yazar Hilmi Yavuz, Vali Nuri Okutan’la birlikte kitap şenliğinin yapıldığı alana teşrif etti. Öncelikle Hilmi Yavuz’un değişik fotoğrafçılar tarafından çekilmiş fotoğraflarının yer aldığı mini bir sergi açıldı. Bu sergiyi gezdikten sonra Hilmi Yavuz son kitabı olan “İslam’ın Zihin Tarihi(Bir Müslüman Aydının İslam Üzerine Düşünceleri)” ni okurları için imzaladı. İmza programı bir hayli uzun sürdü. Fakat beklediğimiz söyleşi bir türlü başlamadı. Şair-yazar Hilmi Yavuz’un yanı tenhalaşınca fırsattan yararlanarak kendisiyle söyleşiyi başlattım. Söz sözü açtıkça etrafımızdaki kişilerin sayısı da gittikçe arttı. Söze dâhil olanlar oldu. Böyle bir manevra yapmasaydım Hilmi Yavuz söyleşisi olmayacaktı. Bir saatin üzerinde bir zaman kendisiyle her konuda konuşma imkânı buldum; söyleştik işte.
Türk şiirinin son dönemdeki köklü çınarlarından biri olan Hilmi Yavuz, sözünü sakınmayan bir insan… İçinde ne varsa onu dışarıya yansıtıyor. Çok kere lafı gediğine oturtuyor. Düşünceleri derin ve bir o kadar da tutarlı… Nezaketi de hiçbir zaman elden bırakmıyor. ‘Doğrucu Davut’ özelliğini de kimliğinde saklıyor. Her zaman harbice, delikanlıca konuşuyor. Türk şiirini çok iyi biliyor. Şairlerin karakterlerini ustaca tahlil ediyor.
Hilmi Yavuz’la olan sohbetimiz İsmet Özel’le başladı. Bilindiği gibi İsmet Özel bir programda ‘Türk şiiri son dönemlerde çok yazlaştı’ demişti. Bu sözü kabul etmeyen Hilmi Yavuz da ‘Asıl yozlaşan Türk şiiri değil, İsmet Özel’in kendisidir’ demişti. Böylece polemiğin fitili ateşlenmişti. Ok yaydan çıkmıştı. Şair ve yazarlar arasında meşhur olan kalem kavgası zincirine bir halka daha eklenmiş oluyordu. Bunları hatırlattıktan sonra İsmet Özel’in son çıkışı hakkında neler düşündüğünü sordum ona. Keşke sormaz olaydım. Meğer Hilmi Yavuz, İsmet Özel’e ne kadar da içerlemiş. Bir dokundum, bin âh işittim tabir caizse… Yavuz; İsmet Özel’in son yıllarda ne dediğini bilmediğini, bir sözünün öbürünü tutmadığını belirtti. İsmet Özel’in kötü bir şair olduğu kanaatini kendince sebeplerle kanıtlamaya çalıştı.
Hilmi Yavuz ismi hemen herkesin hafızasında bir yönüyle yer tutar… Bazılarına göre, şair, bazılarına göre akademisyen, bazılarına göre edebiyat eleştirmeni, bazılarına göre televizyoncu, bazılarına göre de gazetecidir. Fakat en doğrusu şu ki o, bunların hepsidir.
Son dönem edebiyatımızın yaşayan çınarlarından Hilmi Yavuz, Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nin onur konuğuydu. O, bilmem kaçıncı kez gelmişti Trabzon’a… 70. yaş gününü de Trabzonlu sevenleriyle Trabzon’da kutlamıştı Hilmi Yavuz… Trabzon Belediyesi ile Ada Dergisi tarafından ortaklaşa düzenlenen “70. Doğum Yılında Hilmi Yavuz” adlı bir de sempozyum düzenlenmişti. Birçok kıymetli şair ve yazar; Hilmi Yavuz’un şairliği, yazarlığı ve kültür adamlığı üzerine bildiriler sunmuştu. Hilmi Yavuz enine boyuna tanıtılmıştı bu vesileyle.
Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nde en çok ilgiyi Hilmi Yavuz gördü. Hayranları onunla bir kare fotoğraf çektirmek için birbiriyle yarıştı adeta. Kitap imzalatmak için onun önünde sıra oluşturdu sevenleri. O da büyük bir sabır ve hoşgörüyle okurlarına imzaladı kitaplarını. Hatta birçoğuyla kısa da olsa sohbetler etti. Bu konuda ben şanslıydım. Zira imza programının sonunda Hilmi Yavuz’la bir saatlik bir sohbet etme imkânı buldum. Pek de düzenli ve planlı olmayan dost sohbetiydi bizimkisi. Kamera filan da yoktu sözlerimizi kayda alan. Onun için rahat konuştuk. İsmet Özel’le girdik Orhan Pamuk’la çıktık muhabbet kapısından... Türkiye’de şöhretli bir yazar olan Yavuz, her sorumuza cevap verdi.
Hilmi Yavuz, şiir serüvenini anlattı ana hatlarıyla. Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nde, İstanbul’da TOBB Üniversitesi’nde ders verdiğini, bu yüzden de Ankara’yla İstanbul arasında mekik dokuduğunu, fakat işini çok sevdiği için bundan keyif aldığını söyledi bize. Necip Fazıl’la tanışıp tanışmadıklarını sordum. Tanışmadıklarını belirtti. Onun usta şair olduğunu dile getirdi. Sezai Karakoç’a bakış açısını sordum. Sezai Karakoç’un toplumdan kopuk, kendi köşesinde uzlet içerisinde yaşamayı seven usta bir şair olduğunu söyledi Hilmi Yavuz…
Fırsat bulmuşken Hilmi Yavuz’a şiirde ölçü, şekil ve kafiye konusunu sordum. Hece ve aruz ölçüsünün artık misyonunu tamamladığını, kendisinin aruzla yazmayı bildiği halde bu tarz şiirler yazmadığını, şiirlerini ayağı yere basan imgelere dayandırarak serbest tarzda yazdığını dile getirdi. Ben de ona; aslında ölçü konusunda bağnaz olunmaması gerektiğini, bazı şiirlerin aruzla, bazılarının heceyle, bazılarının ise serbest yazılınca güzel olduğunu söyledim. Önemli olanın şekil değil, duygu yoğunluğu ve özü yansıtma olduğunu belirttim.
İsmet Özel, kendisine ‘kötü şair’ diyen Hilmi Yavuz’a vermiş veriştirmişti yakın geçmişte. Hilmi Yavuz için ‘Etnik ve kulübümsü cemaatten kuvvet alıyor.’ demişti Özel… Hilmi Yavuz’un cevabı çok sert olmuştu: ‘Bu sözleri ispatlamalı. Yoksa şerefsizdir.’ demişti. Bu konuya girdiğimizde Hilmi Yavuz’un sesi biraz daha yükseldi. Onun son dönemlerde ne dediğini bilmediğini, unutulmanın sancılarını çektiğini, hatırlanmak ve gündeme gelmek için böyle saldırılarda ve iddialarda bulunduğunu söyledi. ‘İsmet Özel’in ne yapacağı belli olmaz, o belki de geldiği yere de dönebilir’ açıklamalarıyla bu konudaki düşüncelerini paylaştı bizimle. Ortamı daha da germemek için konuyu değiştirdik. Günümüzdeki dergilere bakışını sordum. Şiirlerinin niçin dergilerde yer almadığını merak ettiğimi söyledim ona. Edebiyat alanında ciddi dergilerin olmadığını, onun için de şiirlerinin dergilerde yayınlanmasına izin vermediğini söyledi. Şiirlerini kitap boyutuna gelince okuyucularıyla paylaştığını belirtti.
Konu geldi Nobel Ödüllü Türk Yazar Orhan Pamuk’a dayandı. İtiraf edeyim ki aslında sözü o noktaya ben getirdim. Hilmi Yavuz, Orhan Pamuk’tan da hiç haz almıyor. Pamuk’un Nobel alacak düzeyde Türkçeye vakıf bir insan olmadığını, Nobel Ödülünü kıymetsizleştirdiğini ifade ediyor. O, Pamuk’un romanlarını okuyanların yarıda bıraktığını söylüyor. Hilmi Yavuz, Trabzon’a ve bu kentin kalem erbaplarından Nazan Bekiroğlu’ya, Kenan Sarıalioğlu’ya, Yaşar Bedri’ye ayrı bir kıymet veriyor. O, Trabzon’u çok seviyor. Türk şiirinin dev şairlerinden biri olan Hilmi Yavuz’u da Trabzonlular çok seviyor. Bu gönül köprüsünün her geçen gün daha da sağlamlaştığını sevinerek söyleyebiliriz. Trabzon’un fahri hemşehrisi olan şair Hilmi Yavuz’un uzun ve bereketli bir ömür sürmesini diliyoruz.
Trabzon Valiliği’nin himayelerinde gerçekleştirilen Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nin onur konuğuydu yaşayan son büyük şairlerimizden Hilmi Yavuz… İki günden beri Hilmi Yavuz’la beraberiz. Bir zamanlar gecekondu bölgesi olan Zağnos Vadisi’nde şimdi güller açıyor. Zira burası artık kentsel dönüşümle bambaşka bir görünüm kazandı. Sayın Valimiz Nuri Okutan burayı daha da güzelleştirmek ve anlamlı kılmak için bu yıl ilki gerçekleştirilen Kitaplı Hayaller Vadisi- Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’ni burada yapmayı uygun gördü.
1. Kitap Şenliği’nin ilk gününde şair olarak önce Hilmi Yavuz’la karşılaştım. Büyük bir sorumlulukla herkesten evvel gelmişti şenlik alanına. Bir ev sahibi olarak şehrimize teşriflerinden dolayı duyduğum memnuniyeti ifade ettim kendisine. Hatıra fotoğrafı çektirdik. Gün boyunca hep aynı mekânları paylaştık kendisiyle. Hilmi Yavuz açılışta güzel bir selamlama konuşması yaptı. Anlamlı konuşmasıyla ve kente yakınlığıyla Trabzonluların sevgisini kazandı. Can kulağıyla dinlediğim konuşmasında şu duygu ve düşüncelere yer verdi:
“Bu kente İstanbul ve Ankara’dan sonra en çok gelenlerden biriyim. Trabzon insanının ve doğasının bir sonucudur bu. Trabzon insanının son derece aydın ve cana yakın oluşu, doğası… Günün birinde emekli olursam Trabzon’da bir ev tutup yaşamayı düşündüğümü de dostlarıma sık sık söylemişimdir. Trabzonlu şairleri biliyorum. Şiire değer ve önem veren insanları biliyorum. Trabzon’u hakikaten çok seviyorum. Peygamber Efendimizin bir mübarek Hadis-i Şerifi vardır: ‘Davete icabet gerekir’ diyor. Davete icabetin sünnet olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla beni Trabzon insanı ve Trabzon doğası ne zaman çağırırsa, bu davete icabet etmeyi de emir biliyorum. Trabzon benim için ayrı bir anlam taşıyor.”
Kitap şenliğinin ikinci gününde Hilmi Yavuz’un imza günü olacağı söyleniyordu. Ayrıca Hilmi Yavuz’la okuyucuları arasında bir de söyleşi imkânı olacaktı. Bu düşüncelerle gittik Zağnos Vadisi’ne… Pazar günü olmasına rağmen kalabalık yoktu Kitaplı Hayaller Vadisi’nde. Şair ve yazar Hilmi Yavuz, Vali Nuri Okutan’la birlikte kitap şenliğinin yapıldığı alana teşrif etti. Öncelikle Hilmi Yavuz’un değişik fotoğrafçılar tarafından çekilmiş fotoğraflarının yer aldığı mini bir sergi açıldı. Bu sergiyi gezdikten sonra Hilmi Yavuz son kitabı olan “İslam’ın Zihin Tarihi(Bir Müslüman Aydının İslam Üzerine Düşünceleri)” ni okurları için imzaladı. İmza programı bir hayli uzun sürdü. Fakat beklediğimiz söyleşi bir türlü başlamadı. Şair-yazar Hilmi Yavuz’un yanı tenhalaşınca fırsattan yararlanarak kendisiyle söyleşiyi başlattım. Söz sözü açtıkça etrafımızdaki kişilerin sayısı da gittikçe arttı. Söze dâhil olanlar oldu. Böyle bir manevra yapmasaydım Hilmi Yavuz söyleşisi olmayacaktı. Bir saatin üzerinde bir zaman kendisiyle her konuda konuşma imkânı buldum; söyleştik işte.
Türk şiirinin son dönemdeki köklü çınarlarından biri olan Hilmi Yavuz, sözünü sakınmayan bir insan… İçinde ne varsa onu dışarıya yansıtıyor. Çok kere lafı gediğine oturtuyor. Düşünceleri derin ve bir o kadar da tutarlı… Nezaketi de hiçbir zaman elden bırakmıyor. ‘Doğrucu Davut’ özelliğini de kimliğinde saklıyor. Her zaman harbice, delikanlıca konuşuyor. Türk şiirini çok iyi biliyor. Şairlerin karakterlerini ustaca tahlil ediyor.
Hilmi Yavuz’la olan sohbetimiz İsmet Özel’le başladı. Bilindiği gibi İsmet Özel bir programda ‘Türk şiiri son dönemlerde çok yazlaştı’ demişti. Bu sözü kabul etmeyen Hilmi Yavuz da ‘Asıl yozlaşan Türk şiiri değil, İsmet Özel’in kendisidir’ demişti. Böylece polemiğin fitili ateşlenmişti. Ok yaydan çıkmıştı. Şair ve yazarlar arasında meşhur olan kalem kavgası zincirine bir halka daha eklenmiş oluyordu. Bunları hatırlattıktan sonra İsmet Özel’in son çıkışı hakkında neler düşündüğünü sordum ona. Keşke sormaz olaydım. Meğer Hilmi Yavuz, İsmet Özel’e ne kadar da içerlemiş. Bir dokundum, bin âh işittim tabir caizse… Yavuz; İsmet Özel’in son yıllarda ne dediğini bilmediğini, bir sözünün öbürünü tutmadığını belirtti. İsmet Özel’in kötü bir şair olduğu kanaatini kendince sebeplerle kanıtlamaya çalıştı.
Hilmi Yavuz ismi hemen herkesin hafızasında bir yönüyle yer tutar… Bazılarına göre, şair, bazılarına göre akademisyen, bazılarına göre edebiyat eleştirmeni, bazılarına göre televizyoncu, bazılarına göre de gazetecidir. Fakat en doğrusu şu ki o, bunların hepsidir.
Son dönem edebiyatımızın yaşayan çınarlarından Hilmi Yavuz, Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nin onur konuğuydu. O, bilmem kaçıncı kez gelmişti Trabzon’a… 70. yaş gününü de Trabzonlu sevenleriyle Trabzon’da kutlamıştı Hilmi Yavuz… Trabzon Belediyesi ile Ada Dergisi tarafından ortaklaşa düzenlenen “70. Doğum Yılında Hilmi Yavuz” adlı bir de sempozyum düzenlenmişti. Birçok kıymetli şair ve yazar; Hilmi Yavuz’un şairliği, yazarlığı ve kültür adamlığı üzerine bildiriler sunmuştu. Hilmi Yavuz enine boyuna tanıtılmıştı bu vesileyle.
Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nde en çok ilgiyi Hilmi Yavuz gördü. Hayranları onunla bir kare fotoğraf çektirmek için birbiriyle yarıştı adeta. Kitap imzalatmak için onun önünde sıra oluşturdu sevenleri. O da büyük bir sabır ve hoşgörüyle okurlarına imzaladı kitaplarını. Hatta birçoğuyla kısa da olsa sohbetler etti. Bu konuda ben şanslıydım. Zira imza programının sonunda Hilmi Yavuz’la bir saatlik bir sohbet etme imkânı buldum. Pek de düzenli ve planlı olmayan dost sohbetiydi bizimkisi. Kamera filan da yoktu sözlerimizi kayda alan. Onun için rahat konuştuk. İsmet Özel’le girdik Orhan Pamuk’la çıktık muhabbet kapısından... Türkiye’de şöhretli bir yazar olan Yavuz, her sorumuza cevap verdi.
Hilmi Yavuz, şiir serüvenini anlattı ana hatlarıyla. Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nde, İstanbul’da TOBB Üniversitesi’nde ders verdiğini, bu yüzden de Ankara’yla İstanbul arasında mekik dokuduğunu, fakat işini çok sevdiği için bundan keyif aldığını söyledi bize. Necip Fazıl’la tanışıp tanışmadıklarını sordum. Tanışmadıklarını belirtti. Onun usta şair olduğunu dile getirdi. Sezai Karakoç’a bakış açısını sordum. Sezai Karakoç’un toplumdan kopuk, kendi köşesinde uzlet içerisinde yaşamayı seven usta bir şair olduğunu söyledi Hilmi Yavuz…
Fırsat bulmuşken Hilmi Yavuz’a şiirde ölçü, şekil ve kafiye konusunu sordum. Hece ve aruz ölçüsünün artık misyonunu tamamladığını, kendisinin aruzla yazmayı bildiği halde bu tarz şiirler yazmadığını, şiirlerini ayağı yere basan imgelere dayandırarak serbest tarzda yazdığını dile getirdi. Ben de ona; aslında ölçü konusunda bağnaz olunmaması gerektiğini, bazı şiirlerin aruzla, bazılarının heceyle, bazılarının ise serbest yazılınca güzel olduğunu söyledim. Önemli olanın şekil değil, duygu yoğunluğu ve özü yansıtma olduğunu belirttim.
İsmet Özel, kendisine ‘kötü şair’ diyen Hilmi Yavuz’a vermiş veriştirmişti yakın geçmişte. Hilmi Yavuz için ‘Etnik ve kulübümsü cemaatten kuvvet alıyor.’ demişti Özel… Hilmi Yavuz’un cevabı çok sert olmuştu: ‘Bu sözleri ispatlamalı. Yoksa şerefsizdir.’ demişti. Bu konuya girdiğimizde Hilmi Yavuz’un sesi biraz daha yükseldi. Onun son dönemlerde ne dediğini bilmediğini, unutulmanın sancılarını çektiğini, hatırlanmak ve gündeme gelmek için böyle saldırılarda ve iddialarda bulunduğunu söyledi. ‘İsmet Özel’in ne yapacağı belli olmaz, o belki de geldiği yere de dönebilir’ açıklamalarıyla bu konudaki düşüncelerini paylaştı bizimle. Ortamı daha da germemek için konuyu değiştirdik. Günümüzdeki dergilere bakışını sordum. Şiirlerinin niçin dergilerde yer almadığını merak ettiğimi söyledim ona. Edebiyat alanında ciddi dergilerin olmadığını, onun için de şiirlerinin dergilerde yayınlanmasına izin vermediğini söyledi. Şiirlerini kitap boyutuna gelince okuyucularıyla paylaştığını belirtti.
Konu geldi Nobel Ödüllü Türk Yazar Orhan Pamuk’a dayandı. İtiraf edeyim ki aslında sözü o noktaya ben getirdim. Hilmi Yavuz, Orhan Pamuk’tan da hiç haz almıyor. Pamuk’un Nobel alacak düzeyde Türkçeye vakıf bir insan olmadığını, Nobel Ödülünü kıymetsizleştirdiğini ifade ediyor. O, Pamuk’un romanlarını okuyanların yarıda bıraktığını söylüyor. Hilmi Yavuz, Trabzon’a ve bu kentin kalem erbaplarından Nazan Bekiroğlu’ya, Kenan Sarıalioğlu’ya, Yaşar Bedri’ye ayrı bir kıymet veriyor. O, Trabzon’u çok seviyor. Türk şiirinin dev şairlerinden biri olan Hilmi Yavuz’u da Trabzonlular çok seviyor. Bu gönül köprüsünün her geçen gün daha da sağlamlaştığını sevinerek söyleyebiliriz. Trabzon’un fahri hemşehrisi olan şair Hilmi Yavuz’un uzun ve bereketli bir ömür sürmesini diliyoruz.
21 Mayıs 2009 Perşembe
Kitaplı Hayaller Vadisi
M.NİHAT MALKOÇ
Daha düne kadar çirkin bir görüntüye sahipti Zağnos Vadisi… Her taraf çarpık gecekondularla doluydu. Şiddetli yağmur yağınca evleri sular basıyor, her taraf çamur deryasına dönüyordu. Buradaki hayat, insanlara reva görülecek bir hayat değildi. Bu çarpıklığı gören devlet yetkilileri bu işe el attı. Zağnos Vadisi’ndeki gecekondular kamulaştırıldı. Bu iş mahkeme süreciyle birlikte uzun zaman aldı. Gecekondu sahipleri paralarını alınca yıkımlar başladı. Hükümet burayı park ve gezinti alanı yapmak için kolları sıvadı. TOKİ’ye ihale edildi bu iş… Kısa zamanda vadinin çirkin yüzü değişti. Surların hemen yanı başında güzel bir yeşil alan kazandı Trabzon. Başbakan tarafından törenle açıldı.
Zağnos Vadisi’nin hikâyesi kısaca bu… Bugünlerde Zağnos Vadisi modern bir görünüme kavuştu. Artık bu güzel vadinin yüzü gülüyor. Şimdilerde köprü üstünden geçerken gururla bakıyoruz bu güzel parka. Modern Trabzon’un tebessümü çarpıyor gözümüze. Bir zamanlar burada ilkel bir hayat yaşayan insanlar, artık başka yerlerde kendilerine layık modern evler alarak hayatlarını devam ettiriyorlar. Onların da kötü talihi değişti bir anda. İnsanlar gezip dolaşıyor, stres atıyor bu yemyeşil, pırıl pırıl mekânda. Su sesleri şehrin gürültüsünden bunalanlara iksir oluyor. Zihinler duruluyor. Trabzon’a layık bir yer burası. Şehrin özlenen yüzü Zağnos… Bu yüz Trabzon’a çok yakışıyor. Olması gereken buydu zaten.
Bir zamanlar Trabzon’un gecekondu bölgesi olan Zağnos Vadisi bugünlerde büyük bir heyecana sahne oluyor. Trabzon Valiliği “Okuyan Şehir Trabzon” sloganıyla hayata geçirdiği okuma kampanyası kapsamında büyük bir kültür, sanat ve edebiyat etkinliğine imza atıyor. 23–31 Mayıs 2009 tarihleri arasında kültür ve sanat dünyasının seçkin isimleri Trabzon’la buluşuyor. Trabzonlu öğrenciler ve şehir halkı, kitaplarını severek okuduğu isimleri yakından görme ve tanıma imkânına kavuşacak bu etkinlikle. Trabzonlular bir hafta boyunca kitabın duru ve dost dünyasında soluklanacaklar. Sevilen yazarlar okurun ayağına kadar gelecek.
Göz zevkini bozan gecekondudan kitaplı günlere giden aydınlık bir yol düşünün… Zağnos Vadisi Parkı bu yıl Kitaplı Hayaller Vadisi’ne dönüşüyor. 23–31 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek şenlikte 50 edebiyatçı-yazar imza ve söyleşiler ile okurlarıyla buluşuyor. Açılışını Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın yapacağı kültür ve sanat şenliğinin onur konuğu ise Edebiyatçı-Yazar Doğan Hızlan ve Hilmi Yavuz... Bu güzel şehri hiçbir zaman terk etmeyen, bunu aklından bile geçirmeyen Trabzon’un edebiyattaki gururu, akademisyen, hikâyeci ve romancı Nazan Bekiroğlu da bu kitap şenliğinde okurlarıyla birlikte olacak; bir de konuşma yapacak. Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu’nun, Trabzon Valisi Nuri Okutan’ın ve Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’ın konuşmaları ile başlayacak açılış töreni yayınevlerinin stantlarının gezilmesi ile devam edecek…
Şenlik öncesinde, valilik bünyesindeki okulların öğrencilerine katılımcı yazarların eserlerinden ücretsiz dağıtılacak. Yazarlar şenlik süresince kitap dağıtımının yapıldığı okulları ziyaret ederek kitaplarını imzalayacak ve öğrencilerle sohbet edecek. Okullardaki etkinliklerin yanı sıra Zağnos Vadisi’nde yazarların imza programları olacak. Yazarlar halkla kaynaşacak. Trabzon, aşağıda adlarını sıraladığım birbirinden önemli şair ve yazarları misafir edecek:
“Ahmet Turan Alkan, Ali Çolak, Ayla Kutlu, Aysel Gürmen, Aysel Korkut, Bestami Yazgan, Beşir Ayvazoğlu, Canan Tan, Doğan Hızlan, Dursun Gürlek, Fatih Erdoğan, Ferda İzbudak Akıncı, Fevzi Samuk, Masalcı Abla Gamze Alıcı, Gülsüm Cengiz, Gülten Dayıoğlu, Hicran Göze, Hilmi Yavuz, İkbal Gürpınar, İnci Aral, Kenan Sarıalioğlu, Mehmed Niyazi, Mehmet Azim, Mehmet Zeki Aydın, Metin Özdamarlar, Mevlana İdris, Muhammet Bozdağ, Murat Çiftkaya, Mustafa Armağan, Muzaffer İzgü, Nazan Bekiroğlu, Nur İçözü, Nuriye Akman, Nurullah Genç, Ömer Sevinçgül, Sara Gürbüz Özeren, Selim Gündüzalp, Sema Maraşlı, Senai Demirci, Serhan Büyükelçi, Sevim Ak, Sevinç Çokum, Sevinç Kuşoğlu, Süleyman Bulut, Timuçin Özyürekli, Ulviye Alpay, Yalvaç Ural, Zeynep Uluant…”
Daha düne kadar çirkin bir görüntüye sahipti Zağnos Vadisi… Her taraf çarpık gecekondularla doluydu. Şiddetli yağmur yağınca evleri sular basıyor, her taraf çamur deryasına dönüyordu. Buradaki hayat, insanlara reva görülecek bir hayat değildi. Bu çarpıklığı gören devlet yetkilileri bu işe el attı. Zağnos Vadisi’ndeki gecekondular kamulaştırıldı. Bu iş mahkeme süreciyle birlikte uzun zaman aldı. Gecekondu sahipleri paralarını alınca yıkımlar başladı. Hükümet burayı park ve gezinti alanı yapmak için kolları sıvadı. TOKİ’ye ihale edildi bu iş… Kısa zamanda vadinin çirkin yüzü değişti. Surların hemen yanı başında güzel bir yeşil alan kazandı Trabzon. Başbakan tarafından törenle açıldı.
Zağnos Vadisi’nin hikâyesi kısaca bu… Bugünlerde Zağnos Vadisi modern bir görünüme kavuştu. Artık bu güzel vadinin yüzü gülüyor. Şimdilerde köprü üstünden geçerken gururla bakıyoruz bu güzel parka. Modern Trabzon’un tebessümü çarpıyor gözümüze. Bir zamanlar burada ilkel bir hayat yaşayan insanlar, artık başka yerlerde kendilerine layık modern evler alarak hayatlarını devam ettiriyorlar. Onların da kötü talihi değişti bir anda. İnsanlar gezip dolaşıyor, stres atıyor bu yemyeşil, pırıl pırıl mekânda. Su sesleri şehrin gürültüsünden bunalanlara iksir oluyor. Zihinler duruluyor. Trabzon’a layık bir yer burası. Şehrin özlenen yüzü Zağnos… Bu yüz Trabzon’a çok yakışıyor. Olması gereken buydu zaten.
Bir zamanlar Trabzon’un gecekondu bölgesi olan Zağnos Vadisi bugünlerde büyük bir heyecana sahne oluyor. Trabzon Valiliği “Okuyan Şehir Trabzon” sloganıyla hayata geçirdiği okuma kampanyası kapsamında büyük bir kültür, sanat ve edebiyat etkinliğine imza atıyor. 23–31 Mayıs 2009 tarihleri arasında kültür ve sanat dünyasının seçkin isimleri Trabzon’la buluşuyor. Trabzonlu öğrenciler ve şehir halkı, kitaplarını severek okuduğu isimleri yakından görme ve tanıma imkânına kavuşacak bu etkinlikle. Trabzonlular bir hafta boyunca kitabın duru ve dost dünyasında soluklanacaklar. Sevilen yazarlar okurun ayağına kadar gelecek.
Göz zevkini bozan gecekondudan kitaplı günlere giden aydınlık bir yol düşünün… Zağnos Vadisi Parkı bu yıl Kitaplı Hayaller Vadisi’ne dönüşüyor. 23–31 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek şenlikte 50 edebiyatçı-yazar imza ve söyleşiler ile okurlarıyla buluşuyor. Açılışını Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın yapacağı kültür ve sanat şenliğinin onur konuğu ise Edebiyatçı-Yazar Doğan Hızlan ve Hilmi Yavuz... Bu güzel şehri hiçbir zaman terk etmeyen, bunu aklından bile geçirmeyen Trabzon’un edebiyattaki gururu, akademisyen, hikâyeci ve romancı Nazan Bekiroğlu da bu kitap şenliğinde okurlarıyla birlikte olacak; bir de konuşma yapacak. Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu’nun, Trabzon Valisi Nuri Okutan’ın ve Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’ın konuşmaları ile başlayacak açılış töreni yayınevlerinin stantlarının gezilmesi ile devam edecek…
Şenlik öncesinde, valilik bünyesindeki okulların öğrencilerine katılımcı yazarların eserlerinden ücretsiz dağıtılacak. Yazarlar şenlik süresince kitap dağıtımının yapıldığı okulları ziyaret ederek kitaplarını imzalayacak ve öğrencilerle sohbet edecek. Okullardaki etkinliklerin yanı sıra Zağnos Vadisi’nde yazarların imza programları olacak. Yazarlar halkla kaynaşacak. Trabzon, aşağıda adlarını sıraladığım birbirinden önemli şair ve yazarları misafir edecek:
“Ahmet Turan Alkan, Ali Çolak, Ayla Kutlu, Aysel Gürmen, Aysel Korkut, Bestami Yazgan, Beşir Ayvazoğlu, Canan Tan, Doğan Hızlan, Dursun Gürlek, Fatih Erdoğan, Ferda İzbudak Akıncı, Fevzi Samuk, Masalcı Abla Gamze Alıcı, Gülsüm Cengiz, Gülten Dayıoğlu, Hicran Göze, Hilmi Yavuz, İkbal Gürpınar, İnci Aral, Kenan Sarıalioğlu, Mehmed Niyazi, Mehmet Azim, Mehmet Zeki Aydın, Metin Özdamarlar, Mevlana İdris, Muhammet Bozdağ, Murat Çiftkaya, Mustafa Armağan, Muzaffer İzgü, Nazan Bekiroğlu, Nur İçözü, Nuriye Akman, Nurullah Genç, Ömer Sevinçgül, Sara Gürbüz Özeren, Selim Gündüzalp, Sema Maraşlı, Senai Demirci, Serhan Büyükelçi, Sevim Ak, Sevinç Çokum, Sevinç Kuşoğlu, Süleyman Bulut, Timuçin Özyürekli, Ulviye Alpay, Yalvaç Ural, Zeynep Uluant…”
13 Mayıs 2009 Çarşamba
Bayrak Şairi Arif Nihat Asya’nın 100. Doğum Yılı
M.NİHAT MALKOÇ
Bilindiği üzere Arif Nihat Asya, bundan tam yüz yıl önce 1904 senesinde dünyaya gelmişti. Şu anda 2004 yılını idrak ediyoruz. Yani bu yıl Arif Nihat’ın yüzüncü doğum yılı… O, yüksek tahsilini İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde tamamlayarak Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni oldu. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu.
Geçen hafta(06 Mart 2004 Cumartesi ) Trabzon’da Hamamîzade İhsanbey Kültür Merkezi’nde T.C.Kültür Bakanlığı ve İlesam(İlim Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) Trabzon Temsilciliği tarafından “Doğumunun Yüzüncü Yılında Bayrak Şâiri Arif Nihat Asya” konulu bir panel düzenlendi. Panel başlamadan evvel İlesam Trabzon İl Temsilcisi Araştırmacı –Yazar Jeoloji Yüksek Mühendisi Ahmet Musaoğlu “100. Doğum Yılında Arif Nihat Asya” panelinin açış ve takdim konuşmasını yaptı. Onun ardından İlesam Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Osman Oktay kürsüye gelerek gündemle ilgili kişisel duygularını dile getirdi. Oktay şöyle dedi: “Bu gibi kültürel toplantıları daha çok İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde yapıyorduk. Meğer yanılmışız. Bugün bu kalabalığı görünce bunu fark ettim.”
Sayın Oktay’ın bu tespitini ve samimi itirafını biz yıllarca dile getirdik. Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret olmadığını, Anadolu’da kültürel açıdan büyük bir açlık, boşluk ve potansiyel bulunduğunu söyleyip durduk ama sesimizi işittiremedik. Trabzon gibi tarihî ve kültürel açıdan zengin bir şehirde her hafta böyle bir faaliyetin yapılması zorunludur.
Ardından İlesam Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Kocaoğlu kürsüden dinleyicilere seslenerek şu çarpıcı açıklamalarda bulundu: “Bizim kadar kültürüne ve medeniyetine kayıtsız bir millet göstermek bilmem mümkün müdür? Geçtiğimiz yıllarda Batılı Ermeni lobileri “Ararat” isimli bir film çektiler. Bu filmde Türkler vahşi, katil ve canavar bir millet olarak gösterildi. Sanki bütün Ermenileri kılıçtan geçirerek kesip doğramışız. Filmde böyle bir tarihî yalan işleniyor. Bu film Batılı bir ülkenin aleyhine çekilseydi dünyanın hiçbir yerinde yayınına izin verilmezdi. En kısa zamanda yayından kaldırırlardı. Biz ne yaptık? Bu filmin dünyadaki gösterimini engellemeyi bir yana bırakın, Türkiye’de izlenmesine devlet olarak izin verdik. Neymiş efendim, demokrasi adına, hoşgörü adına!.. Neyse ki Türk vatandaşı bir kısım ehli insaf Ermeni, bu filmde anlatılanların tarihî gerçeklerle bağdaşmadığını söyleyerek filmin yayından kaldırılmasına sebep oldular.”
Bu kısa konuşmalardan sonra paneli yöneten Ahmet Musaoğlu, katılımcı konuşmacılardan KTÜ Rektörlük Türk Dili Bölüm Başkanı Doç. Dr. Osman Kemal Kayra, Gazeteci Yazar İbrahim Metin, şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler salondakileri selâmlayarak panele başladılar. İlk sözü alan Osman Kemal Kayra, öncelikle Arif Nihat Asya’dan evvelki dönemlerin sosyal, kültürel ve siyasî hayatını özetledi. Şair ve yazarları değerlendirirken onların yaşadıkları dönemin göz ardı edilmemesini, mutlaka dikkate alınmasını tembihledi. 1850 ile 1918 arasındaki senelerin Türk’e kefen biçildiği zor yıllar olduğunu hatırlattı.
Misafir katılımcılardan Konyalı İbrahim Metin, Arif Nihat Asya’yla ilgili pek çok hatırasının olduğunu, hatta Büyük Şair’in kiracısı olma bahtiyarlığını da yaşadığını belirtti.
Onların ardından Türkiye’nin yaşayan Dede Korkut’u, Türk şiirinin çınarlarından, Türkçenin ve Türkiye’nin sevdalısı çok kıymetli şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler, aziz dostu Arif Nihat Asya’yla ilgili şu enteresan değerlendirmeleri ve tespitleri yaptı:
“Arif Nihat Asya, bizim sulh zamanlarımızdaki kahramanlarımızdandır. Balzac milleti tarif ederken: “Millet edebiyatı olan topluluktur.” diyor. Ne kadar doğru!.. Gençlerimiz Arif Nihat’ı yeterince tanıyıp bilmiyorlar. Onu bilmeyenler büyük bir kültürel çıkmazın ve karanlığın eşiğindedirler. Benim şahsiyetimin şekillenmesinde Arif Nihat Asya, Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Akif Ersoy gibi isimlerin büyük tesiri vardır. Onların yazdıkları ve yaşadıkları, karakterimin şekillenmesinde etkili olmuştur.
1955’te Hukuk Fakültesi’ni kazanıp Ankara’daki okuluma kaydımı yaptırırken rahmetli babam bana: “Bak oğlum, beni iyi dinle!..Yeni arkadaş muhitini Türk Ocağı arasından seçeceksin.” diye uyarıda bulundu. Galip Erdem ve Arif Nihat gibi dev şahsiyetleri orada tanıdım. Asya’yla abi-kardeş münasebetimiz, vefatına kadar devam etti. Ondan çok şey öğrendim. O, şiirlerinde doğum ve ölümü çok müstesna bir tarzda ifade etmiştir.
Arif, 05 Ocak 1975’te Ankara Numune Hastanesi’nde öldü. Yakınları onu ölümüne yakın günlerde terk ettiler. Eşi Servet Hanım’a: “Hanım şu telefon defterini getir bakalım. Bizim dostlarımız vardı bir zamanlar!.. Ne oldular şimdi?” diye serzenişte bulunmuştu.
Arif Nihat Asya büyük bir şair ve yazardır. Ömrü boyunca 23 şiir, 10 nesir kitabı yazmıştır. Ben de onun eş ve dostuna yazdığı 97 mektubunu derleyerek kitap hâline getirdim.
Asya, asla sıradan bir insan değildi. Onun için de sıradanlığı sevmezdi. O yıllarda Ziya Gökalp’in kardeşi, abisiyle ilgili olarak bir anma programı düzenlemiş Diyarbakır’da. Arif’i de o anma programına çağırmışlar. Fakat o, şu gerekçeleri ileri sürerek, fikirlerinden ilham aldığı ve çok sevdiği Gökalp’in anma programına katılmamış: “Şimdi orada Ziya Gökalp nerede doğdu, nerede öldü, neler yaptı gibi sıradan ve bilindik şeyler anlatacaklar. Ben bu gibi abidevî şahsiyetlerin kuru kuruya anlatılmasına karşıyım. Basmakalıp ifadelerden hoşlanmam. Onun hususi hayatıdır mühim olan. İnsanlar böyle kuru malûmatlardan usandı artık.”
Arif Nihat Asya’nın ne zaman, nerede doğduğu önemli değil. Onun düşünce dünyası ve hususi özellikleri önemlidir. O bir halk adamıydı. Bütün değerlerimize bağlı bir Türk milliyetçisiydi. Atatürk : “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyor. Kültür bu kadar önemli. Asya, Türk kültürünün bütün değerlerini yaşamış ve yaşatmıştır. Ziya Gökalp, milleti dil ve din birliğine sahip topluluk olarak tarif ediyor. Ne kadar isabetli bir tespit…
Şair Arif Nihat Asya, Türkçenin inceliklerini eserlerinde işlemiştir. Bizlere düşen görev onun ışığını çocuklarımıza götürerek onları aydınlatmaktır. Onun o güzel Türkçesini, nesrini ve şiirlerini yeni nesilleri okutmalıyız. “Bayrak” şiirini ilâhî bir tecelliyle yazmıştır O.
Bugünün tabiriyle medyadan çok şikâyetçiydi Arif Nihat Asya... O yıllarda TRT bir kez olsun onunla program yapmadı. Program yapmayı bir kenara bırakın, kendisinden bir satır bile söz etmedi. Kıbrıs’ta öğretmenlik yaptığı 1960’lı yıllarda Kıbrıs Rum Televizyonu bile kendisiyle bir program yaptı ama bizimkiler böyle bir şeyi akıl etmedi bile. Ne kadar yazık!...
Bizim, kendini radikal diye topluma kabul ettiren sözde aydınlarımızın çoğu bütün millî değerlerimize karşıdır. Bunlardan biri olarak kabul edilen yazarlardan Özdemir İnce, bir Yunanlı dostunun davetine icabet ederek, evine gitmiş. Bir de bakmış ki adamın evinin bahçesinde büyük bir Yunan bayrağı asılıyor. İnce, buna pek şaşırmış. Türkiye’ye dönünce bunu bir yazısında dile getirmiş. Böyle bir şeyi gündeme getirmesine bile tahammül edemeyen aynı zihniyetteki diğer yazar arkadaşları ona büyük tepki göstermişler.
Arif Nihat’tan bahsedilirken onunla özdeşleşen “Bayrak” şiiri okunur da bu şiirin “Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim” bölümü okunmaz. Buna bile tahammül edemezler.
Arif Nihat Asya, gülümsemesini ve gülümsetmesini bilen nüktedan bir insandı. 1940’lı yıllarda Adana’da bir gece, dostuna ziyarete gitmiş. Malûm dönüşte eve yürüyerek gitmek zorunda… Ötelerden bir köpek sesi duymuş. Sesin sahibi köpek, iyice yaklaşmış onlara. Kucağındaki çocuğu Fırat’ı, eşine vermiş. Başlamış köpekle taktik savaşına. Köpek ne yapmışsa o da onu yapmış. Kendi tabiriyle köpekle hırlaşmış; köpeğe köpeğin diliyle cevap vermiş.15 dakika böyle bir hırlaşmadan sonra köpeği kaçırmış. Bunu aynen bana anlattıktan sonra şöyle devam etti: “Yavuz, biz köpekle köpekçe, insanla insanca konuşmasını biliriz.”
Asya, hazırcevap bir insandı. Zamanın Millî Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel, Malatya’da okulları geziyor. O vakitler Arif Nihat Asya da Malatya’da bir lisede müdürlük yapıyor. Tabiî ki birbirini çok iyi tanıyorlar. Çünkü Yücel, bakanlığının yanında yazar olarak da kendini kabul ettirmiş bir isim… Fakat ikisi de farklı düşüncelerin temsilcileri… Bakan, okulun durumunu beğenmiyor: “Bu ne biçim okul; okuldan çok hapishaneye benziyor.”diyor. Asya cevabı yapıştırıyor: “Efendim ben bu okul yapıldıktan sonra geldim. Yoksa siz beni buraya hapishane müdürü diye mi gönderdiniz.” Bakan Yücel çok kızar ama belli etmez. Arif Nihat’ı bırakmaya hiç niyeti yoktur. Tahkire(aşağılamaya) devam ederek eleştirilerini giyimine yöneltir: “Hoca o ne biçim kıyafet… Paçaların çamur içinde...”der. Asya kızar, hatta köpürür. Şu üstü kapalı ve kinayeli cevabı verir: “Sayın Bakan!.. Paçalarımı ağzınıza almayın.” Daha sonra müdürlükten alınarak Türkçe ve Fransızca öğretmenliğine indirilir.
Türk şiirinin son dönemine apayrı bir ses, renk ve soluk getiren Arif Nihat, iyi bir müslümandı. Bir gün bana: “Yavuz sağ elini aç bakayım. Arapça rakamlarla kaç yazıyor, oku!”… Açtım baktım Arap rakamlarıyla 81 yazıyordu. “Sol avucunu aç; onda ne yazıyor?” dedi. Açtım, onda da 18 yazıyordu. “81’le 18’i topla” dedi. Topladım…99… “Bu rakam sana neyi hatırlatıyor?” diye sordu. “Tabiî ki Allah’ın 99 sıfatı!...” diye cevapladım. “Peki, 81’den 18’i çıkarınca kaç kalıyor?” Elbette 63… “Peki bu sana neyi çağrıştırıyor?” diye sordu. Düşündüm!... Aklıma hemen Resulullah Efendimizin ölüm yaşı geldi. Peygamberimiz 63 yaşında ölmüştü. Bana dönerek: “Bak Yavuz! Allah milyarlarca insanın avucuna bu ilâhî mührü vurmuştur. Bu asla tesadüf olamaz. Tesadüf olsaydı birkaç insanın avucunda olurdu.”
Arif Nihat, Adanalı değildi ama orayı çok severdi. Öğretmen olarak uzun yıllar görev yapmıştı orada… 05 Ocak’ta meşhur “Bayrak” şiirini yazdı. Yine 05 Ocak’ta Ankara’da hayata gözlerini kapadı. Hakk’a yürüdü. Ben bu tarihleri de tesadüf olarak görmüyorum.
O, yedi günlükken babasını kaybetti. Çok fakirdiler. Babasından üç şey kaldı ona…Yırtık bir yorgan, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Marifetnamesi ve tahtadan yapılma bir güneş saati!… Bütün bu fakirliğine rağmen hayatının hiçbir döneminde komünist olmadı. Bir gün kendisine: “Üstadım bu memlekette zengin çocukları bile komünist olurken, siz çektiğiniz bu fakirlik ve zorluklara rağmen niçin komünist olmadınız?” diye sordum. Keşke sormaz olaydım. Gözleri irileşti, adeta gürleyerek: “Sen benim Türk olduğumu bilmiyor musun? Bir Türk aç kalsa da asla komünist olmaz.”dedi. Demedi, adeta kükredi.
Nükteleri meşhurdu onun. Eşi Servet Hanım, Kimya öğretmeniydi. O zamanlar onlu not sistemi geçerliydi. Servet Hanım’ın öğrencileri, hocalarını Arif Nihat’a şikâyet etmişler. Bir ilâ beş arasında not verdiğini, beşten yukarı not alamadıklarını, oysa kendisinin genelde beşten aşağı not vermediğini belirttiler. Bunun üzerine Asya şu nükteli cevabı verir: “Biz aile meclisi olarak karar aldık. Birden beşe kadar notlar eşimin, beşten yukarkiler de benim!..”
Lafı gediğine oturturdu o… Aşırı makyaj yapıp soyunan kadınların bu davranışlarının ardındaki sebebin ne olabileceğine dair kendisine soru yönelten bir muhatabına şu cevabı vermiş: “Onlara sayın demişler, soyun anlamışlar; bayan demişler, boyan anlamışlar!..”
Yavuz Bülent Bakiler’in ardından “Bayrak Şairi” Arif Nihat Asya’yla ilgili olarak konuşan Doç. Dr. Osman Kemal Kayra şu değerlendirmeleri yaptı: “Asya bazı yönlerden Yahya Kemal Beyatlı’ya ve Mehmet Akif Ersoy’a benzerdi. O, bazı şiirlerinde Akif’in duygu ve düşünceleriyle örtüşür. Kıbrıs davasının yılmaz savunucularındandı Arif Nihat... Kıbrıs’ta Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görev yaptığı için bu ülke insanının yapısını çok iyi bilirdi. Rumların uzlaşmaz tutumlarıyla ilgili olarak: “Onlar lütfenden anlamaz ulandan anlar; onlar dilden anlamaz elden anlar; Onlar önsözden anlamaz sonsözden anlar.” derdi.
Kendisine Turan ülküsüyle ilgili sorulan sorulara cesurca ve argo tabirle kıvırmadan açık ve net olarak şu cevabı vermiştir: “Her müslümanın Cennete girme ülküsü olduğu gibi, her Türk’ün de Turan ülküsü vardır, olmalıdır!..” Bu kadar açık ve net konuşurdu o…”
Türk’e ve Türk’ün millî ve manevî değerlerine gönül vermiş, bu mümtaz şahsiyetli şairimize doğumunun 100. yılında Allah’tan rahmet diliyorum. Böyle faydalı toplantı ve faaliyetlerin artarak devam etmesini temenni ediyorum. Bu anma toplantısını tertip eden İLESAM Trabzon Temsilcisi kıymetli araştırmacı- yazar Sayın Ahmet Musaoğlu’ya, KTÜ Türk Dili Bölüm Başkanı sayın Doç. Dr. Osman Kemal Kayra’ya, ta uzaklardan teşrif edip gelen Sayın İbrahim Metin’e ve yaşayan Dede Korkut’umuz mümtaz şahsiyet değerli şair ve yazar Sayın Yavuz Bülent Bakiler’e en samimi duygularımla teşekkür ediyor, sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum. Zira böyle değerlere bugün, dünden daha çok ihtiyacımız vardır.
Bilindiği üzere Arif Nihat Asya, bundan tam yüz yıl önce 1904 senesinde dünyaya gelmişti. Şu anda 2004 yılını idrak ediyoruz. Yani bu yıl Arif Nihat’ın yüzüncü doğum yılı… O, yüksek tahsilini İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde tamamlayarak Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni oldu. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu.
Geçen hafta(06 Mart 2004 Cumartesi ) Trabzon’da Hamamîzade İhsanbey Kültür Merkezi’nde T.C.Kültür Bakanlığı ve İlesam(İlim Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) Trabzon Temsilciliği tarafından “Doğumunun Yüzüncü Yılında Bayrak Şâiri Arif Nihat Asya” konulu bir panel düzenlendi. Panel başlamadan evvel İlesam Trabzon İl Temsilcisi Araştırmacı –Yazar Jeoloji Yüksek Mühendisi Ahmet Musaoğlu “100. Doğum Yılında Arif Nihat Asya” panelinin açış ve takdim konuşmasını yaptı. Onun ardından İlesam Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Osman Oktay kürsüye gelerek gündemle ilgili kişisel duygularını dile getirdi. Oktay şöyle dedi: “Bu gibi kültürel toplantıları daha çok İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde yapıyorduk. Meğer yanılmışız. Bugün bu kalabalığı görünce bunu fark ettim.”
Sayın Oktay’ın bu tespitini ve samimi itirafını biz yıllarca dile getirdik. Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret olmadığını, Anadolu’da kültürel açıdan büyük bir açlık, boşluk ve potansiyel bulunduğunu söyleyip durduk ama sesimizi işittiremedik. Trabzon gibi tarihî ve kültürel açıdan zengin bir şehirde her hafta böyle bir faaliyetin yapılması zorunludur.
Ardından İlesam Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Kocaoğlu kürsüden dinleyicilere seslenerek şu çarpıcı açıklamalarda bulundu: “Bizim kadar kültürüne ve medeniyetine kayıtsız bir millet göstermek bilmem mümkün müdür? Geçtiğimiz yıllarda Batılı Ermeni lobileri “Ararat” isimli bir film çektiler. Bu filmde Türkler vahşi, katil ve canavar bir millet olarak gösterildi. Sanki bütün Ermenileri kılıçtan geçirerek kesip doğramışız. Filmde böyle bir tarihî yalan işleniyor. Bu film Batılı bir ülkenin aleyhine çekilseydi dünyanın hiçbir yerinde yayınına izin verilmezdi. En kısa zamanda yayından kaldırırlardı. Biz ne yaptık? Bu filmin dünyadaki gösterimini engellemeyi bir yana bırakın, Türkiye’de izlenmesine devlet olarak izin verdik. Neymiş efendim, demokrasi adına, hoşgörü adına!.. Neyse ki Türk vatandaşı bir kısım ehli insaf Ermeni, bu filmde anlatılanların tarihî gerçeklerle bağdaşmadığını söyleyerek filmin yayından kaldırılmasına sebep oldular.”
Bu kısa konuşmalardan sonra paneli yöneten Ahmet Musaoğlu, katılımcı konuşmacılardan KTÜ Rektörlük Türk Dili Bölüm Başkanı Doç. Dr. Osman Kemal Kayra, Gazeteci Yazar İbrahim Metin, şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler salondakileri selâmlayarak panele başladılar. İlk sözü alan Osman Kemal Kayra, öncelikle Arif Nihat Asya’dan evvelki dönemlerin sosyal, kültürel ve siyasî hayatını özetledi. Şair ve yazarları değerlendirirken onların yaşadıkları dönemin göz ardı edilmemesini, mutlaka dikkate alınmasını tembihledi. 1850 ile 1918 arasındaki senelerin Türk’e kefen biçildiği zor yıllar olduğunu hatırlattı.
Misafir katılımcılardan Konyalı İbrahim Metin, Arif Nihat Asya’yla ilgili pek çok hatırasının olduğunu, hatta Büyük Şair’in kiracısı olma bahtiyarlığını da yaşadığını belirtti.
Onların ardından Türkiye’nin yaşayan Dede Korkut’u, Türk şiirinin çınarlarından, Türkçenin ve Türkiye’nin sevdalısı çok kıymetli şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler, aziz dostu Arif Nihat Asya’yla ilgili şu enteresan değerlendirmeleri ve tespitleri yaptı:
“Arif Nihat Asya, bizim sulh zamanlarımızdaki kahramanlarımızdandır. Balzac milleti tarif ederken: “Millet edebiyatı olan topluluktur.” diyor. Ne kadar doğru!.. Gençlerimiz Arif Nihat’ı yeterince tanıyıp bilmiyorlar. Onu bilmeyenler büyük bir kültürel çıkmazın ve karanlığın eşiğindedirler. Benim şahsiyetimin şekillenmesinde Arif Nihat Asya, Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Akif Ersoy gibi isimlerin büyük tesiri vardır. Onların yazdıkları ve yaşadıkları, karakterimin şekillenmesinde etkili olmuştur.
1955’te Hukuk Fakültesi’ni kazanıp Ankara’daki okuluma kaydımı yaptırırken rahmetli babam bana: “Bak oğlum, beni iyi dinle!..Yeni arkadaş muhitini Türk Ocağı arasından seçeceksin.” diye uyarıda bulundu. Galip Erdem ve Arif Nihat gibi dev şahsiyetleri orada tanıdım. Asya’yla abi-kardeş münasebetimiz, vefatına kadar devam etti. Ondan çok şey öğrendim. O, şiirlerinde doğum ve ölümü çok müstesna bir tarzda ifade etmiştir.
Arif, 05 Ocak 1975’te Ankara Numune Hastanesi’nde öldü. Yakınları onu ölümüne yakın günlerde terk ettiler. Eşi Servet Hanım’a: “Hanım şu telefon defterini getir bakalım. Bizim dostlarımız vardı bir zamanlar!.. Ne oldular şimdi?” diye serzenişte bulunmuştu.
Arif Nihat Asya büyük bir şair ve yazardır. Ömrü boyunca 23 şiir, 10 nesir kitabı yazmıştır. Ben de onun eş ve dostuna yazdığı 97 mektubunu derleyerek kitap hâline getirdim.
Asya, asla sıradan bir insan değildi. Onun için de sıradanlığı sevmezdi. O yıllarda Ziya Gökalp’in kardeşi, abisiyle ilgili olarak bir anma programı düzenlemiş Diyarbakır’da. Arif’i de o anma programına çağırmışlar. Fakat o, şu gerekçeleri ileri sürerek, fikirlerinden ilham aldığı ve çok sevdiği Gökalp’in anma programına katılmamış: “Şimdi orada Ziya Gökalp nerede doğdu, nerede öldü, neler yaptı gibi sıradan ve bilindik şeyler anlatacaklar. Ben bu gibi abidevî şahsiyetlerin kuru kuruya anlatılmasına karşıyım. Basmakalıp ifadelerden hoşlanmam. Onun hususi hayatıdır mühim olan. İnsanlar böyle kuru malûmatlardan usandı artık.”
Arif Nihat Asya’nın ne zaman, nerede doğduğu önemli değil. Onun düşünce dünyası ve hususi özellikleri önemlidir. O bir halk adamıydı. Bütün değerlerimize bağlı bir Türk milliyetçisiydi. Atatürk : “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyor. Kültür bu kadar önemli. Asya, Türk kültürünün bütün değerlerini yaşamış ve yaşatmıştır. Ziya Gökalp, milleti dil ve din birliğine sahip topluluk olarak tarif ediyor. Ne kadar isabetli bir tespit…
Şair Arif Nihat Asya, Türkçenin inceliklerini eserlerinde işlemiştir. Bizlere düşen görev onun ışığını çocuklarımıza götürerek onları aydınlatmaktır. Onun o güzel Türkçesini, nesrini ve şiirlerini yeni nesilleri okutmalıyız. “Bayrak” şiirini ilâhî bir tecelliyle yazmıştır O.
Bugünün tabiriyle medyadan çok şikâyetçiydi Arif Nihat Asya... O yıllarda TRT bir kez olsun onunla program yapmadı. Program yapmayı bir kenara bırakın, kendisinden bir satır bile söz etmedi. Kıbrıs’ta öğretmenlik yaptığı 1960’lı yıllarda Kıbrıs Rum Televizyonu bile kendisiyle bir program yaptı ama bizimkiler böyle bir şeyi akıl etmedi bile. Ne kadar yazık!...
Bizim, kendini radikal diye topluma kabul ettiren sözde aydınlarımızın çoğu bütün millî değerlerimize karşıdır. Bunlardan biri olarak kabul edilen yazarlardan Özdemir İnce, bir Yunanlı dostunun davetine icabet ederek, evine gitmiş. Bir de bakmış ki adamın evinin bahçesinde büyük bir Yunan bayrağı asılıyor. İnce, buna pek şaşırmış. Türkiye’ye dönünce bunu bir yazısında dile getirmiş. Böyle bir şeyi gündeme getirmesine bile tahammül edemeyen aynı zihniyetteki diğer yazar arkadaşları ona büyük tepki göstermişler.
Arif Nihat’tan bahsedilirken onunla özdeşleşen “Bayrak” şiiri okunur da bu şiirin “Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim” bölümü okunmaz. Buna bile tahammül edemezler.
Arif Nihat Asya, gülümsemesini ve gülümsetmesini bilen nüktedan bir insandı. 1940’lı yıllarda Adana’da bir gece, dostuna ziyarete gitmiş. Malûm dönüşte eve yürüyerek gitmek zorunda… Ötelerden bir köpek sesi duymuş. Sesin sahibi köpek, iyice yaklaşmış onlara. Kucağındaki çocuğu Fırat’ı, eşine vermiş. Başlamış köpekle taktik savaşına. Köpek ne yapmışsa o da onu yapmış. Kendi tabiriyle köpekle hırlaşmış; köpeğe köpeğin diliyle cevap vermiş.15 dakika böyle bir hırlaşmadan sonra köpeği kaçırmış. Bunu aynen bana anlattıktan sonra şöyle devam etti: “Yavuz, biz köpekle köpekçe, insanla insanca konuşmasını biliriz.”
Asya, hazırcevap bir insandı. Zamanın Millî Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel, Malatya’da okulları geziyor. O vakitler Arif Nihat Asya da Malatya’da bir lisede müdürlük yapıyor. Tabiî ki birbirini çok iyi tanıyorlar. Çünkü Yücel, bakanlığının yanında yazar olarak da kendini kabul ettirmiş bir isim… Fakat ikisi de farklı düşüncelerin temsilcileri… Bakan, okulun durumunu beğenmiyor: “Bu ne biçim okul; okuldan çok hapishaneye benziyor.”diyor. Asya cevabı yapıştırıyor: “Efendim ben bu okul yapıldıktan sonra geldim. Yoksa siz beni buraya hapishane müdürü diye mi gönderdiniz.” Bakan Yücel çok kızar ama belli etmez. Arif Nihat’ı bırakmaya hiç niyeti yoktur. Tahkire(aşağılamaya) devam ederek eleştirilerini giyimine yöneltir: “Hoca o ne biçim kıyafet… Paçaların çamur içinde...”der. Asya kızar, hatta köpürür. Şu üstü kapalı ve kinayeli cevabı verir: “Sayın Bakan!.. Paçalarımı ağzınıza almayın.” Daha sonra müdürlükten alınarak Türkçe ve Fransızca öğretmenliğine indirilir.
Türk şiirinin son dönemine apayrı bir ses, renk ve soluk getiren Arif Nihat, iyi bir müslümandı. Bir gün bana: “Yavuz sağ elini aç bakayım. Arapça rakamlarla kaç yazıyor, oku!”… Açtım baktım Arap rakamlarıyla 81 yazıyordu. “Sol avucunu aç; onda ne yazıyor?” dedi. Açtım, onda da 18 yazıyordu. “81’le 18’i topla” dedi. Topladım…99… “Bu rakam sana neyi hatırlatıyor?” diye sordu. “Tabiî ki Allah’ın 99 sıfatı!...” diye cevapladım. “Peki, 81’den 18’i çıkarınca kaç kalıyor?” Elbette 63… “Peki bu sana neyi çağrıştırıyor?” diye sordu. Düşündüm!... Aklıma hemen Resulullah Efendimizin ölüm yaşı geldi. Peygamberimiz 63 yaşında ölmüştü. Bana dönerek: “Bak Yavuz! Allah milyarlarca insanın avucuna bu ilâhî mührü vurmuştur. Bu asla tesadüf olamaz. Tesadüf olsaydı birkaç insanın avucunda olurdu.”
Arif Nihat, Adanalı değildi ama orayı çok severdi. Öğretmen olarak uzun yıllar görev yapmıştı orada… 05 Ocak’ta meşhur “Bayrak” şiirini yazdı. Yine 05 Ocak’ta Ankara’da hayata gözlerini kapadı. Hakk’a yürüdü. Ben bu tarihleri de tesadüf olarak görmüyorum.
O, yedi günlükken babasını kaybetti. Çok fakirdiler. Babasından üç şey kaldı ona…Yırtık bir yorgan, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Marifetnamesi ve tahtadan yapılma bir güneş saati!… Bütün bu fakirliğine rağmen hayatının hiçbir döneminde komünist olmadı. Bir gün kendisine: “Üstadım bu memlekette zengin çocukları bile komünist olurken, siz çektiğiniz bu fakirlik ve zorluklara rağmen niçin komünist olmadınız?” diye sordum. Keşke sormaz olaydım. Gözleri irileşti, adeta gürleyerek: “Sen benim Türk olduğumu bilmiyor musun? Bir Türk aç kalsa da asla komünist olmaz.”dedi. Demedi, adeta kükredi.
Nükteleri meşhurdu onun. Eşi Servet Hanım, Kimya öğretmeniydi. O zamanlar onlu not sistemi geçerliydi. Servet Hanım’ın öğrencileri, hocalarını Arif Nihat’a şikâyet etmişler. Bir ilâ beş arasında not verdiğini, beşten yukarı not alamadıklarını, oysa kendisinin genelde beşten aşağı not vermediğini belirttiler. Bunun üzerine Asya şu nükteli cevabı verir: “Biz aile meclisi olarak karar aldık. Birden beşe kadar notlar eşimin, beşten yukarkiler de benim!..”
Lafı gediğine oturturdu o… Aşırı makyaj yapıp soyunan kadınların bu davranışlarının ardındaki sebebin ne olabileceğine dair kendisine soru yönelten bir muhatabına şu cevabı vermiş: “Onlara sayın demişler, soyun anlamışlar; bayan demişler, boyan anlamışlar!..”
Yavuz Bülent Bakiler’in ardından “Bayrak Şairi” Arif Nihat Asya’yla ilgili olarak konuşan Doç. Dr. Osman Kemal Kayra şu değerlendirmeleri yaptı: “Asya bazı yönlerden Yahya Kemal Beyatlı’ya ve Mehmet Akif Ersoy’a benzerdi. O, bazı şiirlerinde Akif’in duygu ve düşünceleriyle örtüşür. Kıbrıs davasının yılmaz savunucularındandı Arif Nihat... Kıbrıs’ta Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görev yaptığı için bu ülke insanının yapısını çok iyi bilirdi. Rumların uzlaşmaz tutumlarıyla ilgili olarak: “Onlar lütfenden anlamaz ulandan anlar; onlar dilden anlamaz elden anlar; Onlar önsözden anlamaz sonsözden anlar.” derdi.
Kendisine Turan ülküsüyle ilgili sorulan sorulara cesurca ve argo tabirle kıvırmadan açık ve net olarak şu cevabı vermiştir: “Her müslümanın Cennete girme ülküsü olduğu gibi, her Türk’ün de Turan ülküsü vardır, olmalıdır!..” Bu kadar açık ve net konuşurdu o…”
Türk’e ve Türk’ün millî ve manevî değerlerine gönül vermiş, bu mümtaz şahsiyetli şairimize doğumunun 100. yılında Allah’tan rahmet diliyorum. Böyle faydalı toplantı ve faaliyetlerin artarak devam etmesini temenni ediyorum. Bu anma toplantısını tertip eden İLESAM Trabzon Temsilcisi kıymetli araştırmacı- yazar Sayın Ahmet Musaoğlu’ya, KTÜ Türk Dili Bölüm Başkanı sayın Doç. Dr. Osman Kemal Kayra’ya, ta uzaklardan teşrif edip gelen Sayın İbrahim Metin’e ve yaşayan Dede Korkut’umuz mümtaz şahsiyet değerli şair ve yazar Sayın Yavuz Bülent Bakiler’e en samimi duygularımla teşekkür ediyor, sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum. Zira böyle değerlere bugün, dünden daha çok ihtiyacımız vardır.
6 Mayıs 2009 Çarşamba
10. Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali
M.NİHAT MALKOÇ
Atatürk’ün dediği gibi “Tiyatro bir milletin kültür seviyesinin aynasıdır” Tiyatro hayata renk ve ahenk katan güzel bir görsel şölendir. Tiyatrosu olan şehirleri hep bahtlı şehirler olarak görürüm; öte yandan tiyatrosu olmayan şehirlere de yanarım, üzülürüm. “Aman çok mu önemli?” diyenleriniz olabilir. Evet, tiyatro çok önemli… Ekmek, su kadar olmasa da… Monotonlaşan hayatımızın açmazlarını açan bir altın anahtardır tiyatro…
Tiyatro bambaşka bir keyiftir; bu keyfi tadanlar onun tiryakisi olurlar. Keşke alkol, uyuşturucu, sigara gibi muzır maddelerin değil de tiyatronun tiryakisi olabilsek. Tiyatro bazen bir mektep misali doğruları, yanlışları ortaya döküp sorguluyor; bazen güldürüyor, bazen düşündürüyor, bazen de hüzünlendiriyor bizi. Zira tiyatronun hayata dönük yüzlerce yüzü var.
Tiyatro aslında bir yaşam biçimi, hayata farklı açılardan bakmanın bir başka yolu… Tiyatro çok kere aç ruhları besler; susuzluktan kuruyan gönüllere bir damla oluverir. O, hayatın merkezine akan bir pınardır. Bu kaynaktan kana kana içmeliyiz. Bu pınarı kirletmeye çalışanlara da asla müsaade etmemeliyiz. Tiyatronun evrensel dilinden faydalanmalıyız.
Her şey 10 yıl evvel ‘Karadeniz’e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Buluşması’ adıyla başladı… Bunun bir geleneksel festivale dönüşeceğini ve her yıl düzenli olarak yapılacağını tahmin etmiyorduk o zamanlar… Bir saman alevi gibi gelir geçer diyorduk. Ama iyi ki öyle olmadı. Trabzon’dan dünyaya bir tiyatro festivali armağan edildi. 21 yıl evvel açılan Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun şimdi 10 yıllık geleneği olan ve büyük ilgi gören nur topu gibi bir festivali var. Bu görsel şölen kapsamında bugüne kadar 21 farklı ülke ağırlandı. Bu ülkelerden 62 tiyatro topluluğu güzel şehrimize gelerek tiyatro adına bütün güzellikleri halkımızla, sanatseverlerle paylaştı. Festival kapsamında bugüne kadar 131 oyun sahnelendi Haluk Ongan’da… Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünce düzenlenen Adana Festivali’nden sonraki en eski festival olma özelliğini taşıyor. Katılan ülke ve grup sayısı bakımından bu festival benzerlerine fark atıyor. Bu da Trabzon’un farkını gösteriyor. Bu kentin bundan sonra kültür, sanat ve edebiyatla anılması gerekir. Trabzon’a da bu yakışır zaten… Zira tarihe baktığımızda güzelliklerle dolu bir Trabzon görüyoruz.
Bu yıl onuncusu düzenlenen Karadeniz Tiyatro Festivali 02 Mayıs 2009 Pazar günü başladı. Bu seneki festivale 14 ülke iştirak ediyor. Festival 15 Mayıs 2009 tarihine kadar devam edecek. O güne kadar tiyatro severler sanatın evrensel diline şahit olacaklar. Romanya, Fransa, Moldova, KKTC, Almanya, Rusya Federasyonu, Polonya, Gürcistan, İspanya, İsrail, Bulgaristan, Kazakistan ve Kanada gibi ülkeler katılıyor bu yılki festivale. Bu seneki festivale Ermenistan ve Azerbaycan’ın katılmaması doğrusu dikkatlerden kaçmıyor. Diyelim ki Azerbaycan, Ermenistan sınır kapısının açılma ihtimali endişesiyle Türkiye’yi protesto ediyor. Peki, bugüne kadar festivale katılan Ermenistan bu yılki tiyatro şenliğine niçin gelmedi?
Bu seneki Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivaline Kazakistan, Polonya ve KKTC ilk kez katılıyor. Bu arada Kanada, festival kapsamında oyun sahnelemeyecek, sadece atölye çalışması yapacaktır. Festivale Romanya ve Moldova’dan ikişer grup katılacaktır.
Karadeniz Tiyatro Festivali her geçen gün daha da güzelleşiyor ve bir gelenek haline dönüşüyor. Geçen on yıl içinde festivalde büyük mesafeler alındığını görüyoruz. Her geçen yıl, başarı çıtasını daha da yukarı çıkarıyorlar. Halkın ilgisi de zaman geçtikçe daha da artıyor. Dil bir sorun olsa da tiyatronun evrensel yanı bu sorunu da ortadan kaldırıyor. Bu arada bu yıl yabancı oyunlar sırasında alt yazılar sahnenin iki tarafına yansıtılacak ve böylelikle izleyicilerin, konuşmaları anlayabilme imkânı olacak. Bu sefer de, oyunu takip etme zorluğu olacak. Fakat bunun başka bir yolu da yoktur sanırım. Yetkililerin belirttiğine göre ilk yıllarda 3 bin 500 olan seyirci sayısı bugünlerde 4 bin 700’e çıkmış… Daha da artması bekleniyor.
Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali bir emeğin ve gayretin ürünü.. Seyircilerin bu emeğin hakkını oyunları seyrederek vermesi gerekir. Katkısı olan herkese sonsuz teşekkürler.
Atatürk’ün dediği gibi “Tiyatro bir milletin kültür seviyesinin aynasıdır” Tiyatro hayata renk ve ahenk katan güzel bir görsel şölendir. Tiyatrosu olan şehirleri hep bahtlı şehirler olarak görürüm; öte yandan tiyatrosu olmayan şehirlere de yanarım, üzülürüm. “Aman çok mu önemli?” diyenleriniz olabilir. Evet, tiyatro çok önemli… Ekmek, su kadar olmasa da… Monotonlaşan hayatımızın açmazlarını açan bir altın anahtardır tiyatro…
Tiyatro bambaşka bir keyiftir; bu keyfi tadanlar onun tiryakisi olurlar. Keşke alkol, uyuşturucu, sigara gibi muzır maddelerin değil de tiyatronun tiryakisi olabilsek. Tiyatro bazen bir mektep misali doğruları, yanlışları ortaya döküp sorguluyor; bazen güldürüyor, bazen düşündürüyor, bazen de hüzünlendiriyor bizi. Zira tiyatronun hayata dönük yüzlerce yüzü var.
Tiyatro aslında bir yaşam biçimi, hayata farklı açılardan bakmanın bir başka yolu… Tiyatro çok kere aç ruhları besler; susuzluktan kuruyan gönüllere bir damla oluverir. O, hayatın merkezine akan bir pınardır. Bu kaynaktan kana kana içmeliyiz. Bu pınarı kirletmeye çalışanlara da asla müsaade etmemeliyiz. Tiyatronun evrensel dilinden faydalanmalıyız.
Her şey 10 yıl evvel ‘Karadeniz’e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Buluşması’ adıyla başladı… Bunun bir geleneksel festivale dönüşeceğini ve her yıl düzenli olarak yapılacağını tahmin etmiyorduk o zamanlar… Bir saman alevi gibi gelir geçer diyorduk. Ama iyi ki öyle olmadı. Trabzon’dan dünyaya bir tiyatro festivali armağan edildi. 21 yıl evvel açılan Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun şimdi 10 yıllık geleneği olan ve büyük ilgi gören nur topu gibi bir festivali var. Bu görsel şölen kapsamında bugüne kadar 21 farklı ülke ağırlandı. Bu ülkelerden 62 tiyatro topluluğu güzel şehrimize gelerek tiyatro adına bütün güzellikleri halkımızla, sanatseverlerle paylaştı. Festival kapsamında bugüne kadar 131 oyun sahnelendi Haluk Ongan’da… Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünce düzenlenen Adana Festivali’nden sonraki en eski festival olma özelliğini taşıyor. Katılan ülke ve grup sayısı bakımından bu festival benzerlerine fark atıyor. Bu da Trabzon’un farkını gösteriyor. Bu kentin bundan sonra kültür, sanat ve edebiyatla anılması gerekir. Trabzon’a da bu yakışır zaten… Zira tarihe baktığımızda güzelliklerle dolu bir Trabzon görüyoruz.
Bu yıl onuncusu düzenlenen Karadeniz Tiyatro Festivali 02 Mayıs 2009 Pazar günü başladı. Bu seneki festivale 14 ülke iştirak ediyor. Festival 15 Mayıs 2009 tarihine kadar devam edecek. O güne kadar tiyatro severler sanatın evrensel diline şahit olacaklar. Romanya, Fransa, Moldova, KKTC, Almanya, Rusya Federasyonu, Polonya, Gürcistan, İspanya, İsrail, Bulgaristan, Kazakistan ve Kanada gibi ülkeler katılıyor bu yılki festivale. Bu seneki festivale Ermenistan ve Azerbaycan’ın katılmaması doğrusu dikkatlerden kaçmıyor. Diyelim ki Azerbaycan, Ermenistan sınır kapısının açılma ihtimali endişesiyle Türkiye’yi protesto ediyor. Peki, bugüne kadar festivale katılan Ermenistan bu yılki tiyatro şenliğine niçin gelmedi?
Bu seneki Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivaline Kazakistan, Polonya ve KKTC ilk kez katılıyor. Bu arada Kanada, festival kapsamında oyun sahnelemeyecek, sadece atölye çalışması yapacaktır. Festivale Romanya ve Moldova’dan ikişer grup katılacaktır.
Karadeniz Tiyatro Festivali her geçen gün daha da güzelleşiyor ve bir gelenek haline dönüşüyor. Geçen on yıl içinde festivalde büyük mesafeler alındığını görüyoruz. Her geçen yıl, başarı çıtasını daha da yukarı çıkarıyorlar. Halkın ilgisi de zaman geçtikçe daha da artıyor. Dil bir sorun olsa da tiyatronun evrensel yanı bu sorunu da ortadan kaldırıyor. Bu arada bu yıl yabancı oyunlar sırasında alt yazılar sahnenin iki tarafına yansıtılacak ve böylelikle izleyicilerin, konuşmaları anlayabilme imkânı olacak. Bu sefer de, oyunu takip etme zorluğu olacak. Fakat bunun başka bir yolu da yoktur sanırım. Yetkililerin belirttiğine göre ilk yıllarda 3 bin 500 olan seyirci sayısı bugünlerde 4 bin 700’e çıkmış… Daha da artması bekleniyor.
Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali bir emeğin ve gayretin ürünü.. Seyircilerin bu emeğin hakkını oyunları seyrederek vermesi gerekir. Katkısı olan herkese sonsuz teşekkürler.
5 Mayıs 2009 Salı
2 Mayıs 2009 Cumartesi
Kanunî Haftası ve Trabzon
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon, Yavuz Sultan Selim’in uzun yıllar valilik yaptığı, onun oğlu olan Kanunî Sultan Süleyman’ın doğduğu müstesna bir şehirdir. Atapark’ta türbesi bulunan Gülbahar Hatun, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in annesi ve 2. Bayezid’in eşidir. Trabzon’umuz bu mümtaz şahsiyetlerin hatırasını yaşatarak en güzel vefa örneğini göstermektedir.
Kanunî deyip geçmeyin; o Osmanlı’nın en şaşalı dönemlerine tuğrasını basmıştır. Osmanlı tahtında 46 yıl boyunca padişah sıfatıyla oturmuş, bu devletin sınırlarını alabildiğine genişletmiştir. Kanunî, idareciliğinin yanında ‘Muhibbî’ mahlasıyla şiirler de yazmıştır.
Trabzon, Kanunî Haftası’yla canlandı. Cihan Padişahı Kanunî Sultan Süleyman, doğumunun 514. yıldönümünde doğum yeri olan Trabzon’da çeşitli etkinliklerle anıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun “Muhteşem” lakaplı 10. Padişahı olan Kanunî Sultan Süleyman’ın doğumunun 514. yıldönümü, Muhteşem Kanunî Vakfı tarafından düzenlenen çeşitli etkinliklerle kutlandı. Trabzon, Kanunî’ye duyduğu sevgiyi ve vefayı gösterdi.
Her yıl 27 Nisan–2 Mayıs tarihleri arasında kutlanıyor Kanunî Haftası… Bu seneki etkinlikler Türk-Macar Dostluk Parkı’nda Kanunî Anıtı önünde basın açıklaması yapılmasıyla başladı. Daha sonra kutlamalar çerçevesinde Uzunsokak’tan başlayan ve Ortahisar’daki Kanunî Evi önünde son bulan bir yürüyüş düzenlendi. Trabzon Belediyesi Mehter Takımı en güzel marşlarımızdan örnekler sundu; yürüyüş boyunca mehter takımı değişik eserler çalarak halkı coşturdu. Genç bir arkadaş Kanunî Sultan Süleyman kılığına girerek tören boyunca halkın içinde bulundu. Uzunsokak’tan başlayan ve Ortahisar’da son bulan yürüyüşe Trabzon Valisi Nuri Okutan, Belediye Başkan Vekili Ergin Aydın, Muhteşem Kanunî Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ali Baki, vakıf yöneticileri ve üyeleri, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı. Kanunî Evi önünde devam eden kutlamalarda Kanunî Sultan Süleyman’ı çeşitli yönleriyle anlatan birbirinden güzel konuşmalar yapıldı. Yine burada hafta dolayısıyla düzenlenen spor, resim ve kompozisyon yarışmalarında dereceye giren öğrencilere ve halktan kişilere ödülleri verildi. Kanunî Evi’nde resim sergisi ve araştırmacı-yazar Mustafa Yazıcı’nın eserlerinin gösterildiği 16. Kişisel Kitap Sergisi açıldı. Burada Yazıcı’nın kültürel birikimlerine yer verildi.
Kanunî Haftası kapsamında Ortahisar’da düzenlenen anma töreninde Trabzon Valisi Nuri Okutan uzun ve anlamlı bir konuşma yaptı. Konuşmasında Kanunî’nin insanî, şairlik, idarecilik yönlerine değinerek şunları söyledi: “Bizim tabirimizle Kanunî, Avrupalı tarihçilerin ‘Muhteşem Süleyman’ diye ifade ettikleri Cihan Padişahı Sultan Süleyman, devlet adamlığının yanında bir ilim ve sanat adamıdır. Kanunî Sultan Süleyman, Trabzon’da, şu an üzerinde bulunduğumuz mekânlarda at koşturan, oyun oynayan, eğitim gören bir sultandır. Muhteşem Süleyman, kılıcının üzerine hamsi motifi işletecek, zaferden zafere koşarken sırtında Trabzon ketanından gömlek giyecek kadar Trabzonludur ve ufkunu Trabzon’dan almıştır. Ölünceye kadar her Trabzonlu gibi Trabzon’u hep gönlünde yaşatmıştır.”
Kanunî Haftası etkinlikleri kapsamında KTÜ Prof. Dr. Osman Turan Kültür ve Kongre Merkezi’nde TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız tarafından “Bir Kelimeden Bir Medeniyete Kanunî ve İyilikler Sitesi” adlı bir de konferans verildi. Yediyıldız, katılımcılara slâytlar eşliğinde Osmanlı döneminde vakıflar aracılığıyla yaşama geçirilen eserlerle ilgili bilgiler verdi ve gelen soruları cevapladı.
changeTarget(document.getElementById("news_content"))
Kanunî Haftası etkinliklerini çok önemsiyorum. Kanunî Haftası, şanlı geçmişimizi anmamıza, tarihî değerlerimizi hatırlamamıza vesile oluyor. Böylece gençlerimiz de belli bir tarih bilinci kazanıyor. Bir hafta boyunca yerel ve genel basın bu konuyu işliyor. Hem Trabzon’un, hem de Kanunî Sultan Süleyman’ın tanıtılmasına katkıda bulunuyor bunlar… Yapılan etkinlikler Osmanlı’yı hayatımızın merkezine oturtuyor. Böylece o günleri yâd ediyoruz. Geçmişin şefkat ikliminde soluklanıyoruz. Yarınlara koşarken dünden güç alıyoruz. Bu güzel organizasyonu gerçekleştirenlere gönülden teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Trabzon, Yavuz Sultan Selim’in uzun yıllar valilik yaptığı, onun oğlu olan Kanunî Sultan Süleyman’ın doğduğu müstesna bir şehirdir. Atapark’ta türbesi bulunan Gülbahar Hatun, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in annesi ve 2. Bayezid’in eşidir. Trabzon’umuz bu mümtaz şahsiyetlerin hatırasını yaşatarak en güzel vefa örneğini göstermektedir.
Kanunî deyip geçmeyin; o Osmanlı’nın en şaşalı dönemlerine tuğrasını basmıştır. Osmanlı tahtında 46 yıl boyunca padişah sıfatıyla oturmuş, bu devletin sınırlarını alabildiğine genişletmiştir. Kanunî, idareciliğinin yanında ‘Muhibbî’ mahlasıyla şiirler de yazmıştır.
Trabzon, Kanunî Haftası’yla canlandı. Cihan Padişahı Kanunî Sultan Süleyman, doğumunun 514. yıldönümünde doğum yeri olan Trabzon’da çeşitli etkinliklerle anıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun “Muhteşem” lakaplı 10. Padişahı olan Kanunî Sultan Süleyman’ın doğumunun 514. yıldönümü, Muhteşem Kanunî Vakfı tarafından düzenlenen çeşitli etkinliklerle kutlandı. Trabzon, Kanunî’ye duyduğu sevgiyi ve vefayı gösterdi.
Her yıl 27 Nisan–2 Mayıs tarihleri arasında kutlanıyor Kanunî Haftası… Bu seneki etkinlikler Türk-Macar Dostluk Parkı’nda Kanunî Anıtı önünde basın açıklaması yapılmasıyla başladı. Daha sonra kutlamalar çerçevesinde Uzunsokak’tan başlayan ve Ortahisar’daki Kanunî Evi önünde son bulan bir yürüyüş düzenlendi. Trabzon Belediyesi Mehter Takımı en güzel marşlarımızdan örnekler sundu; yürüyüş boyunca mehter takımı değişik eserler çalarak halkı coşturdu. Genç bir arkadaş Kanunî Sultan Süleyman kılığına girerek tören boyunca halkın içinde bulundu. Uzunsokak’tan başlayan ve Ortahisar’da son bulan yürüyüşe Trabzon Valisi Nuri Okutan, Belediye Başkan Vekili Ergin Aydın, Muhteşem Kanunî Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ali Baki, vakıf yöneticileri ve üyeleri, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı. Kanunî Evi önünde devam eden kutlamalarda Kanunî Sultan Süleyman’ı çeşitli yönleriyle anlatan birbirinden güzel konuşmalar yapıldı. Yine burada hafta dolayısıyla düzenlenen spor, resim ve kompozisyon yarışmalarında dereceye giren öğrencilere ve halktan kişilere ödülleri verildi. Kanunî Evi’nde resim sergisi ve araştırmacı-yazar Mustafa Yazıcı’nın eserlerinin gösterildiği 16. Kişisel Kitap Sergisi açıldı. Burada Yazıcı’nın kültürel birikimlerine yer verildi.
Kanunî Haftası kapsamında Ortahisar’da düzenlenen anma töreninde Trabzon Valisi Nuri Okutan uzun ve anlamlı bir konuşma yaptı. Konuşmasında Kanunî’nin insanî, şairlik, idarecilik yönlerine değinerek şunları söyledi: “Bizim tabirimizle Kanunî, Avrupalı tarihçilerin ‘Muhteşem Süleyman’ diye ifade ettikleri Cihan Padişahı Sultan Süleyman, devlet adamlığının yanında bir ilim ve sanat adamıdır. Kanunî Sultan Süleyman, Trabzon’da, şu an üzerinde bulunduğumuz mekânlarda at koşturan, oyun oynayan, eğitim gören bir sultandır. Muhteşem Süleyman, kılıcının üzerine hamsi motifi işletecek, zaferden zafere koşarken sırtında Trabzon ketanından gömlek giyecek kadar Trabzonludur ve ufkunu Trabzon’dan almıştır. Ölünceye kadar her Trabzonlu gibi Trabzon’u hep gönlünde yaşatmıştır.”
Kanunî Haftası etkinlikleri kapsamında KTÜ Prof. Dr. Osman Turan Kültür ve Kongre Merkezi’nde TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız tarafından “Bir Kelimeden Bir Medeniyete Kanunî ve İyilikler Sitesi” adlı bir de konferans verildi. Yediyıldız, katılımcılara slâytlar eşliğinde Osmanlı döneminde vakıflar aracılığıyla yaşama geçirilen eserlerle ilgili bilgiler verdi ve gelen soruları cevapladı.
changeTarget(document.getElementById("news_content"))
Kanunî Haftası etkinliklerini çok önemsiyorum. Kanunî Haftası, şanlı geçmişimizi anmamıza, tarihî değerlerimizi hatırlamamıza vesile oluyor. Böylece gençlerimiz de belli bir tarih bilinci kazanıyor. Bir hafta boyunca yerel ve genel basın bu konuyu işliyor. Hem Trabzon’un, hem de Kanunî Sultan Süleyman’ın tanıtılmasına katkıda bulunuyor bunlar… Yapılan etkinlikler Osmanlı’yı hayatımızın merkezine oturtuyor. Böylece o günleri yâd ediyoruz. Geçmişin şefkat ikliminde soluklanıyoruz. Yarınlara koşarken dünden güç alıyoruz. Bu güzel organizasyonu gerçekleştirenlere gönülden teşekkürlerimizi sunuyoruz.
26 Nisan 2009 Pazar
25 Nisan 2009 Cumartesi
Taşrada Yazar Olmak...
M.NİHAT MALKOÇ
Taşranın kelime anlamı “dışarı” demektir. Bir diğer anlamı ise ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsidir. Bu tanımdan yola çıkarsak Trabzon taşradır. Fakat taşra demek ikinci sınıf mahal demek değildir. Olumsuz bir sıfat olarak görülmemelidir.
Bizler taşrada yaşayan kalem dostlarıyız. Bundan da hiç şikâyetçi değiliz. Üstelik taşrada zaman daha bereketlidir. Büyükşehirlerde oradan oraya dolaşmaktan günün nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Zihniniz iyice bulanır ve ruhunuz bunalır. Bizler taşralılar olarak kendimizi hayata daha yakın görüyoruz. Fakat bir de taşranın taşrası var. Oralarda yaşamak meşakkatli olsa da oraların da kendi içinde yaşattığı bir sıcaklık ve samimiyet mevcuttur.
Taşra, hayatın süsten ve her türlü makyajdan arınmış saf halidir. Acılar da sevinçler de adam gibi yaşanır orada. Taşrada yaşayanlar her türlü hissiyatla yüz yüzedir. Büyükşehirlerde bu duygu yoğunluğunu bulamazsınız. Soğuktur yüzü taşranın; fakat ruhu sımsıcaktır. Kasvetlidir taşların geceleri de, gündüzleri de… Yokluk kol gezer bu coğrafyada. Cömertliğiniz yokluğun çarklarında ezilir. Lanet edersiniz bu duyguyu taşıdığınıza.
Taşra, insanları acıların teknesinde gözyaşı katıp yoğurarak ‘adam’ kıvamına getirir. Taşrada yaşayan herkes biraz şair, biraz da yazardır kanaatimce. Yokluk ve sefalet insanı şair yapar bir noktadan sonra. Sıkıntılar, iç çekişler kafiyenin ahengine karışır. Taşralı, hayatın sıkıntılarını kitaplardan okumaz, bizzat yaşar; duygular olgunlaşınca da onu sayfalara döker. Bu coğrafyada hayat hüzün kıvamındadır. Fuzuli’nin deyimiyle bazen rüzgârdan başka kimse açmaz kapınızı. Böyle olunca iç dünyanıza tutarsınız sihirli aynanızı, iç sesinizi dinlersiniz.
Taşrada ilham perileri daha çok yoklar şairleri. Zira büyükşehirlerde olduğu kadar iş yoğunluğu yok taşranın ilham perilerinde. Çağırdığınız zaman şıp diye koşup gelirler ayağınıza. Sırtlarında bir yığın siyah beyaz düş taşırlar. Hakikatlerle yoğurursunuz düşleri…
Taşrada yaşayan şair merkeze özenir sürekli. Merkez demekle daha çok İstanbul’u kastediyoruz. Her şeyin olduğu gibi yazının da, şiirin de merkezi İstanbul’dur taşrada yaşayanlar için… Taşralı kalem erbabı bir gün İstanbul’a demir atmanın hesaplarını yapar durur. Oysa merkeze kayan kişi, zamanla farkında bile olmadan kendinden de uzaklaşır.
Şair ve yazar olmak için büyükşehirlerde yaşamak gerekmiyor şüphesiz. Globalleşen şair ve yazar, kazandığını sansa da aslında kaybediyor çok şeyi… Aidiyet sorunu yaşamaya başlıyor bu noktadan sonra. Zihni dağılıyor küresel çarklarda.
Vaktiyle hocam Nazan Bekiroğlu’ya Trabzonlu bir okuru “Sizi görmeye İstanbul’a geleceğim.” diye bir mail göndermiş. Okuduğu kitapların yazarının yanı başında, Trabzon’da yaşadığını öğrenince hem sevinmiş, hem de bundan haberdar olmadığı için çok utanmış.
Şair ve yazar taşrada da büyüyebilir. Anadolu’da, taşrada, Trabzon’da yaşadığı halde Türkiye’nin çok sevdiği bir yazar konumuna yükselen sevgili hocam Nazan Bekiroğlu bu konuda gösterilebilecek en ciddi ve bariz örnektir kanaatimce. Birbirinden başarılı eserler yazan Bekiroğlu’nun şöhreti Trabzon sınırlarını çoktan aşmıştır. O isteseydi İstanbul’da, en iyi özel üniversitede hocalık yaparak büyük paralar kazanabilirdi. Ama o, dört yıllık üniversite hayatı dışında Trabzon’dan hiç ayrılmadı; bu kentten ayrılmayı bile hiç düşünmedi.
‘Bütün iyi edebiyatçılar büyükşehirlerde, özellikle de İstanbul’da yaşar’ anlayışını çürüten yazarlar az değildir. Büyümek için memleketini bırakıp İstanbul yoluna düşen şair ve yazarlara hiçbir zaman hoşgörü ve sevgiyle bakmadım. Ben de İstanbul’u çok seviyorum ama acı tatlı hatıralarımı bağrında saklayan doğduğum ve doyduğum bu toprakları; denizlerinin mavisine, Boztepesi’sinin heybetine, Kisarna’daki madensuyuna, çayına, fındığına kurban olduğum Trabzon’u hiçbir şeye değişmem. Trabzon bizim vatan Kâbe’mizdir, ilk göz ağrımızdır. Uzunsokak’ta bir nisan yağmuru altında ıslanmanın zevkini hiçbir şey veremez.
Boztepe’den kuzeye bakınca şiir gibi görünür bana adına ve şanına kurban olduğum gül yüzlü Trabzon… Ganita’da gün batımında güneşin son ışıklarının, masmavi suları öptüğü demlerde içtiğim tavşankanı çayın keyfini bana neresi verebilir ki? Denizden yeni çıkmış, pulları bile dökülmemiş hamsilerin tavada pişerken çıkardığı o ahenkli ses, bana yanık bir ney sesi kadar munis gelir. Horon tepen gençler bana Anadoluluk bilincini gururla yaşatır.
Günümüzde aslında taşra merkez ayrımı da pek kalmamıştır doğrusu. Çünkü bilgi ve iletişim teknolojileri mesafeleri iyice kısaltmış, adeta yok etmiştir. İnternet ağı bizi dünyayla birleştirmiş, bir örümcek ağı misali kentleri sarıp sarmalamıştır. Artık İstanbul ve diğer kentler bize uzak değil, hemen yanı başımızdalar. Onun için taşra-merkez lafları da eski geçerliliğini kaybetmiştir bu zamanda. Son günlerin moda tabiriyle “Bize her yer Trabzon…”
Bana göre kişiyi yücelten yaşadığı yer değil, verdiği eserdir. Taşrada yaşadığı halde argo tabirle merkezi sallayan eserler veren kalem ustaları az değildir. Bizler bu topraklara aidiz. Alıp başımızı gitsek de başka diyarlarda buradaki gibi rahat edemeyiz. Bu toprağın yağmur sonrası saf kokusu, bu masmavi denizlerin tuzu besler muhayyilemizi... Kayboluruz büyük kentlerde; yalnızlaşırız, yabancılaşırız iyice... Keza büyükşehirlere yerleştikten sonra oralarda kalabalıklar içinde kaybolan ve aidiyet sorunu yaşayan kalem dostları az değildir.
Bilindiği gibi Türk edebiyatının en büyük kalemlerinin çoğu, çocukluklarını ve ilk gençlik yıllarını taşrada geçirmişlerdir. Daha sonra hayat onları geçim telaşıyla büyük kentlere, özellikle de İstanbul’a atmıştır. Necip Fazıl’ı, Cahit Zarifoğlu’yu, Sezai Karakoç’u, Abdürrahim Karakoç’u ve Bahattin Karakoç’u İstanbul değil, taşra yetiştirdi. Onların ruh toprağına taşranın bereketli yağmurları değdi öncelikle… ‘Bin bir baharı saklayan Anadolu’ onları hem şair, hem de adam etti. Taşrada aldılar ilk terbiyeyi ve ruh disiplinini… Şimdilerde Üsküdar’da yaşayan Ahmet Turan Alkan’ın adı Sivas’ta büyümüş, ülke sınırlarını bile aşmıştır. Daha bunlar gibi nice şair ve yazarlar vardır Anadolu’da… İyi ki de varlar.
Bence şairin ve yazarın nerede doğduğunun, nerede doyduğunun ve nereli olduğunun pek bir önemi yok. Şairler ve yazarlar insanlığın ortak sesidir. Barış, dostluk, hoşgörü, sevgi ve muhabbet elçisidir onlar. Kalem erbabı olan şair ve yazarlar yereli, yaşadıkları coğrafyayı aşabilme, dünyayı kucaklayabilme maharetleri ölçüsünce büyürler bence. Mühim olan şey ruhun neyle doldurulduğudur. Ruh neyle dolarsa dışarıya da onun rengi akseder. Merkezde yaşadığı halde taşra ruhuyla, taşrada yaşadığı halde merkez ruhuyla yazanlar az değildir. Siz nerede olursanız olun, iyi eser ortaya koyabiliyorsanız er geç okuyucu tarafından fark edilirsiniz. Hele bugünkü gibi sanal imkânların olduğu ve dünyayı kuşattığı bir zamanda…
Günümüzde taşra da teknolojinin imkânlarını fazlasıyla kullanıyor. Taşrada da kaliteli dergi ve gazeteler çıkarılıyor. Bunlara Kayseri’de çıkan Berceste’yi, Malatya’da çıkan Somuncu Baba’yı, Nida’yı, Van’da çıkan Beyaz Gemi’yi, Adana’da çıkan Ardıç Kuşu’nu, Elazığ’da çıkan Bizim Külliye’yi, Sivas’ta çıkan Aşkar’ı, Buruciye’yi, Sühan’ı, Rize’de çıkan Mavi Yeşil’i, Samsun’da çıkan Yolcu’yu, Sakarya’da çıkan Değirmen’i, Irmak’ı, Bilecik’te çıkan Kardelen’i, şehrimiz Trabzon’da uzun yıllardan beri çıkan Kıyı’yı, Tekne’yi, Mortaka’yı, örnek olarak gösterebiliriz. Bu dergilerin sayısını daha da artırabiliriz. Bu dergiler kıt imkânlarıyla kültür ve sanatta İstanbul dükalığına karşı gönüllü mücadele ediyorlar. Doğrusu çok da güzel dergiler yayınlıyorlar. Ya gazeteler… Onların sayısı daha da çok…
Hırçın bir delikanlıya benzetirim Trabzon’u ben… Uysal ve ürkek bir yaklaşımla bakmaz hayata.… Başa baş, dişe diş mücadele ederek bugünlere gelmiştir Trabzon ve onun içinde yaşayanlar… Dedikoducu kadınlara benzemez Trabzon; merttir ve serttir bu şehir... Fakat onurludur, gururludur, namusludur bu yürek kenti… Kabına sığmaz bu şehir ve onun içindekiler… Onun dilinden anlamak için onu besleyen kaynakları bilmelisiniz öncelikle.
Trabzon’da şair ve yazar olmak ne kadar zorsa, bir o kadar da keyif vericidir. Her şeyden evvel Trabzon’da şair ve yazarlara gösterilen ilgi azdır. Bu aslında sadece Trabzon’a özgü bir durum da değildir. “Marifet iltifata tabidir; müşterisiz meta zayidir.” derler. Aydınlar da marifete iltifat etmede cimri davranıyorlar. Oysa bir eseri beğendiğinizde bunu o eserin yazarına bildirmek gerekir. Sevgi ve takdirlerimizi niçin içimize hapsediyoruz? Yerinde yapılan bir iltifat, muhatabının verimini artırır. Ne olur, duygularınızı içinize gömmeyin…
Taşranın kelime anlamı “dışarı” demektir. Bir diğer anlamı ise ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsidir. Bu tanımdan yola çıkarsak Trabzon taşradır. Fakat taşra demek ikinci sınıf mahal demek değildir. Olumsuz bir sıfat olarak görülmemelidir.
Bizler taşrada yaşayan kalem dostlarıyız. Bundan da hiç şikâyetçi değiliz. Üstelik taşrada zaman daha bereketlidir. Büyükşehirlerde oradan oraya dolaşmaktan günün nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Zihniniz iyice bulanır ve ruhunuz bunalır. Bizler taşralılar olarak kendimizi hayata daha yakın görüyoruz. Fakat bir de taşranın taşrası var. Oralarda yaşamak meşakkatli olsa da oraların da kendi içinde yaşattığı bir sıcaklık ve samimiyet mevcuttur.
Taşra, hayatın süsten ve her türlü makyajdan arınmış saf halidir. Acılar da sevinçler de adam gibi yaşanır orada. Taşrada yaşayanlar her türlü hissiyatla yüz yüzedir. Büyükşehirlerde bu duygu yoğunluğunu bulamazsınız. Soğuktur yüzü taşranın; fakat ruhu sımsıcaktır. Kasvetlidir taşların geceleri de, gündüzleri de… Yokluk kol gezer bu coğrafyada. Cömertliğiniz yokluğun çarklarında ezilir. Lanet edersiniz bu duyguyu taşıdığınıza.
Taşra, insanları acıların teknesinde gözyaşı katıp yoğurarak ‘adam’ kıvamına getirir. Taşrada yaşayan herkes biraz şair, biraz da yazardır kanaatimce. Yokluk ve sefalet insanı şair yapar bir noktadan sonra. Sıkıntılar, iç çekişler kafiyenin ahengine karışır. Taşralı, hayatın sıkıntılarını kitaplardan okumaz, bizzat yaşar; duygular olgunlaşınca da onu sayfalara döker. Bu coğrafyada hayat hüzün kıvamındadır. Fuzuli’nin deyimiyle bazen rüzgârdan başka kimse açmaz kapınızı. Böyle olunca iç dünyanıza tutarsınız sihirli aynanızı, iç sesinizi dinlersiniz.
Taşrada ilham perileri daha çok yoklar şairleri. Zira büyükşehirlerde olduğu kadar iş yoğunluğu yok taşranın ilham perilerinde. Çağırdığınız zaman şıp diye koşup gelirler ayağınıza. Sırtlarında bir yığın siyah beyaz düş taşırlar. Hakikatlerle yoğurursunuz düşleri…
Taşrada yaşayan şair merkeze özenir sürekli. Merkez demekle daha çok İstanbul’u kastediyoruz. Her şeyin olduğu gibi yazının da, şiirin de merkezi İstanbul’dur taşrada yaşayanlar için… Taşralı kalem erbabı bir gün İstanbul’a demir atmanın hesaplarını yapar durur. Oysa merkeze kayan kişi, zamanla farkında bile olmadan kendinden de uzaklaşır.
Şair ve yazar olmak için büyükşehirlerde yaşamak gerekmiyor şüphesiz. Globalleşen şair ve yazar, kazandığını sansa da aslında kaybediyor çok şeyi… Aidiyet sorunu yaşamaya başlıyor bu noktadan sonra. Zihni dağılıyor küresel çarklarda.
Vaktiyle hocam Nazan Bekiroğlu’ya Trabzonlu bir okuru “Sizi görmeye İstanbul’a geleceğim.” diye bir mail göndermiş. Okuduğu kitapların yazarının yanı başında, Trabzon’da yaşadığını öğrenince hem sevinmiş, hem de bundan haberdar olmadığı için çok utanmış.
Şair ve yazar taşrada da büyüyebilir. Anadolu’da, taşrada, Trabzon’da yaşadığı halde Türkiye’nin çok sevdiği bir yazar konumuna yükselen sevgili hocam Nazan Bekiroğlu bu konuda gösterilebilecek en ciddi ve bariz örnektir kanaatimce. Birbirinden başarılı eserler yazan Bekiroğlu’nun şöhreti Trabzon sınırlarını çoktan aşmıştır. O isteseydi İstanbul’da, en iyi özel üniversitede hocalık yaparak büyük paralar kazanabilirdi. Ama o, dört yıllık üniversite hayatı dışında Trabzon’dan hiç ayrılmadı; bu kentten ayrılmayı bile hiç düşünmedi.
‘Bütün iyi edebiyatçılar büyükşehirlerde, özellikle de İstanbul’da yaşar’ anlayışını çürüten yazarlar az değildir. Büyümek için memleketini bırakıp İstanbul yoluna düşen şair ve yazarlara hiçbir zaman hoşgörü ve sevgiyle bakmadım. Ben de İstanbul’u çok seviyorum ama acı tatlı hatıralarımı bağrında saklayan doğduğum ve doyduğum bu toprakları; denizlerinin mavisine, Boztepesi’sinin heybetine, Kisarna’daki madensuyuna, çayına, fındığına kurban olduğum Trabzon’u hiçbir şeye değişmem. Trabzon bizim vatan Kâbe’mizdir, ilk göz ağrımızdır. Uzunsokak’ta bir nisan yağmuru altında ıslanmanın zevkini hiçbir şey veremez.
Boztepe’den kuzeye bakınca şiir gibi görünür bana adına ve şanına kurban olduğum gül yüzlü Trabzon… Ganita’da gün batımında güneşin son ışıklarının, masmavi suları öptüğü demlerde içtiğim tavşankanı çayın keyfini bana neresi verebilir ki? Denizden yeni çıkmış, pulları bile dökülmemiş hamsilerin tavada pişerken çıkardığı o ahenkli ses, bana yanık bir ney sesi kadar munis gelir. Horon tepen gençler bana Anadoluluk bilincini gururla yaşatır.
Günümüzde aslında taşra merkez ayrımı da pek kalmamıştır doğrusu. Çünkü bilgi ve iletişim teknolojileri mesafeleri iyice kısaltmış, adeta yok etmiştir. İnternet ağı bizi dünyayla birleştirmiş, bir örümcek ağı misali kentleri sarıp sarmalamıştır. Artık İstanbul ve diğer kentler bize uzak değil, hemen yanı başımızdalar. Onun için taşra-merkez lafları da eski geçerliliğini kaybetmiştir bu zamanda. Son günlerin moda tabiriyle “Bize her yer Trabzon…”
Bana göre kişiyi yücelten yaşadığı yer değil, verdiği eserdir. Taşrada yaşadığı halde argo tabirle merkezi sallayan eserler veren kalem ustaları az değildir. Bizler bu topraklara aidiz. Alıp başımızı gitsek de başka diyarlarda buradaki gibi rahat edemeyiz. Bu toprağın yağmur sonrası saf kokusu, bu masmavi denizlerin tuzu besler muhayyilemizi... Kayboluruz büyük kentlerde; yalnızlaşırız, yabancılaşırız iyice... Keza büyükşehirlere yerleştikten sonra oralarda kalabalıklar içinde kaybolan ve aidiyet sorunu yaşayan kalem dostları az değildir.
Bilindiği gibi Türk edebiyatının en büyük kalemlerinin çoğu, çocukluklarını ve ilk gençlik yıllarını taşrada geçirmişlerdir. Daha sonra hayat onları geçim telaşıyla büyük kentlere, özellikle de İstanbul’a atmıştır. Necip Fazıl’ı, Cahit Zarifoğlu’yu, Sezai Karakoç’u, Abdürrahim Karakoç’u ve Bahattin Karakoç’u İstanbul değil, taşra yetiştirdi. Onların ruh toprağına taşranın bereketli yağmurları değdi öncelikle… ‘Bin bir baharı saklayan Anadolu’ onları hem şair, hem de adam etti. Taşrada aldılar ilk terbiyeyi ve ruh disiplinini… Şimdilerde Üsküdar’da yaşayan Ahmet Turan Alkan’ın adı Sivas’ta büyümüş, ülke sınırlarını bile aşmıştır. Daha bunlar gibi nice şair ve yazarlar vardır Anadolu’da… İyi ki de varlar.
Bence şairin ve yazarın nerede doğduğunun, nerede doyduğunun ve nereli olduğunun pek bir önemi yok. Şairler ve yazarlar insanlığın ortak sesidir. Barış, dostluk, hoşgörü, sevgi ve muhabbet elçisidir onlar. Kalem erbabı olan şair ve yazarlar yereli, yaşadıkları coğrafyayı aşabilme, dünyayı kucaklayabilme maharetleri ölçüsünce büyürler bence. Mühim olan şey ruhun neyle doldurulduğudur. Ruh neyle dolarsa dışarıya da onun rengi akseder. Merkezde yaşadığı halde taşra ruhuyla, taşrada yaşadığı halde merkez ruhuyla yazanlar az değildir. Siz nerede olursanız olun, iyi eser ortaya koyabiliyorsanız er geç okuyucu tarafından fark edilirsiniz. Hele bugünkü gibi sanal imkânların olduğu ve dünyayı kuşattığı bir zamanda…
Günümüzde taşra da teknolojinin imkânlarını fazlasıyla kullanıyor. Taşrada da kaliteli dergi ve gazeteler çıkarılıyor. Bunlara Kayseri’de çıkan Berceste’yi, Malatya’da çıkan Somuncu Baba’yı, Nida’yı, Van’da çıkan Beyaz Gemi’yi, Adana’da çıkan Ardıç Kuşu’nu, Elazığ’da çıkan Bizim Külliye’yi, Sivas’ta çıkan Aşkar’ı, Buruciye’yi, Sühan’ı, Rize’de çıkan Mavi Yeşil’i, Samsun’da çıkan Yolcu’yu, Sakarya’da çıkan Değirmen’i, Irmak’ı, Bilecik’te çıkan Kardelen’i, şehrimiz Trabzon’da uzun yıllardan beri çıkan Kıyı’yı, Tekne’yi, Mortaka’yı, örnek olarak gösterebiliriz. Bu dergilerin sayısını daha da artırabiliriz. Bu dergiler kıt imkânlarıyla kültür ve sanatta İstanbul dükalığına karşı gönüllü mücadele ediyorlar. Doğrusu çok da güzel dergiler yayınlıyorlar. Ya gazeteler… Onların sayısı daha da çok…
Hırçın bir delikanlıya benzetirim Trabzon’u ben… Uysal ve ürkek bir yaklaşımla bakmaz hayata.… Başa baş, dişe diş mücadele ederek bugünlere gelmiştir Trabzon ve onun içinde yaşayanlar… Dedikoducu kadınlara benzemez Trabzon; merttir ve serttir bu şehir... Fakat onurludur, gururludur, namusludur bu yürek kenti… Kabına sığmaz bu şehir ve onun içindekiler… Onun dilinden anlamak için onu besleyen kaynakları bilmelisiniz öncelikle.
Trabzon’da şair ve yazar olmak ne kadar zorsa, bir o kadar da keyif vericidir. Her şeyden evvel Trabzon’da şair ve yazarlara gösterilen ilgi azdır. Bu aslında sadece Trabzon’a özgü bir durum da değildir. “Marifet iltifata tabidir; müşterisiz meta zayidir.” derler. Aydınlar da marifete iltifat etmede cimri davranıyorlar. Oysa bir eseri beğendiğinizde bunu o eserin yazarına bildirmek gerekir. Sevgi ve takdirlerimizi niçin içimize hapsediyoruz? Yerinde yapılan bir iltifat, muhatabının verimini artırır. Ne olur, duygularınızı içinize gömmeyin…
17 Nisan 2009 Cuma
TRABZONLU ARAŞTIRMACI-YAZAR MUSTAFA YAZICI İLE RÖPORTAJ
Röportaj: Selda KOTBAŞ
06.02.2009
SELDA KOTBAŞ: Kendinizi tanıtır mısınız?
MUSTAFA YAZICI: Ben Mustafa Yazıcı, nüfusta 12 Mayıs 1949 gerçekte ise 12 Mayıs 1947 ‘de Akçaabat’ta doğdum. Annem Emine Koç, ev hanımı. Babam İmam Muhammet Şefik Yazıcı Hoca Efendi, Ayasofya Camii İmamı idi.
SELDA KOTBAŞ: Öğrenim hayatınızı hangi okullarda tamamladınız?
MUSTAFA YAZICI:1959’da Akyazı İlköğretim Okulu’ndan,1966’da Trabzon İmam Hatip Lisesi’nden,1970’de Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldum.
SELDA KOTBAŞ: Şuan nerede oturuyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Merkez Akyazı Beldesi’nde oturuyorum.
SELDA KOTBAŞ: Medeni halinizi öğrenebilir miyim, evliyseniz kaç çocuk babasısınız?
MUSTAFA YAZICI: Evliyim, dört çocuk babasıyım, üç erkek çocuğum bir de kızım var.
SELDA KOTBAŞ: Hobileriniz ve fobileriniz nelerdir?
MUSTAFA YAZICI: Allah’tan, cehaletten, çok uzun karanlıklardan ve bilmediğim şeylerden korkarım. Kitap okumayı(Başta Kur-an’ı Kerim),yazmayı, araştırma yapmayı, spor yapmayı, denizi, müzik dinlemeyi(Özellikle sözsüz müzik, ud, keman)severim.
SELDA KOTBAŞ: Nerelerde öğretmenlik yaptınız?
MUSTAFA YAZICI: Gerede Lisesi, Gerede İmam Hatip Lisesi, Trabzon Lisesi, Akçaabat Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi, Trabzon Sağlık Meslek Lisesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksek Okulu gibi okullarda görev yaptım.
SELDA KOTBAŞ: Yurt dışında çalıştınız mı?
MUSTAFA YAZICI: Libya’da bir buçuk yıl tercümanlık yaptım.
SELDA KOTBAŞ: Neden öğretmenlik mesleğini seçtiniz?
MUSTAFA YAZICI: Cehaletten nefret ediyorum. Küçük yaşlardan beri okumuş, kültürlü bir insan yani adam olmaktı tek isteğim. Çünkü okumayan daha doğrusu okuyamayan insanın yaşaması zordur. Yük altında ezilen kadınlarımızı özellikle de annemi gördükçe kendimi ilme verdim. Kaba kuvvet, cahillik çok kötü şeyler, bunlardan kurtulmak, çocukları cehaletten kurtarmak için öğretmen oldum.
SELDA KOTBAŞ:”Eskiden okumak kolaydı.” Diyenlere katılıyor musunuz, sizin zamanınızda koşullar nasıldı?
MUSTAFA YAZICI: Dünyanın en zor işi öğrenciliktir. Herkes televizyon izler, uyur, gezer ama öğrenci ders çalışır. Eskiden öğrencilik kolay değildi; aksine çok zordu. Günde beş imtihan olurduk. Zamanın hep ders çalışmakla geçiyordu. Şimdiki gibi sınav tarihleri de önceden açıklanmıyordu.
SELDA KOTBAŞ: Öğrencilere tavsiyeleriniz neler?
MUSTAFA YAZICI:”Mide boşalınca gıda, kafa boşalınca ilim koyacaksın.”Öğrenci olmak; katlanmak, çalışmak, azimli olmak demektir.”Ağaç zamanında dikilir, ama kaya değil toprağa dikilir, her toprağa her ağaç dikilmez, her mevsimde de ağaç dikilmez.”Bu söz öğrenci olmanın önemini, gereğini, yapılması gerekenleri açıkça ortaya okuyor. Genç her şeyi başarır. Öğrenci için en kötü üç şey: Zamanı boşa harcamak, kötü arkadaş sahibi olmak ve zararlı alışkanlıkların pençesine düşmektir. Öğrenci unutmamalıdır: gelişmiş ülkelerden tek farkımız;az okumamız,öğrenci bol kitap okumalıdır.
SELDA KOTBAŞ: Hangi gazete ve dergilere yazdınız?
MUSTAFA YAZICI: Bugün, Zaman, Ortadoğu, Posta, Milli Gazete, Türkiye… gibi gazeteler ve Türkiye, Kemençe, Birlik, Sebil… gibi dergilere yazdım.
SELDA KOTBAŞ: İmam Hatip Lisesi’ne kendi isteğinizle mi gittiniz?
MUSTAFA YAZICI: Babamın isteği idi İmam Hatip Lisesi’ne gitmem. İlkin ben istememiştim ama lise son sınıfa geldiğimde babama hak verdim. Çünkü İmam Hatip Lisesi’ne gitmek bana çok şey kazandırdı. Örneğin; Osmanlıca, Farsça, Arapça, Fransızca öğrendim.
SELDA KOTBAŞ: Öğretmen olduğunuz halde yazarlık neden?
MUSTAFA YAZICI: Yazarlık öğretmenlikten daha geçerli bir meslek. Öğretmen toplumla ilgili bir sorunu çok zor çözüyor ama yazar bu sorunu her yerde dile getirip çok daha kolay çözebiliyor. Ayrıca ben yazmayı çok seviyorum, yatağa uzandığımda beynimde mısralar beliriyor, onları yazmadan yapamıyorum.
SELDA KOTBAŞ: Yazarlığa ne zaman başladınız?
MUSTAFA YAZICI: Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Yüksek Okulu’ndan emekli olduktan sonra İstanbul’da Bugün Gazetesi’nde yazmaya başladım,yüz civarında gazete ve dergiye yazdım.
SELDA KOTBAŞ: Yayınlanmış kaç kitabınız var?
MUSTAFA YAZICI: Yayınlanmış yetmiş beş kitabım var.
SELDA KOTBAŞ:Sizi yazarlığa iten sebepler nelerdir?”Ben yazar olacağım.”demiş miydiniz küçükken?
MUSTAFA YAZICI: Ben sinemaya gitmeyi çok seviyorum. Öğrencilik yıllarımda bir gün “Bir Delinin Hatıra Defteri” İsminde bir sinema izledim. O sinemadan etkilendim, çıkışta arkadaşlarıma “Ben yazar olacağım.” dedim. Daha 16–17 yaşlarındaydım o zamanlar toplumu ıstırap çekerken gördükçe olanları anlatmak geliyordu içimden. Kur-an’ı Kerim’den de etkilendim ve beynimde beliren mısraları yazmaya başladım.
SELDA KOTBAŞ: Araştırmacı yazarla yazarın farkı ne?
MUSTAFA YAZICI: Yazar kulaktan dolma şeyleri de yazar ama araştırmacı yazar ise her şeyi yerinde görür, araştırır sonra yazar.
SELDA KOTBAŞ: Kitap okuma sevgisini ne zaman nasıl kazandınız?
MUSTAFA YAZICI: Kitap okuma sevgisini üniversitede kazandım. Lisedeki Edebiyat öğretmenim beni kitap okumaktan soğutmuştu. Üniversitede ise yurtta kalıyordum, arkadaşlarım kitap okuyor bense top peşinde koşuyordum. Zamanla ben de arkadaşlarıma özendim kitap okumaya başladım ve kitaplara kapıldım gittim.
SELDA KOTBAŞ: Kitap kelimesi sizin için ne ifade ediyor?
MUSTAFA YAZICI: Kitap diyince adam olmak geliyor aklıma. Kitap okumayan adam değildir bence.
SELDA KOTBAŞ: İlk eserinizin adı ne?
MUSTAFA YAZICI:”İçki Felaketi” adlı eserim 1977’de yayınlandı.
SELDA KOTBAŞ: Okuyucularınızın en çok beğendiği eseriniz hangisi?
MUSTAFA YAZICI:”Balıkların Gözyaşları” adlı eserimi okuyucularım çok beğendi.
SELDA KOTBAŞ: Peki sizin en çok beğendiğiniz eseriniz hangisi? Bu eserinizi biraz anlatır mısınız?
MUSTAFA YAZICI: Balıkların Gözyaşları adlı eserimi beğeniyorum. Balıkların gözyaşları sudan ayırt edilmeyen balıkları, bu balıklar misali insanları anlatıyorum.
SELDA KOTBAŞ: En çok sevdiğiniz yazar ya da yazarlar kimler?
MUSTAFA YAZICI: Necip Fazıl Kısakürek ve Cemal Meriç en çok beğendiğim yazarlardır.
SELDA KOTBAŞ: Ailenizde sizden başka edebiyatla ilgilenen, yazar olan birileri var mı?
MUSTAFA YAZICI: Hayır, maalesef yok.
SELDA KOTBAŞ: Şiir hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
MUSTAFA YAZICI: Şiir ruhun ispatıdır; ruhtaki duyguların yankılanmasıdır bence. Ben şiir yazmayı çok seviyorum.
SELDA KOTBAŞ: Kaç tane şiir kitabı yazdınız?
MUSTAFA YAZICI: On tane şiir kitabım var.(Erciyes’ten Haykırışlar serisi)
SELDA KOTBAŞ: Hangi şairleri örnek alıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya örnek aldığım başlıca şairlerdir.
SELDA KOTBAŞ: Takip edebildiğim kadarıyla son zamanlarda şiir yazmıyorsunuz, yoksa şiirden vaz mı geçtiniz?
MUSTAFA YAZICI: Şiirden vazgeçmedim ama şiir yazmaktan daha önemli sorunlarımız var. O sorunlarla uğraşmaktan şiir yazmaya vakit bulamıyorum.
SELDA KOTBAŞ: En çok ne tür konular ilgi alanınıza giriyor? Ne tür konuları araştırıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Tarih ve kültür konuları ilgimi çeker.
SELDA KOTBAŞ: Araştırmalarınız sırasında yaşadığınız ilginç bir olay ya da anınız var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet böyle anılarım var. Aslında anı değil ilginç ve güzel şeyler. Mesela İskender Paşa ile ilgili bir kitap yazmıştım, bir kadın beni arayıp “Ben İskender Paşa’nın akrabasıyım, kitabınızı okuyunca bunu öğrendim, teşekkür ederim.”dedi. Ayrıca bir sırrımı vereyim; Trabzon Evliyaları kitabını yazdıktan sonra rızkım açıldı.
SELDA KOTBAŞ: Niçin Trabzon’la ilgili yazıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Bana göre Trabzon demek dünya demek. Çünkü milattan önce Anadolu’nun başkenti idi şimdiyse Karadeniz’in başkenti. Trabzon eşsizliği, büyüklüğü, kültürü beni etkiliyor. Trabzon bana fazla geliyor adeta…
SELDA KOTBAŞ: Eserlerinizin ülke genelinde laik olduğu değeri bulduğuna inanıyor musunuz?
MUSTAFA YAZICI: Evet, eserlerim laik olduğu değeri buluyor.
SELDA KOTBAŞ: Eserlerinizde, araştırmalarınızda çok fazla ayrıntıya giriyorsunuz. Bu, kitaplarınızın kalitesini düşürmüyor mu?
MUSTAFA YAZICI: Ben köy çocuğuyum. Birisi bana bir şey anlatırken eksik anlattığında tatmin olmuyordum. Bu nedenle ayrıntılı yazıyorum.
SELDA KOTBAŞ: Sizce bir araştırmacı yazarın sahip olması gereken özellikler nelerdir?
MUSTAFA YAZICI: Bence bir araştırmacı yazar; didaktik yazılar yazmalı, çok yorulmayı göze almalı, dikkatli olmalı, kelimeleri doğru kullanmalıdır.
SELDA KOTBAŞ: Eleştiri almayı nasıl karşılıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Eleştirilmek güzel ama eleştiri kötü niyetle yapılmıyorsa.
SELDA KOTBAŞ: Sizce bir araştırmacı yazar olarak eksik yönleriniz var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet, eksik yönlerim var; bilgisayarı kullanmayı tam olarak bilmiyorum, eve sığmıyorum, evde rahat çalışamıyorum daha geniş bir ortama ihtiyacım var. Ayrıca aklım paramdan çok, param aklıma yetmiyor…
SELDA KOTBAŞ: Sizin eser sayısı çokluğundan dolayı ifade konularında titiz olmadığınızı söylüyorlar, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Ben param kadar kitap yazıyorum, yani kitaplarımı okuyucuya sunacak yeterli maddi imkânım yok. Çünkü yazdıklarımdan para almıyorum. Ayrıca bilgisayarı tam olarak kullanamıyorum, bunu az önce de belirtmiştim, bu yüzden bazı dizayn hatalarım oluyor.
SELDA KOTBAŞ: Günümüzde araştırmacı yazar olmanın zorlukları neler? Siz ne gibi güçlüklerle karşılaşıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Maddi güç gerekiyor. Mücadele ve fedakârlık isteyen bir meslek, sabırlı olmak zorundasınız.
SELDA KOTBAŞ: Örnek aldığınız ya da sizin bu mesleği seçmenizde etkili olan birisi var mı, varsa kim?
MUSTAFA YAZICI: Öyle birisi yok. Beni yazarlığa iten sebepler: Cemiyet dertleri, iç dünyam ve Kur-an’ı Kerim oldu.
SELDA KOTBAŞ: Öğretmenlik, araştırmacı yazarlık dışında başka görevlerde de bulundunuz mu?
MUSTAFA YAZICI: Evet, birçok idarecilik görevinde bulundum:
—Akçaabat Lisesi ve Akçaabat Lisesi Müdür Yardımcılığı
—Trabzon Çamlık Çocuk Yuvası ve Huzur Evi Müdürlüğü
—Karadeniz Yazarlar Birliği Başkanlığı
—Trabzon Belediyesi Kültür Araştırma Kurulu Sekreterliği (16 yıl)
—Akyazı Kalkınma Kooperatifi Müdürlüğü
—Türkiye Yeşilay Cemiyeti Trabzon İl Temsilciliği
—Yunus Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü
—Akyazı Belediyesi Kültür ve Araştırma Müdürlüğü
—Anadolu Basın Birliği Trabzon İli Başkan Yardımcılığı
—Trabzon İmama Hatip Lisesi Mezunları Birliği Başkan Yardımcılığı
SELDA KOTBAŞ: Size göre halk yeterince bilinçli mi kitap okumak konusunda?
MUSTAFA YAZICI: Maalesef halk kitap okumak konusunda yeterince bilinçli değil. Aslında halk okuma-yazmaya meyilli ama bu konuda yeterince eğitilmemiş, aşılanmamış ağaçlar gibi halkımız.
SELDA KOTBAŞ: Devletten yapmasını istediğiniz bir şeyler var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet var; devlet yazarlara kredi vermeli, çünkü yazdığımız kitapları bastırmak için yeterli parayı bulamıyoruz. Öğrencilere, öğretmenlere teşvik çıkarılmalı. Ayrıca zamanımızda düşünür yetiştirmek için fikir adamlığını öğreten, Türkçenin ilmi değerini ortaya koyan Resmi Edebiyat Liseleri kurulmalıdır. Her türlü yozlaşma ve kirlenme bu liselerle temelden önlenmelidir.
SELDA KOTBAŞ: Mustafa Yazıcı bu kadar yazmasına rağmen neden Trabzon’da olsun Türkiye’de olsun tanınmıyor?
MUSTAFA YAZICI: Ben genelde kurumlara kitap yazdığım için tanınmıyorum. Benim için önemli olan tanınmak değil; mesleğimi en iyi şekilde yapabilmek için elimden geleni yapıyorum, bu bana yeter.
SELDA KOTBAŞ: Siz eserlerinizin çok satılmasını mı yoksa çok okunmasını mı istersiniz?
MUSTAFA YAZICI: Benim amacım kitap yazarak para kazanmak değil, eserlerimin çok okunmasını isterim tabi ki
SELDA KOTBAŞ: Bazı kitaplarınız sipariş üzerine yazılmış izlenimi veriyor. Bu kitapları bazı aileler bastırıyor. Akçaabatlı bir tarihi kişiliği kitap haline getirmiştiniz. Bu çeşit kitapların devamı gelecek mi?
MUSTAFA YAZICI: O kişi benim ağabeyim sayılır, ben onu çok seviyorum ve 30 yıl onunla ilgili dosya tutmuştum. Ölümü beni çok etkiledi, onu bir kitap da yaşatayım diye yazdım o eseri. O kitaptan benim hiçbir maddi kazancım olmadı.
SELDA KOTBAŞ: Son kitabınız “Trabzon Bab-ı Ali’si “ismini taşıyor. Bab-ı Ali
İstanbul basını demektir. Bu ismin Trabzon’la ilişkisi var mı? Niçin bu ismi tercih ettiniz?
MUSTAFA YAZICI: Bab; kapı, Ali; yüce demektir. Yani “yüce kapı” Manasına gelen Bab-ı Ali aynı zamanda “basın kapısı” Anlamında da kullanılır. Niye kitabıma bu ismi verdiğime gelince; Türkiye’nin birinci şehri İstanbul, ikinci şehri Trabzon’dur. Yani Türkiye’nin birinci Bab-ı Ali’si İstanbul ise ikinci Bab-ı Ali’si Trabzon’dur. Yavuz burada 23 yıl valilik yaptı, Kanuni ise burada doğdu, burası Bab-ı Ali değil de nedir?
SELDA KOTBAŞ: Yeni yazar kuşağından hangi kalemleri beğeniyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Yeni yazar kuşağından;
—M. Nihat Malkoç
—Nurcan Ofluoğlu
—Ahmet Musaoğlu
—Nazan Bekiroğlu
gibi kalemleri beğeniyorum.
SELDA KOTBAŞ: Bildiğim kadarıyla Akçaabat’ın Akyazı Belediyesi’nde oturuyorsunuz. Trabzon’dan uzaksınız, bu durum sizin çalışmalarınızı olumsuz yönde etkilemiyor mu? Trabzon Merkez’e taşınmayı düşünmüyor musunuz?
MUSTAFA YAZICI: Akyazı’yı belediye yapmak için çok uğraştım ve başardım. Çünkü Akyazı’yı çok seviyorum. Orada doğdum orada
büyüdüm, tabiatla iç içe bir yaşam sürüyorum orada. Ben 25 yıl yürüdüm Akyazı-Trabzon Merkez arsında, bu saatten sonra güzel beldemden taşınmaya hiç niyetim yok.
SELDA KOTBAŞ: Eminim ki bir araştırmacı yazar olarak katıldığınız yarışmalar ve aldığınız ödüller vardır. Yanılıyor muyum?
MUSTAFA YAZICI: Yanılmıyorsunuz bugüne kadar birçok yarışmaya katıldım ve 30 civarında ödül aldım. Bazı ödüllerim:
—Çevre Bakanlığı Trabzon il Birinciliği Ödülü(para)
—Fıkra dalında Karadeniz Bölgesi Dördüncülüğü Ödülü(plaket)
—Fıkra dalında Bizim Anadolu Gazetesi Türkiye İkinciliği Ödülü(kitap)
—İkinci Körfez Savaşı Eleştirisi Türkiye Dördüncülüğü Ödülü(12 cilt kitap)
—Maaş Terfi Ödülü(bir kademe)
—Türkiye Yeşilay Cemiyeti Türkiye Birinciliği Ödülü(plaket)
—Beşikdüzü Belediyesi Kültür Ödülü(plaket)
—Trabzon Kanuni Vakfı Hizmet Ödülü(plaket)
—Didaktik Şiir Dalında Türkiye Birincilik Ödülü(plaket ve kitap)
—Trabzon Belediyesi 95 Yazar Arasında”2000 yılında Nasıl Bir Trabzon”
Yarışması Kompozisyon Dalında İl Birinciliği Ödülü(para)
SELDA KOTBAŞ: Yazar olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler?
MUSTAFA YAZICI: Çok okuyup çok yazmalılar, yazdıklarını gazetede yayınlamalılar, yayınlananları toplayıp kitap haline getirmeliler.
SELDA KOTBAŞ: Yaşamayı seviyor musunuz? Size göre “Hayat “Kelimesi neyi ifade ediyor?
MUSTAFA YAZICI: Yaşamayı çok seviyorum, bence hayat demek “dünyaya geliş imtihanını kazanmak” Demek.
SELDA KOTBAŞ: Bana vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
MUSTAFA YAZICI: Ben teşekkür ederim, önemli değil…
06.02.2009
SELDA KOTBAŞ: Kendinizi tanıtır mısınız?
MUSTAFA YAZICI: Ben Mustafa Yazıcı, nüfusta 12 Mayıs 1949 gerçekte ise 12 Mayıs 1947 ‘de Akçaabat’ta doğdum. Annem Emine Koç, ev hanımı. Babam İmam Muhammet Şefik Yazıcı Hoca Efendi, Ayasofya Camii İmamı idi.
SELDA KOTBAŞ: Öğrenim hayatınızı hangi okullarda tamamladınız?
MUSTAFA YAZICI:1959’da Akyazı İlköğretim Okulu’ndan,1966’da Trabzon İmam Hatip Lisesi’nden,1970’de Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldum.
SELDA KOTBAŞ: Şuan nerede oturuyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Merkez Akyazı Beldesi’nde oturuyorum.
SELDA KOTBAŞ: Medeni halinizi öğrenebilir miyim, evliyseniz kaç çocuk babasısınız?
MUSTAFA YAZICI: Evliyim, dört çocuk babasıyım, üç erkek çocuğum bir de kızım var.
SELDA KOTBAŞ: Hobileriniz ve fobileriniz nelerdir?
MUSTAFA YAZICI: Allah’tan, cehaletten, çok uzun karanlıklardan ve bilmediğim şeylerden korkarım. Kitap okumayı(Başta Kur-an’ı Kerim),yazmayı, araştırma yapmayı, spor yapmayı, denizi, müzik dinlemeyi(Özellikle sözsüz müzik, ud, keman)severim.
SELDA KOTBAŞ: Nerelerde öğretmenlik yaptınız?
MUSTAFA YAZICI: Gerede Lisesi, Gerede İmam Hatip Lisesi, Trabzon Lisesi, Akçaabat Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi, Trabzon Sağlık Meslek Lisesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksek Okulu gibi okullarda görev yaptım.
SELDA KOTBAŞ: Yurt dışında çalıştınız mı?
MUSTAFA YAZICI: Libya’da bir buçuk yıl tercümanlık yaptım.
SELDA KOTBAŞ: Neden öğretmenlik mesleğini seçtiniz?
MUSTAFA YAZICI: Cehaletten nefret ediyorum. Küçük yaşlardan beri okumuş, kültürlü bir insan yani adam olmaktı tek isteğim. Çünkü okumayan daha doğrusu okuyamayan insanın yaşaması zordur. Yük altında ezilen kadınlarımızı özellikle de annemi gördükçe kendimi ilme verdim. Kaba kuvvet, cahillik çok kötü şeyler, bunlardan kurtulmak, çocukları cehaletten kurtarmak için öğretmen oldum.
SELDA KOTBAŞ:”Eskiden okumak kolaydı.” Diyenlere katılıyor musunuz, sizin zamanınızda koşullar nasıldı?
MUSTAFA YAZICI: Dünyanın en zor işi öğrenciliktir. Herkes televizyon izler, uyur, gezer ama öğrenci ders çalışır. Eskiden öğrencilik kolay değildi; aksine çok zordu. Günde beş imtihan olurduk. Zamanın hep ders çalışmakla geçiyordu. Şimdiki gibi sınav tarihleri de önceden açıklanmıyordu.
SELDA KOTBAŞ: Öğrencilere tavsiyeleriniz neler?
MUSTAFA YAZICI:”Mide boşalınca gıda, kafa boşalınca ilim koyacaksın.”Öğrenci olmak; katlanmak, çalışmak, azimli olmak demektir.”Ağaç zamanında dikilir, ama kaya değil toprağa dikilir, her toprağa her ağaç dikilmez, her mevsimde de ağaç dikilmez.”Bu söz öğrenci olmanın önemini, gereğini, yapılması gerekenleri açıkça ortaya okuyor. Genç her şeyi başarır. Öğrenci için en kötü üç şey: Zamanı boşa harcamak, kötü arkadaş sahibi olmak ve zararlı alışkanlıkların pençesine düşmektir. Öğrenci unutmamalıdır: gelişmiş ülkelerden tek farkımız;az okumamız,öğrenci bol kitap okumalıdır.
SELDA KOTBAŞ: Hangi gazete ve dergilere yazdınız?
MUSTAFA YAZICI: Bugün, Zaman, Ortadoğu, Posta, Milli Gazete, Türkiye… gibi gazeteler ve Türkiye, Kemençe, Birlik, Sebil… gibi dergilere yazdım.
SELDA KOTBAŞ: İmam Hatip Lisesi’ne kendi isteğinizle mi gittiniz?
MUSTAFA YAZICI: Babamın isteği idi İmam Hatip Lisesi’ne gitmem. İlkin ben istememiştim ama lise son sınıfa geldiğimde babama hak verdim. Çünkü İmam Hatip Lisesi’ne gitmek bana çok şey kazandırdı. Örneğin; Osmanlıca, Farsça, Arapça, Fransızca öğrendim.
SELDA KOTBAŞ: Öğretmen olduğunuz halde yazarlık neden?
MUSTAFA YAZICI: Yazarlık öğretmenlikten daha geçerli bir meslek. Öğretmen toplumla ilgili bir sorunu çok zor çözüyor ama yazar bu sorunu her yerde dile getirip çok daha kolay çözebiliyor. Ayrıca ben yazmayı çok seviyorum, yatağa uzandığımda beynimde mısralar beliriyor, onları yazmadan yapamıyorum.
SELDA KOTBAŞ: Yazarlığa ne zaman başladınız?
MUSTAFA YAZICI: Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Yüksek Okulu’ndan emekli olduktan sonra İstanbul’da Bugün Gazetesi’nde yazmaya başladım,yüz civarında gazete ve dergiye yazdım.
SELDA KOTBAŞ: Yayınlanmış kaç kitabınız var?
MUSTAFA YAZICI: Yayınlanmış yetmiş beş kitabım var.
SELDA KOTBAŞ:Sizi yazarlığa iten sebepler nelerdir?”Ben yazar olacağım.”demiş miydiniz küçükken?
MUSTAFA YAZICI: Ben sinemaya gitmeyi çok seviyorum. Öğrencilik yıllarımda bir gün “Bir Delinin Hatıra Defteri” İsminde bir sinema izledim. O sinemadan etkilendim, çıkışta arkadaşlarıma “Ben yazar olacağım.” dedim. Daha 16–17 yaşlarındaydım o zamanlar toplumu ıstırap çekerken gördükçe olanları anlatmak geliyordu içimden. Kur-an’ı Kerim’den de etkilendim ve beynimde beliren mısraları yazmaya başladım.
SELDA KOTBAŞ: Araştırmacı yazarla yazarın farkı ne?
MUSTAFA YAZICI: Yazar kulaktan dolma şeyleri de yazar ama araştırmacı yazar ise her şeyi yerinde görür, araştırır sonra yazar.
SELDA KOTBAŞ: Kitap okuma sevgisini ne zaman nasıl kazandınız?
MUSTAFA YAZICI: Kitap okuma sevgisini üniversitede kazandım. Lisedeki Edebiyat öğretmenim beni kitap okumaktan soğutmuştu. Üniversitede ise yurtta kalıyordum, arkadaşlarım kitap okuyor bense top peşinde koşuyordum. Zamanla ben de arkadaşlarıma özendim kitap okumaya başladım ve kitaplara kapıldım gittim.
SELDA KOTBAŞ: Kitap kelimesi sizin için ne ifade ediyor?
MUSTAFA YAZICI: Kitap diyince adam olmak geliyor aklıma. Kitap okumayan adam değildir bence.
SELDA KOTBAŞ: İlk eserinizin adı ne?
MUSTAFA YAZICI:”İçki Felaketi” adlı eserim 1977’de yayınlandı.
SELDA KOTBAŞ: Okuyucularınızın en çok beğendiği eseriniz hangisi?
MUSTAFA YAZICI:”Balıkların Gözyaşları” adlı eserimi okuyucularım çok beğendi.
SELDA KOTBAŞ: Peki sizin en çok beğendiğiniz eseriniz hangisi? Bu eserinizi biraz anlatır mısınız?
MUSTAFA YAZICI: Balıkların Gözyaşları adlı eserimi beğeniyorum. Balıkların gözyaşları sudan ayırt edilmeyen balıkları, bu balıklar misali insanları anlatıyorum.
SELDA KOTBAŞ: En çok sevdiğiniz yazar ya da yazarlar kimler?
MUSTAFA YAZICI: Necip Fazıl Kısakürek ve Cemal Meriç en çok beğendiğim yazarlardır.
SELDA KOTBAŞ: Ailenizde sizden başka edebiyatla ilgilenen, yazar olan birileri var mı?
MUSTAFA YAZICI: Hayır, maalesef yok.
SELDA KOTBAŞ: Şiir hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
MUSTAFA YAZICI: Şiir ruhun ispatıdır; ruhtaki duyguların yankılanmasıdır bence. Ben şiir yazmayı çok seviyorum.
SELDA KOTBAŞ: Kaç tane şiir kitabı yazdınız?
MUSTAFA YAZICI: On tane şiir kitabım var.(Erciyes’ten Haykırışlar serisi)
SELDA KOTBAŞ: Hangi şairleri örnek alıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya örnek aldığım başlıca şairlerdir.
SELDA KOTBAŞ: Takip edebildiğim kadarıyla son zamanlarda şiir yazmıyorsunuz, yoksa şiirden vaz mı geçtiniz?
MUSTAFA YAZICI: Şiirden vazgeçmedim ama şiir yazmaktan daha önemli sorunlarımız var. O sorunlarla uğraşmaktan şiir yazmaya vakit bulamıyorum.
SELDA KOTBAŞ: En çok ne tür konular ilgi alanınıza giriyor? Ne tür konuları araştırıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Tarih ve kültür konuları ilgimi çeker.
SELDA KOTBAŞ: Araştırmalarınız sırasında yaşadığınız ilginç bir olay ya da anınız var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet böyle anılarım var. Aslında anı değil ilginç ve güzel şeyler. Mesela İskender Paşa ile ilgili bir kitap yazmıştım, bir kadın beni arayıp “Ben İskender Paşa’nın akrabasıyım, kitabınızı okuyunca bunu öğrendim, teşekkür ederim.”dedi. Ayrıca bir sırrımı vereyim; Trabzon Evliyaları kitabını yazdıktan sonra rızkım açıldı.
SELDA KOTBAŞ: Niçin Trabzon’la ilgili yazıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Bana göre Trabzon demek dünya demek. Çünkü milattan önce Anadolu’nun başkenti idi şimdiyse Karadeniz’in başkenti. Trabzon eşsizliği, büyüklüğü, kültürü beni etkiliyor. Trabzon bana fazla geliyor adeta…
SELDA KOTBAŞ: Eserlerinizin ülke genelinde laik olduğu değeri bulduğuna inanıyor musunuz?
MUSTAFA YAZICI: Evet, eserlerim laik olduğu değeri buluyor.
SELDA KOTBAŞ: Eserlerinizde, araştırmalarınızda çok fazla ayrıntıya giriyorsunuz. Bu, kitaplarınızın kalitesini düşürmüyor mu?
MUSTAFA YAZICI: Ben köy çocuğuyum. Birisi bana bir şey anlatırken eksik anlattığında tatmin olmuyordum. Bu nedenle ayrıntılı yazıyorum.
SELDA KOTBAŞ: Sizce bir araştırmacı yazarın sahip olması gereken özellikler nelerdir?
MUSTAFA YAZICI: Bence bir araştırmacı yazar; didaktik yazılar yazmalı, çok yorulmayı göze almalı, dikkatli olmalı, kelimeleri doğru kullanmalıdır.
SELDA KOTBAŞ: Eleştiri almayı nasıl karşılıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Eleştirilmek güzel ama eleştiri kötü niyetle yapılmıyorsa.
SELDA KOTBAŞ: Sizce bir araştırmacı yazar olarak eksik yönleriniz var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet, eksik yönlerim var; bilgisayarı kullanmayı tam olarak bilmiyorum, eve sığmıyorum, evde rahat çalışamıyorum daha geniş bir ortama ihtiyacım var. Ayrıca aklım paramdan çok, param aklıma yetmiyor…
SELDA KOTBAŞ: Sizin eser sayısı çokluğundan dolayı ifade konularında titiz olmadığınızı söylüyorlar, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Ben param kadar kitap yazıyorum, yani kitaplarımı okuyucuya sunacak yeterli maddi imkânım yok. Çünkü yazdıklarımdan para almıyorum. Ayrıca bilgisayarı tam olarak kullanamıyorum, bunu az önce de belirtmiştim, bu yüzden bazı dizayn hatalarım oluyor.
SELDA KOTBAŞ: Günümüzde araştırmacı yazar olmanın zorlukları neler? Siz ne gibi güçlüklerle karşılaşıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Maddi güç gerekiyor. Mücadele ve fedakârlık isteyen bir meslek, sabırlı olmak zorundasınız.
SELDA KOTBAŞ: Örnek aldığınız ya da sizin bu mesleği seçmenizde etkili olan birisi var mı, varsa kim?
MUSTAFA YAZICI: Öyle birisi yok. Beni yazarlığa iten sebepler: Cemiyet dertleri, iç dünyam ve Kur-an’ı Kerim oldu.
SELDA KOTBAŞ: Öğretmenlik, araştırmacı yazarlık dışında başka görevlerde de bulundunuz mu?
MUSTAFA YAZICI: Evet, birçok idarecilik görevinde bulundum:
—Akçaabat Lisesi ve Akçaabat Lisesi Müdür Yardımcılığı
—Trabzon Çamlık Çocuk Yuvası ve Huzur Evi Müdürlüğü
—Karadeniz Yazarlar Birliği Başkanlığı
—Trabzon Belediyesi Kültür Araştırma Kurulu Sekreterliği (16 yıl)
—Akyazı Kalkınma Kooperatifi Müdürlüğü
—Türkiye Yeşilay Cemiyeti Trabzon İl Temsilciliği
—Yunus Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü
—Akyazı Belediyesi Kültür ve Araştırma Müdürlüğü
—Anadolu Basın Birliği Trabzon İli Başkan Yardımcılığı
—Trabzon İmama Hatip Lisesi Mezunları Birliği Başkan Yardımcılığı
SELDA KOTBAŞ: Size göre halk yeterince bilinçli mi kitap okumak konusunda?
MUSTAFA YAZICI: Maalesef halk kitap okumak konusunda yeterince bilinçli değil. Aslında halk okuma-yazmaya meyilli ama bu konuda yeterince eğitilmemiş, aşılanmamış ağaçlar gibi halkımız.
SELDA KOTBAŞ: Devletten yapmasını istediğiniz bir şeyler var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet var; devlet yazarlara kredi vermeli, çünkü yazdığımız kitapları bastırmak için yeterli parayı bulamıyoruz. Öğrencilere, öğretmenlere teşvik çıkarılmalı. Ayrıca zamanımızda düşünür yetiştirmek için fikir adamlığını öğreten, Türkçenin ilmi değerini ortaya koyan Resmi Edebiyat Liseleri kurulmalıdır. Her türlü yozlaşma ve kirlenme bu liselerle temelden önlenmelidir.
SELDA KOTBAŞ: Mustafa Yazıcı bu kadar yazmasına rağmen neden Trabzon’da olsun Türkiye’de olsun tanınmıyor?
MUSTAFA YAZICI: Ben genelde kurumlara kitap yazdığım için tanınmıyorum. Benim için önemli olan tanınmak değil; mesleğimi en iyi şekilde yapabilmek için elimden geleni yapıyorum, bu bana yeter.
SELDA KOTBAŞ: Siz eserlerinizin çok satılmasını mı yoksa çok okunmasını mı istersiniz?
MUSTAFA YAZICI: Benim amacım kitap yazarak para kazanmak değil, eserlerimin çok okunmasını isterim tabi ki
SELDA KOTBAŞ: Bazı kitaplarınız sipariş üzerine yazılmış izlenimi veriyor. Bu kitapları bazı aileler bastırıyor. Akçaabatlı bir tarihi kişiliği kitap haline getirmiştiniz. Bu çeşit kitapların devamı gelecek mi?
MUSTAFA YAZICI: O kişi benim ağabeyim sayılır, ben onu çok seviyorum ve 30 yıl onunla ilgili dosya tutmuştum. Ölümü beni çok etkiledi, onu bir kitap da yaşatayım diye yazdım o eseri. O kitaptan benim hiçbir maddi kazancım olmadı.
SELDA KOTBAŞ: Son kitabınız “Trabzon Bab-ı Ali’si “ismini taşıyor. Bab-ı Ali
İstanbul basını demektir. Bu ismin Trabzon’la ilişkisi var mı? Niçin bu ismi tercih ettiniz?
MUSTAFA YAZICI: Bab; kapı, Ali; yüce demektir. Yani “yüce kapı” Manasına gelen Bab-ı Ali aynı zamanda “basın kapısı” Anlamında da kullanılır. Niye kitabıma bu ismi verdiğime gelince; Türkiye’nin birinci şehri İstanbul, ikinci şehri Trabzon’dur. Yani Türkiye’nin birinci Bab-ı Ali’si İstanbul ise ikinci Bab-ı Ali’si Trabzon’dur. Yavuz burada 23 yıl valilik yaptı, Kanuni ise burada doğdu, burası Bab-ı Ali değil de nedir?
SELDA KOTBAŞ: Yeni yazar kuşağından hangi kalemleri beğeniyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Yeni yazar kuşağından;
—M. Nihat Malkoç
—Nurcan Ofluoğlu
—Ahmet Musaoğlu
—Nazan Bekiroğlu
gibi kalemleri beğeniyorum.
SELDA KOTBAŞ: Bildiğim kadarıyla Akçaabat’ın Akyazı Belediyesi’nde oturuyorsunuz. Trabzon’dan uzaksınız, bu durum sizin çalışmalarınızı olumsuz yönde etkilemiyor mu? Trabzon Merkez’e taşınmayı düşünmüyor musunuz?
MUSTAFA YAZICI: Akyazı’yı belediye yapmak için çok uğraştım ve başardım. Çünkü Akyazı’yı çok seviyorum. Orada doğdum orada
büyüdüm, tabiatla iç içe bir yaşam sürüyorum orada. Ben 25 yıl yürüdüm Akyazı-Trabzon Merkez arsında, bu saatten sonra güzel beldemden taşınmaya hiç niyetim yok.
SELDA KOTBAŞ: Eminim ki bir araştırmacı yazar olarak katıldığınız yarışmalar ve aldığınız ödüller vardır. Yanılıyor muyum?
MUSTAFA YAZICI: Yanılmıyorsunuz bugüne kadar birçok yarışmaya katıldım ve 30 civarında ödül aldım. Bazı ödüllerim:
—Çevre Bakanlığı Trabzon il Birinciliği Ödülü(para)
—Fıkra dalında Karadeniz Bölgesi Dördüncülüğü Ödülü(plaket)
—Fıkra dalında Bizim Anadolu Gazetesi Türkiye İkinciliği Ödülü(kitap)
—İkinci Körfez Savaşı Eleştirisi Türkiye Dördüncülüğü Ödülü(12 cilt kitap)
—Maaş Terfi Ödülü(bir kademe)
—Türkiye Yeşilay Cemiyeti Türkiye Birinciliği Ödülü(plaket)
—Beşikdüzü Belediyesi Kültür Ödülü(plaket)
—Trabzon Kanuni Vakfı Hizmet Ödülü(plaket)
—Didaktik Şiir Dalında Türkiye Birincilik Ödülü(plaket ve kitap)
—Trabzon Belediyesi 95 Yazar Arasında”2000 yılında Nasıl Bir Trabzon”
Yarışması Kompozisyon Dalında İl Birinciliği Ödülü(para)
SELDA KOTBAŞ: Yazar olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler?
MUSTAFA YAZICI: Çok okuyup çok yazmalılar, yazdıklarını gazetede yayınlamalılar, yayınlananları toplayıp kitap haline getirmeliler.
SELDA KOTBAŞ: Yaşamayı seviyor musunuz? Size göre “Hayat “Kelimesi neyi ifade ediyor?
MUSTAFA YAZICI: Yaşamayı çok seviyorum, bence hayat demek “dünyaya geliş imtihanını kazanmak” Demek.
SELDA KOTBAŞ: Bana vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
MUSTAFA YAZICI: Ben teşekkür ederim, önemli değil…
14 Nisan 2009 Salı
Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu'ya Açık Mektup
M.NİHAT MALKOÇ
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Öncelikle Trabzon Belediye Başkanlığına seçilmenizden dolayı sizleri kutluyor, bu seçimin Trabzon’umuza hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum. Yorucu bir propaganda dönemi geride kaldı; fakat asıl iş şimdi başladı. Yani dinlenmeye zaman yok; şimdi hizmet zamanı…
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Trabzon’un ne kadar önemli bir şehir olduğunu söylemeye gerek yok; bunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Trabzon bir tarih, kültür ve sanat şehridir. Osmanlı’nın gözbebeği olan Trabzon, Cumhuriyet Türkiye’sinin de can damarıdır. Fatih’in fethettiği Trabzon, tabir caizse ikinci İstanbul’dur. Bu şehirde Yavuz Sultan Selim uzun yıllar valilik yapmış, onun sevgili oğlu, yükselme döneminde Osmanlı tahtında 46 yıl boyunca oturan Kanunî Sultan Süleyman bu güzel şehirde dünyaya açmış gözlerini… Trabzon bir kültür sanat şehridir aynı zamanda. Nice şairler ve yazarlar ilhamını bu tarihî şehirden almıştır. İbrahim Cudi, Hamamizade İhsan Bey, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Bedri Rahmi ve Sabahattin Eyüboğlu kardeşler bu şehrin kimliğiyle büyüyüp eser verdiler. Günümüz şair ve yazarlarından Nazan Bekiroğlu, Nihat Genç, Yaşar Miraç, Yaşar Bedri Özdemir, Sunay Akın da Trabzon kimliğini şerefle taşımaktadırlar. Bunların sayısını çok daha artırabiliriz.
Karadeniz’in gözbebeği güzel Trabzon, sizden her alanda çok büyük hizmetler bekliyor. Fakat benim sizden istediklerim kültür, sanat ve edebiyata dair şeyler olacaktır. Öyle masraflı şeyler de değil isteyeceklerim. Bunları yapmak için para değil, öncelikle millî ve manevî değerlere saygı ve sevgi gerekiyor. İsteklerimi maddeler halinde sıralamak istiyorum:
1. Trabzon’da bundan sonra yabancı isimle işyeri açmak isteyenlere belediyemiz ruhsat vermesin. Zira böyle giderse güzel Türkçemizin esamisi okunmayacak yakında...
2. Görkemli bir anıt yapılarak Trabzon’un gelmiş geçmiş kültür, sanat ve edebiyat simalarının isimleri bu anıta yazılsın. Bu anlamda önceki belediyelerce oluşturulan Meydan Parkı’nın üstündeki basit tabela orada adı yazılan büyük isimlerin gölgesinde eziliyor. Hem o tabeladaki isimlere yenilerinin ilave edilmesi de gerekiyor; zira hayat devam ediyor.
3. Eskiden etkin olan Belediye Kültür Araştırma Kurulu en kısa zamanda tekrar oluşturulmalıdır. Fakat laf olsun diye değil, iş yapsın diye. Onun için de bu kurula kültür, sanat ve edebiyat alanlarında ehliyetli ve gayretli insanların seçilmesi gerekir.
4. Trabzon’da her yıl şairler şöleni düzenlenmesini istiyoruz. Bu şölen zamanla geleneksel yapıya kavuşacaktır. Söz konusu şölene, düşüncesine bakılmaksızın yerel ve genel alanda bir noktaya gelmiş şairler davet edilmelidir. Bunu yapan şehirlerin sayısı az değildir.
5. Trabzon’daki cadde ve sokaklara kültür, sanat ve edebiyat sahasında önemli çalışmalar yapmış kişilerin adları verilmelidir. Mesela bir şair ve yazar bu kentte yaşamaya devam ediyorsa oturduğu caddeye veya sokağa adı verilebilir. Bunlar yapılırken ille de dünyadan göçmüş kişilerin seçilme zorunluluğu yoktur. Yaşarken onure edilmeli insanlar…
6. Belediye Kültür Yayınları, eserlerini basma imkânı olmayan şair ve yazarların eserlerinin basılmasına katkıda bulunmalıdır. Özellikle Trabzon’la ilgili kitaplar basılıp halka ücretsiz dağıtılmalıdır. Bunu belediye bütçesinden yapmaya da gerek yoktur. Trabzon’un hayırsever zenginleri bu yükü sırtlayabilir. Keza eski başkanlardan Asım Akyan bunu başarıyla yapmış, belediye bütçesine dokunmadan birçok kitap yayınlayarak halka sunmuştu.
7. İlköğretim ve lise öğrencilerine yönelik şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlenmelidir. Bu yarışmalar serbest kategoride halka da açılmalıdır. Yani sadece öğrenciler değil, şehirde eli kalem tutan, fakat teşvik edilmediği için körelen kalem erbapları da bu gibi yarışmalarla yazmaya yönlendirilmelidir. Dereceye girenlere ciddi ödüler verilmelidir. Böylece Trabzon nahoş hadiselerle değil, kalem sahipleriyle anılmalıdır.
8. Belediyeye ait “Trabzon Evi” şair ve yazarların beyin fırtınası sahasına dönüştürülmelidir. Burada sohbetler yapılmalıdır, sanat ve edebiyat konuşulmalıdır.
9. Sık sık Trabzon’la ilgili forum ve paneller yapılmalıdır. Bu konuda KTÜ’yle işbirliğine gidilmelidir. Sivil toplum kuruluşlarının potansiyellerinden de yararlanılmalıdır.
10. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi bir an evvel bitirilerek halkın istifadesine sunulmalıdır. Burada geçmişten bugüne kadar gelmiş geçmiş şair ve yazarları tanıtan devasa görsel panolar oluşturulmalıdır. Buraya gelen şair veya yazar kendisinden bahseden bu panoyu görüp moral bulmalıdır; böylece yazma şevki artırılmalıdır. Halk da değerlerini böylece tanımalıdır. Kalem erbabıyla okuyucular arasında kuvvetli köprüler kurulmalıdır.
12. Belediye öncülüğünde her yıl kitap fuarları düzenlenmelidir. Özellikle ramazan ayında kitap fuarının düzenlenmesi şehrin havasını çok daha güzelleştirecektir. Bu fuara ülkemizin tanınmış yazarlarının getirilip okuyucuyla buluşturulması çok faydalı olacaktır.
13. Kızlar Manastırı’nın kısa zamanda restore edilerek Kültür Sanat Merkezi haline getirilmesi gerekir. Fakat önceki belediye yönetiminin düşündüğü gibi Çağdaş Sanatlar Merkezi değil. Burası Trabzon Halk Sanatları Merkezi olmalıdır. Burada folklorik değerlerimiz yaşatılmalıdır. Kemençe gibi geleneksel çalgı aletleri öğretilmelidir. Hatta burada kemençe yapımı, ağaç işlemeciliği, dokumacılık, hasır bilezik yapımı öğretilmelidir.
14. Trabzonlu kültür adamları, şair ve yazarlar “Trabzon Değerlerini Tanıyor” adı altında halka tanıtılmalıdır; bu kişilerden yaşayanlar varsa bu şahıslar söz konusu programlara davet edilip konuşturulmalıdır. Onların yaşamı ve eserleri değişik sunularla gösterilmelidir.
15. Trabzon’un adıyla özdeşleşen kolbastı oyununun araştırılacağı ciddi bir sempozyum(bilgi şöleni) yapılmalı, bu sempozyumdaki bildiriler kitap haline getirilmelidir.
16. Trabzon’a yakışır bir sanat sokağı düzenlenmeli, burası sanatsal figürlerle güzelleştirilmelidir. Ortahisar’daki tarihî evlerin olduğu boş alan bunun için kullanılabilir.
17. Ortahisar’da belediyeye ait tarihî bina, şair ve yazarların teşkilatlanması için tahsis edilmelidir. Bu binada her hafta düzenli olarak ‘Ortahisar Sohbetleri’ yapılmalıdır.
18. Basın mensupları gibi, halkla bütünleşmeyi arzu eden kültür sanat adamları, şair ve yazarlar da belediye ait ulaşım araçlarından ücretsiz yararlandırılmalıdır.
19. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde üç ayrı salon yapılmaktadır. Bu salonlara Trabzon’un yetiştirmiş olduğu değerli şahsiyetlerin adı verilmelidir.
20. Aykan döneminde oluşturulan, bugünlerde akıbeti bilinmeyen Mehter Takımı tekrar aktif bir biçimde etkinlikler yapmalıdır. Belirli günlerde halkı şenlendirmelidir.
21. Ramazanda uygun bir yerde ramazan çadırı kurularak ihtiyaç sahipleri buradan faydalandırılmalıdır. Ramazanın bir rahmet ayı olduğu halka hissettirilmelidir.
22. Uzunsokak’taki Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi yeniden düzenlenerek sözde değil, özde bir araştırma kütüphanesine dönüştürülmelidir. Buraya periyodik kültür, sanat ve edebiyat dergileri alınmalıdır. Yerel ve ulusal gazeteler de bu merkeze girmelidir.
23. Aykan döneminde büyük bir kampanyayla halk tarafından yaptırılan çeşmeler tekrar gözden geçirilmeli, suyu olmayanlara su bağlanmalı, gerekirse yenileri yapılmalıdır.
24. Mahallelerdeki kütüphaneler yeniden düzenlenerek yeni kitaplarla zenginleştirilmelidir. Bu kütüphanelere verilecek personel bu işi bilenlerden seçilmelidir.
25. Atapark’taki Tarih Merkezi görsel kaynaklarla zenginleştirilerek açık tutulmalıdır.
26. Belediyece yöresel türkülere ve ezgilere ağırlık verecek Türk Halk Müziği Korosu oluşturulmalıdır. Hatta yöresel türkülerin kaybolmaması için bir ses arşivi oluşturulmalıdır.
27. Belediyenin maddî ve manevî öncülüğünde bir yazarlık okulu açılmalıdır. Bu okulda yazar olmanın yolları uzmanlarca öğretilmelidir. Buna yazarlık kursu da diyebilirsiniz.
28. Her yıl Yenimahalle sahilinde Geleneksel Hamsi Şöleni yapılmalıdır.
29. Trabzon Kültür ve Sanat Festivali devam ettirilmelidir. Fakat içeriği zenginleştirilmelidir. Bu festival gurbetçilerin yoğun olarak geldiği Ağustos ayında yapılmalı.
Trabzon’da 20 yıldır yazan bir insan olarak şimdilik sizden taleplerim bunlardır…
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Öncelikle Trabzon Belediye Başkanlığına seçilmenizden dolayı sizleri kutluyor, bu seçimin Trabzon’umuza hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum. Yorucu bir propaganda dönemi geride kaldı; fakat asıl iş şimdi başladı. Yani dinlenmeye zaman yok; şimdi hizmet zamanı…
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Trabzon’un ne kadar önemli bir şehir olduğunu söylemeye gerek yok; bunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Trabzon bir tarih, kültür ve sanat şehridir. Osmanlı’nın gözbebeği olan Trabzon, Cumhuriyet Türkiye’sinin de can damarıdır. Fatih’in fethettiği Trabzon, tabir caizse ikinci İstanbul’dur. Bu şehirde Yavuz Sultan Selim uzun yıllar valilik yapmış, onun sevgili oğlu, yükselme döneminde Osmanlı tahtında 46 yıl boyunca oturan Kanunî Sultan Süleyman bu güzel şehirde dünyaya açmış gözlerini… Trabzon bir kültür sanat şehridir aynı zamanda. Nice şairler ve yazarlar ilhamını bu tarihî şehirden almıştır. İbrahim Cudi, Hamamizade İhsan Bey, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Bedri Rahmi ve Sabahattin Eyüboğlu kardeşler bu şehrin kimliğiyle büyüyüp eser verdiler. Günümüz şair ve yazarlarından Nazan Bekiroğlu, Nihat Genç, Yaşar Miraç, Yaşar Bedri Özdemir, Sunay Akın da Trabzon kimliğini şerefle taşımaktadırlar. Bunların sayısını çok daha artırabiliriz.
Karadeniz’in gözbebeği güzel Trabzon, sizden her alanda çok büyük hizmetler bekliyor. Fakat benim sizden istediklerim kültür, sanat ve edebiyata dair şeyler olacaktır. Öyle masraflı şeyler de değil isteyeceklerim. Bunları yapmak için para değil, öncelikle millî ve manevî değerlere saygı ve sevgi gerekiyor. İsteklerimi maddeler halinde sıralamak istiyorum:
1. Trabzon’da bundan sonra yabancı isimle işyeri açmak isteyenlere belediyemiz ruhsat vermesin. Zira böyle giderse güzel Türkçemizin esamisi okunmayacak yakında...
2. Görkemli bir anıt yapılarak Trabzon’un gelmiş geçmiş kültür, sanat ve edebiyat simalarının isimleri bu anıta yazılsın. Bu anlamda önceki belediyelerce oluşturulan Meydan Parkı’nın üstündeki basit tabela orada adı yazılan büyük isimlerin gölgesinde eziliyor. Hem o tabeladaki isimlere yenilerinin ilave edilmesi de gerekiyor; zira hayat devam ediyor.
3. Eskiden etkin olan Belediye Kültür Araştırma Kurulu en kısa zamanda tekrar oluşturulmalıdır. Fakat laf olsun diye değil, iş yapsın diye. Onun için de bu kurula kültür, sanat ve edebiyat alanlarında ehliyetli ve gayretli insanların seçilmesi gerekir.
4. Trabzon’da her yıl şairler şöleni düzenlenmesini istiyoruz. Bu şölen zamanla geleneksel yapıya kavuşacaktır. Söz konusu şölene, düşüncesine bakılmaksızın yerel ve genel alanda bir noktaya gelmiş şairler davet edilmelidir. Bunu yapan şehirlerin sayısı az değildir.
5. Trabzon’daki cadde ve sokaklara kültür, sanat ve edebiyat sahasında önemli çalışmalar yapmış kişilerin adları verilmelidir. Mesela bir şair ve yazar bu kentte yaşamaya devam ediyorsa oturduğu caddeye veya sokağa adı verilebilir. Bunlar yapılırken ille de dünyadan göçmüş kişilerin seçilme zorunluluğu yoktur. Yaşarken onure edilmeli insanlar…
6. Belediye Kültür Yayınları, eserlerini basma imkânı olmayan şair ve yazarların eserlerinin basılmasına katkıda bulunmalıdır. Özellikle Trabzon’la ilgili kitaplar basılıp halka ücretsiz dağıtılmalıdır. Bunu belediye bütçesinden yapmaya da gerek yoktur. Trabzon’un hayırsever zenginleri bu yükü sırtlayabilir. Keza eski başkanlardan Asım Akyan bunu başarıyla yapmış, belediye bütçesine dokunmadan birçok kitap yayınlayarak halka sunmuştu.
7. İlköğretim ve lise öğrencilerine yönelik şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlenmelidir. Bu yarışmalar serbest kategoride halka da açılmalıdır. Yani sadece öğrenciler değil, şehirde eli kalem tutan, fakat teşvik edilmediği için körelen kalem erbapları da bu gibi yarışmalarla yazmaya yönlendirilmelidir. Dereceye girenlere ciddi ödüler verilmelidir. Böylece Trabzon nahoş hadiselerle değil, kalem sahipleriyle anılmalıdır.
8. Belediyeye ait “Trabzon Evi” şair ve yazarların beyin fırtınası sahasına dönüştürülmelidir. Burada sohbetler yapılmalıdır, sanat ve edebiyat konuşulmalıdır.
9. Sık sık Trabzon’la ilgili forum ve paneller yapılmalıdır. Bu konuda KTÜ’yle işbirliğine gidilmelidir. Sivil toplum kuruluşlarının potansiyellerinden de yararlanılmalıdır.
10. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi bir an evvel bitirilerek halkın istifadesine sunulmalıdır. Burada geçmişten bugüne kadar gelmiş geçmiş şair ve yazarları tanıtan devasa görsel panolar oluşturulmalıdır. Buraya gelen şair veya yazar kendisinden bahseden bu panoyu görüp moral bulmalıdır; böylece yazma şevki artırılmalıdır. Halk da değerlerini böylece tanımalıdır. Kalem erbabıyla okuyucular arasında kuvvetli köprüler kurulmalıdır.
12. Belediye öncülüğünde her yıl kitap fuarları düzenlenmelidir. Özellikle ramazan ayında kitap fuarının düzenlenmesi şehrin havasını çok daha güzelleştirecektir. Bu fuara ülkemizin tanınmış yazarlarının getirilip okuyucuyla buluşturulması çok faydalı olacaktır.
13. Kızlar Manastırı’nın kısa zamanda restore edilerek Kültür Sanat Merkezi haline getirilmesi gerekir. Fakat önceki belediye yönetiminin düşündüğü gibi Çağdaş Sanatlar Merkezi değil. Burası Trabzon Halk Sanatları Merkezi olmalıdır. Burada folklorik değerlerimiz yaşatılmalıdır. Kemençe gibi geleneksel çalgı aletleri öğretilmelidir. Hatta burada kemençe yapımı, ağaç işlemeciliği, dokumacılık, hasır bilezik yapımı öğretilmelidir.
14. Trabzonlu kültür adamları, şair ve yazarlar “Trabzon Değerlerini Tanıyor” adı altında halka tanıtılmalıdır; bu kişilerden yaşayanlar varsa bu şahıslar söz konusu programlara davet edilip konuşturulmalıdır. Onların yaşamı ve eserleri değişik sunularla gösterilmelidir.
15. Trabzon’un adıyla özdeşleşen kolbastı oyununun araştırılacağı ciddi bir sempozyum(bilgi şöleni) yapılmalı, bu sempozyumdaki bildiriler kitap haline getirilmelidir.
16. Trabzon’a yakışır bir sanat sokağı düzenlenmeli, burası sanatsal figürlerle güzelleştirilmelidir. Ortahisar’daki tarihî evlerin olduğu boş alan bunun için kullanılabilir.
17. Ortahisar’da belediyeye ait tarihî bina, şair ve yazarların teşkilatlanması için tahsis edilmelidir. Bu binada her hafta düzenli olarak ‘Ortahisar Sohbetleri’ yapılmalıdır.
18. Basın mensupları gibi, halkla bütünleşmeyi arzu eden kültür sanat adamları, şair ve yazarlar da belediye ait ulaşım araçlarından ücretsiz yararlandırılmalıdır.
19. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde üç ayrı salon yapılmaktadır. Bu salonlara Trabzon’un yetiştirmiş olduğu değerli şahsiyetlerin adı verilmelidir.
20. Aykan döneminde oluşturulan, bugünlerde akıbeti bilinmeyen Mehter Takımı tekrar aktif bir biçimde etkinlikler yapmalıdır. Belirli günlerde halkı şenlendirmelidir.
21. Ramazanda uygun bir yerde ramazan çadırı kurularak ihtiyaç sahipleri buradan faydalandırılmalıdır. Ramazanın bir rahmet ayı olduğu halka hissettirilmelidir.
22. Uzunsokak’taki Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi yeniden düzenlenerek sözde değil, özde bir araştırma kütüphanesine dönüştürülmelidir. Buraya periyodik kültür, sanat ve edebiyat dergileri alınmalıdır. Yerel ve ulusal gazeteler de bu merkeze girmelidir.
23. Aykan döneminde büyük bir kampanyayla halk tarafından yaptırılan çeşmeler tekrar gözden geçirilmeli, suyu olmayanlara su bağlanmalı, gerekirse yenileri yapılmalıdır.
24. Mahallelerdeki kütüphaneler yeniden düzenlenerek yeni kitaplarla zenginleştirilmelidir. Bu kütüphanelere verilecek personel bu işi bilenlerden seçilmelidir.
25. Atapark’taki Tarih Merkezi görsel kaynaklarla zenginleştirilerek açık tutulmalıdır.
26. Belediyece yöresel türkülere ve ezgilere ağırlık verecek Türk Halk Müziği Korosu oluşturulmalıdır. Hatta yöresel türkülerin kaybolmaması için bir ses arşivi oluşturulmalıdır.
27. Belediyenin maddî ve manevî öncülüğünde bir yazarlık okulu açılmalıdır. Bu okulda yazar olmanın yolları uzmanlarca öğretilmelidir. Buna yazarlık kursu da diyebilirsiniz.
28. Her yıl Yenimahalle sahilinde Geleneksel Hamsi Şöleni yapılmalıdır.
29. Trabzon Kültür ve Sanat Festivali devam ettirilmelidir. Fakat içeriği zenginleştirilmelidir. Bu festival gurbetçilerin yoğun olarak geldiği Ağustos ayında yapılmalı.
Trabzon’da 20 yıldır yazan bir insan olarak şimdilik sizden taleplerim bunlardır…
9 Nisan 2009 Perşembe
Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri
M.NİHAT MALKOÇ
Geçenlerde(08 Nisan 2009 Çarşamba) Trabzon Lisesi Mehmet Ali Yılmaz Konferans Salonu’nda güzel bir panel yapıldı.“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panele kıymetli üç bilim adamı katıldı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Gürer Gülsevin ve Türkolog Mustafa Öner adlı bu üç değerli Türkçe sevdalısı haziruna kıymetli bilgiler verdiler.
Trabzon Valiliği’nin katkılarıyla düzenlenen panele ilgi bir hayli büyüktü. Söz konusu panele Trabzon Valisi Nuri Okutan, Trabzon Milli Eğitim Müdürü Selim Yavuz Sandıkçı, Cumhuriyet Başsavcısı Rıza Can, vali yardımcıları, Trabzon Lisesi Müdürü Ömer Eyüboğlu, Trabzon’daki okulların ilgili öğretmenleri ve öğrencilerinin yanı sıra birçok davetli de katıldı.
“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panelin yöneticisi de olan Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın panelde ilk konuşan kişi oldu. Daha doğrusu sunu üzerinden giderek ilgili konuda açıklamalar yaptı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın konuyla ilgili özetle şunları söyledi:
“Ülke olarak okuryazar oranımız yükseldi ama ne yazık ki kitap okuma oranımız giderek daha da azaldı. Bu çerçevede Sayın Valimiz Nuri Okutan’ın Trabzon’da başlattığı ve başarıyla devam ettirdiği “Trabzon Okuyor” kampanyasını çok anlamlı ve yerinde bir hareket olarak görüyorum. Okumak bir ihtiyaç olarak görüldüğünde mevcut meselelerin çoğu kendiliğinden çözülecektir. Bunun yanında bir başka sorun daha var ülkemizde; o da yabancı dille eğitim anlayışıdır. Yabancı dille eğitim Türkçeye çok zarar veriyor. Öte yandan işyeri adlarının yabancı kelimelerden seçilmesi ayrı bir sıkıntı olarak karşımıza çıkıyor.
Buradan asıl konumuza geçersek öncelikle şunu söyleyebiliriz. Kafkasya’nın Batıya açılan kapısı Anadolu’dur. Birbirine çok yakın bu coğrafyaların kültürleri ve dilleri birbirlerini etkilemişlerdir. Mesela Türkçe olan ‘yoğurt ‘ kelimesi dünyanın pek çok diline geçmiştir. Türk dili ve kültürü Kafkas halklarının dillerini ve kültürlerini ciddi olarak etkilemiştir. Bir sözcük bir dile girerse o sözcük o dilden kolay çıkarılamaz. Mesela bugün Ermenicede pek çok Türkçe kelime gibi ‘düdük’ sözcüğü de yaygın olarak yaşamaktadır.
Bugüne kadar Türkçenin başka dillerden aldığı kelimelere değindik hep.... Türkçenin başka dilleri ve kültürleri etkileme gücünden söz etmedik. Sırpçada yedi binden fazla Türkçe kelime var bugün… ‘yatak’, ‘yorgan’ Sırpçada hâlâ kullanılan Türkçe kelimelerdir. Sırplar bunları dillerinden attıklarında yataksız ve yorgansız kalırlar. Öte yandan Türkiye’deki âşıklık geleneği Ermeni ve Gürcü kültürlerini de etkilemiştir. Keza ‘âşık’ kelimesi Ermenicede biraz değiştirilerek ‘asug’ olarak kullanılmaktadır. Türkçeden dünya dillerine 11 bini aşkın kelime geçmiştir. Türkçede 27 Ermenice sözcük olmasına karşılık Ermenicede üç binin üzerinde Türkçe kelime vardır. Hep Farsçadan Türkçeye giren kelimelerden yakınırız; fakat Farsçadan Türkçeye 1500 kelime geçtiği halde Türkçeden Farsçaya 2500 kelime geçtiğini bilmeyiz. Türkçeden Gürcüceye ‘tolma, kaurma, haşlama, açma’ gibi yemek adları geçmiştir. Ermeni soyadlarında da Türkçenin etkisini görüyoruz. Mesela Ermeni Dışişleri Bakanının soyadı Nalbantyan’dır. Gürcistan’daki yer adlarının bir kısmı da Türkçedir. Örnekleri çoğaltabiliriz.
TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın ardından söz alan Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Prof. Dr. Gürer Gülsevin, dili bir ırmağa benzeterek dillerin ve milliyetlerin yayılma sürecinden bahsetti; millet kavramı üzerinde yoğunlaştı. Doğu Karadeniz’deki ağızların karakteristik özelliklerine, sondaki açık hecedeki ‘-i’ meselesine, özellikle ‘-miş’ ekinin tek şekilli kullanımına değindi. Türkçenin dünya dilleri arasında en çok farklı dilden kelime alan ve en çok farklı dile kelime veren bir dil olduğunu hatırlattı.
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Öner ise daha çok, Karadeniz çevresi Türk dili ve lehçeleri hakkında bilgi verdi. Dillerin tarihî kökenine indi.
Neticede çok faydalı bir panel oldu. Valimiz Sayın Nuri Okutan, panelin kapanış konuşmasını yaparak bu üç kıymetli bilim adamına günün anısına birer plaket takdim etti.
Geçenlerde(08 Nisan 2009 Çarşamba) Trabzon Lisesi Mehmet Ali Yılmaz Konferans Salonu’nda güzel bir panel yapıldı.“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panele kıymetli üç bilim adamı katıldı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Gürer Gülsevin ve Türkolog Mustafa Öner adlı bu üç değerli Türkçe sevdalısı haziruna kıymetli bilgiler verdiler.
Trabzon Valiliği’nin katkılarıyla düzenlenen panele ilgi bir hayli büyüktü. Söz konusu panele Trabzon Valisi Nuri Okutan, Trabzon Milli Eğitim Müdürü Selim Yavuz Sandıkçı, Cumhuriyet Başsavcısı Rıza Can, vali yardımcıları, Trabzon Lisesi Müdürü Ömer Eyüboğlu, Trabzon’daki okulların ilgili öğretmenleri ve öğrencilerinin yanı sıra birçok davetli de katıldı.
“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panelin yöneticisi de olan Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın panelde ilk konuşan kişi oldu. Daha doğrusu sunu üzerinden giderek ilgili konuda açıklamalar yaptı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın konuyla ilgili özetle şunları söyledi:
“Ülke olarak okuryazar oranımız yükseldi ama ne yazık ki kitap okuma oranımız giderek daha da azaldı. Bu çerçevede Sayın Valimiz Nuri Okutan’ın Trabzon’da başlattığı ve başarıyla devam ettirdiği “Trabzon Okuyor” kampanyasını çok anlamlı ve yerinde bir hareket olarak görüyorum. Okumak bir ihtiyaç olarak görüldüğünde mevcut meselelerin çoğu kendiliğinden çözülecektir. Bunun yanında bir başka sorun daha var ülkemizde; o da yabancı dille eğitim anlayışıdır. Yabancı dille eğitim Türkçeye çok zarar veriyor. Öte yandan işyeri adlarının yabancı kelimelerden seçilmesi ayrı bir sıkıntı olarak karşımıza çıkıyor.
Buradan asıl konumuza geçersek öncelikle şunu söyleyebiliriz. Kafkasya’nın Batıya açılan kapısı Anadolu’dur. Birbirine çok yakın bu coğrafyaların kültürleri ve dilleri birbirlerini etkilemişlerdir. Mesela Türkçe olan ‘yoğurt ‘ kelimesi dünyanın pek çok diline geçmiştir. Türk dili ve kültürü Kafkas halklarının dillerini ve kültürlerini ciddi olarak etkilemiştir. Bir sözcük bir dile girerse o sözcük o dilden kolay çıkarılamaz. Mesela bugün Ermenicede pek çok Türkçe kelime gibi ‘düdük’ sözcüğü de yaygın olarak yaşamaktadır.
Bugüne kadar Türkçenin başka dillerden aldığı kelimelere değindik hep.... Türkçenin başka dilleri ve kültürleri etkileme gücünden söz etmedik. Sırpçada yedi binden fazla Türkçe kelime var bugün… ‘yatak’, ‘yorgan’ Sırpçada hâlâ kullanılan Türkçe kelimelerdir. Sırplar bunları dillerinden attıklarında yataksız ve yorgansız kalırlar. Öte yandan Türkiye’deki âşıklık geleneği Ermeni ve Gürcü kültürlerini de etkilemiştir. Keza ‘âşık’ kelimesi Ermenicede biraz değiştirilerek ‘asug’ olarak kullanılmaktadır. Türkçeden dünya dillerine 11 bini aşkın kelime geçmiştir. Türkçede 27 Ermenice sözcük olmasına karşılık Ermenicede üç binin üzerinde Türkçe kelime vardır. Hep Farsçadan Türkçeye giren kelimelerden yakınırız; fakat Farsçadan Türkçeye 1500 kelime geçtiği halde Türkçeden Farsçaya 2500 kelime geçtiğini bilmeyiz. Türkçeden Gürcüceye ‘tolma, kaurma, haşlama, açma’ gibi yemek adları geçmiştir. Ermeni soyadlarında da Türkçenin etkisini görüyoruz. Mesela Ermeni Dışişleri Bakanının soyadı Nalbantyan’dır. Gürcistan’daki yer adlarının bir kısmı da Türkçedir. Örnekleri çoğaltabiliriz.
TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın ardından söz alan Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Prof. Dr. Gürer Gülsevin, dili bir ırmağa benzeterek dillerin ve milliyetlerin yayılma sürecinden bahsetti; millet kavramı üzerinde yoğunlaştı. Doğu Karadeniz’deki ağızların karakteristik özelliklerine, sondaki açık hecedeki ‘-i’ meselesine, özellikle ‘-miş’ ekinin tek şekilli kullanımına değindi. Türkçenin dünya dilleri arasında en çok farklı dilden kelime alan ve en çok farklı dile kelime veren bir dil olduğunu hatırlattı.
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Öner ise daha çok, Karadeniz çevresi Türk dili ve lehçeleri hakkında bilgi verdi. Dillerin tarihî kökenine indi.
Neticede çok faydalı bir panel oldu. Valimiz Sayın Nuri Okutan, panelin kapanış konuşmasını yaparak bu üç kıymetli bilim adamına günün anısına birer plaket takdim etti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)