M.NİHAT MALKOÇ
Taşranın kelime anlamı “dışarı” demektir. Bir diğer anlamı ise ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsidir. Bu tanımdan yola çıkarsak Trabzon taşradır. Fakat taşra demek ikinci sınıf mahal demek değildir. Olumsuz bir sıfat olarak görülmemelidir.
Bizler taşrada yaşayan kalem dostlarıyız. Bundan da hiç şikâyetçi değiliz. Üstelik taşrada zaman daha bereketlidir. Büyükşehirlerde oradan oraya dolaşmaktan günün nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Zihniniz iyice bulanır ve ruhunuz bunalır. Bizler taşralılar olarak kendimizi hayata daha yakın görüyoruz. Fakat bir de taşranın taşrası var. Oralarda yaşamak meşakkatli olsa da oraların da kendi içinde yaşattığı bir sıcaklık ve samimiyet mevcuttur.
Taşra, hayatın süsten ve her türlü makyajdan arınmış saf halidir. Acılar da sevinçler de adam gibi yaşanır orada. Taşrada yaşayanlar her türlü hissiyatla yüz yüzedir. Büyükşehirlerde bu duygu yoğunluğunu bulamazsınız. Soğuktur yüzü taşranın; fakat ruhu sımsıcaktır. Kasvetlidir taşların geceleri de, gündüzleri de… Yokluk kol gezer bu coğrafyada. Cömertliğiniz yokluğun çarklarında ezilir. Lanet edersiniz bu duyguyu taşıdığınıza.
Taşra, insanları acıların teknesinde gözyaşı katıp yoğurarak ‘adam’ kıvamına getirir. Taşrada yaşayan herkes biraz şair, biraz da yazardır kanaatimce. Yokluk ve sefalet insanı şair yapar bir noktadan sonra. Sıkıntılar, iç çekişler kafiyenin ahengine karışır. Taşralı, hayatın sıkıntılarını kitaplardan okumaz, bizzat yaşar; duygular olgunlaşınca da onu sayfalara döker. Bu coğrafyada hayat hüzün kıvamındadır. Fuzuli’nin deyimiyle bazen rüzgârdan başka kimse açmaz kapınızı. Böyle olunca iç dünyanıza tutarsınız sihirli aynanızı, iç sesinizi dinlersiniz.
Taşrada ilham perileri daha çok yoklar şairleri. Zira büyükşehirlerde olduğu kadar iş yoğunluğu yok taşranın ilham perilerinde. Çağırdığınız zaman şıp diye koşup gelirler ayağınıza. Sırtlarında bir yığın siyah beyaz düş taşırlar. Hakikatlerle yoğurursunuz düşleri…
Taşrada yaşayan şair merkeze özenir sürekli. Merkez demekle daha çok İstanbul’u kastediyoruz. Her şeyin olduğu gibi yazının da, şiirin de merkezi İstanbul’dur taşrada yaşayanlar için… Taşralı kalem erbabı bir gün İstanbul’a demir atmanın hesaplarını yapar durur. Oysa merkeze kayan kişi, zamanla farkında bile olmadan kendinden de uzaklaşır.
Şair ve yazar olmak için büyükşehirlerde yaşamak gerekmiyor şüphesiz. Globalleşen şair ve yazar, kazandığını sansa da aslında kaybediyor çok şeyi… Aidiyet sorunu yaşamaya başlıyor bu noktadan sonra. Zihni dağılıyor küresel çarklarda.
Vaktiyle hocam Nazan Bekiroğlu’ya Trabzonlu bir okuru “Sizi görmeye İstanbul’a geleceğim.” diye bir mail göndermiş. Okuduğu kitapların yazarının yanı başında, Trabzon’da yaşadığını öğrenince hem sevinmiş, hem de bundan haberdar olmadığı için çok utanmış.
Şair ve yazar taşrada da büyüyebilir. Anadolu’da, taşrada, Trabzon’da yaşadığı halde Türkiye’nin çok sevdiği bir yazar konumuna yükselen sevgili hocam Nazan Bekiroğlu bu konuda gösterilebilecek en ciddi ve bariz örnektir kanaatimce. Birbirinden başarılı eserler yazan Bekiroğlu’nun şöhreti Trabzon sınırlarını çoktan aşmıştır. O isteseydi İstanbul’da, en iyi özel üniversitede hocalık yaparak büyük paralar kazanabilirdi. Ama o, dört yıllık üniversite hayatı dışında Trabzon’dan hiç ayrılmadı; bu kentten ayrılmayı bile hiç düşünmedi.
‘Bütün iyi edebiyatçılar büyükşehirlerde, özellikle de İstanbul’da yaşar’ anlayışını çürüten yazarlar az değildir. Büyümek için memleketini bırakıp İstanbul yoluna düşen şair ve yazarlara hiçbir zaman hoşgörü ve sevgiyle bakmadım. Ben de İstanbul’u çok seviyorum ama acı tatlı hatıralarımı bağrında saklayan doğduğum ve doyduğum bu toprakları; denizlerinin mavisine, Boztepesi’sinin heybetine, Kisarna’daki madensuyuna, çayına, fındığına kurban olduğum Trabzon’u hiçbir şeye değişmem. Trabzon bizim vatan Kâbe’mizdir, ilk göz ağrımızdır. Uzunsokak’ta bir nisan yağmuru altında ıslanmanın zevkini hiçbir şey veremez.
Boztepe’den kuzeye bakınca şiir gibi görünür bana adına ve şanına kurban olduğum gül yüzlü Trabzon… Ganita’da gün batımında güneşin son ışıklarının, masmavi suları öptüğü demlerde içtiğim tavşankanı çayın keyfini bana neresi verebilir ki? Denizden yeni çıkmış, pulları bile dökülmemiş hamsilerin tavada pişerken çıkardığı o ahenkli ses, bana yanık bir ney sesi kadar munis gelir. Horon tepen gençler bana Anadoluluk bilincini gururla yaşatır.
Günümüzde aslında taşra merkez ayrımı da pek kalmamıştır doğrusu. Çünkü bilgi ve iletişim teknolojileri mesafeleri iyice kısaltmış, adeta yok etmiştir. İnternet ağı bizi dünyayla birleştirmiş, bir örümcek ağı misali kentleri sarıp sarmalamıştır. Artık İstanbul ve diğer kentler bize uzak değil, hemen yanı başımızdalar. Onun için taşra-merkez lafları da eski geçerliliğini kaybetmiştir bu zamanda. Son günlerin moda tabiriyle “Bize her yer Trabzon…”
Bana göre kişiyi yücelten yaşadığı yer değil, verdiği eserdir. Taşrada yaşadığı halde argo tabirle merkezi sallayan eserler veren kalem ustaları az değildir. Bizler bu topraklara aidiz. Alıp başımızı gitsek de başka diyarlarda buradaki gibi rahat edemeyiz. Bu toprağın yağmur sonrası saf kokusu, bu masmavi denizlerin tuzu besler muhayyilemizi... Kayboluruz büyük kentlerde; yalnızlaşırız, yabancılaşırız iyice... Keza büyükşehirlere yerleştikten sonra oralarda kalabalıklar içinde kaybolan ve aidiyet sorunu yaşayan kalem dostları az değildir.
Bilindiği gibi Türk edebiyatının en büyük kalemlerinin çoğu, çocukluklarını ve ilk gençlik yıllarını taşrada geçirmişlerdir. Daha sonra hayat onları geçim telaşıyla büyük kentlere, özellikle de İstanbul’a atmıştır. Necip Fazıl’ı, Cahit Zarifoğlu’yu, Sezai Karakoç’u, Abdürrahim Karakoç’u ve Bahattin Karakoç’u İstanbul değil, taşra yetiştirdi. Onların ruh toprağına taşranın bereketli yağmurları değdi öncelikle… ‘Bin bir baharı saklayan Anadolu’ onları hem şair, hem de adam etti. Taşrada aldılar ilk terbiyeyi ve ruh disiplinini… Şimdilerde Üsküdar’da yaşayan Ahmet Turan Alkan’ın adı Sivas’ta büyümüş, ülke sınırlarını bile aşmıştır. Daha bunlar gibi nice şair ve yazarlar vardır Anadolu’da… İyi ki de varlar.
Bence şairin ve yazarın nerede doğduğunun, nerede doyduğunun ve nereli olduğunun pek bir önemi yok. Şairler ve yazarlar insanlığın ortak sesidir. Barış, dostluk, hoşgörü, sevgi ve muhabbet elçisidir onlar. Kalem erbabı olan şair ve yazarlar yereli, yaşadıkları coğrafyayı aşabilme, dünyayı kucaklayabilme maharetleri ölçüsünce büyürler bence. Mühim olan şey ruhun neyle doldurulduğudur. Ruh neyle dolarsa dışarıya da onun rengi akseder. Merkezde yaşadığı halde taşra ruhuyla, taşrada yaşadığı halde merkez ruhuyla yazanlar az değildir. Siz nerede olursanız olun, iyi eser ortaya koyabiliyorsanız er geç okuyucu tarafından fark edilirsiniz. Hele bugünkü gibi sanal imkânların olduğu ve dünyayı kuşattığı bir zamanda…
Günümüzde taşra da teknolojinin imkânlarını fazlasıyla kullanıyor. Taşrada da kaliteli dergi ve gazeteler çıkarılıyor. Bunlara Kayseri’de çıkan Berceste’yi, Malatya’da çıkan Somuncu Baba’yı, Nida’yı, Van’da çıkan Beyaz Gemi’yi, Adana’da çıkan Ardıç Kuşu’nu, Elazığ’da çıkan Bizim Külliye’yi, Sivas’ta çıkan Aşkar’ı, Buruciye’yi, Sühan’ı, Rize’de çıkan Mavi Yeşil’i, Samsun’da çıkan Yolcu’yu, Sakarya’da çıkan Değirmen’i, Irmak’ı, Bilecik’te çıkan Kardelen’i, şehrimiz Trabzon’da uzun yıllardan beri çıkan Kıyı’yı, Tekne’yi, Mortaka’yı, örnek olarak gösterebiliriz. Bu dergilerin sayısını daha da artırabiliriz. Bu dergiler kıt imkânlarıyla kültür ve sanatta İstanbul dükalığına karşı gönüllü mücadele ediyorlar. Doğrusu çok da güzel dergiler yayınlıyorlar. Ya gazeteler… Onların sayısı daha da çok…
Hırçın bir delikanlıya benzetirim Trabzon’u ben… Uysal ve ürkek bir yaklaşımla bakmaz hayata.… Başa baş, dişe diş mücadele ederek bugünlere gelmiştir Trabzon ve onun içinde yaşayanlar… Dedikoducu kadınlara benzemez Trabzon; merttir ve serttir bu şehir... Fakat onurludur, gururludur, namusludur bu yürek kenti… Kabına sığmaz bu şehir ve onun içindekiler… Onun dilinden anlamak için onu besleyen kaynakları bilmelisiniz öncelikle.
Trabzon’da şair ve yazar olmak ne kadar zorsa, bir o kadar da keyif vericidir. Her şeyden evvel Trabzon’da şair ve yazarlara gösterilen ilgi azdır. Bu aslında sadece Trabzon’a özgü bir durum da değildir. “Marifet iltifata tabidir; müşterisiz meta zayidir.” derler. Aydınlar da marifete iltifat etmede cimri davranıyorlar. Oysa bir eseri beğendiğinizde bunu o eserin yazarına bildirmek gerekir. Sevgi ve takdirlerimizi niçin içimize hapsediyoruz? Yerinde yapılan bir iltifat, muhatabının verimini artırır. Ne olur, duygularınızı içinize gömmeyin…
25 Nisan 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder