26 Nisan 2009 Pazar
25 Nisan 2009 Cumartesi
Taşrada Yazar Olmak...
M.NİHAT MALKOÇ
Taşranın kelime anlamı “dışarı” demektir. Bir diğer anlamı ise ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsidir. Bu tanımdan yola çıkarsak Trabzon taşradır. Fakat taşra demek ikinci sınıf mahal demek değildir. Olumsuz bir sıfat olarak görülmemelidir.
Bizler taşrada yaşayan kalem dostlarıyız. Bundan da hiç şikâyetçi değiliz. Üstelik taşrada zaman daha bereketlidir. Büyükşehirlerde oradan oraya dolaşmaktan günün nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Zihniniz iyice bulanır ve ruhunuz bunalır. Bizler taşralılar olarak kendimizi hayata daha yakın görüyoruz. Fakat bir de taşranın taşrası var. Oralarda yaşamak meşakkatli olsa da oraların da kendi içinde yaşattığı bir sıcaklık ve samimiyet mevcuttur.
Taşra, hayatın süsten ve her türlü makyajdan arınmış saf halidir. Acılar da sevinçler de adam gibi yaşanır orada. Taşrada yaşayanlar her türlü hissiyatla yüz yüzedir. Büyükşehirlerde bu duygu yoğunluğunu bulamazsınız. Soğuktur yüzü taşranın; fakat ruhu sımsıcaktır. Kasvetlidir taşların geceleri de, gündüzleri de… Yokluk kol gezer bu coğrafyada. Cömertliğiniz yokluğun çarklarında ezilir. Lanet edersiniz bu duyguyu taşıdığınıza.
Taşra, insanları acıların teknesinde gözyaşı katıp yoğurarak ‘adam’ kıvamına getirir. Taşrada yaşayan herkes biraz şair, biraz da yazardır kanaatimce. Yokluk ve sefalet insanı şair yapar bir noktadan sonra. Sıkıntılar, iç çekişler kafiyenin ahengine karışır. Taşralı, hayatın sıkıntılarını kitaplardan okumaz, bizzat yaşar; duygular olgunlaşınca da onu sayfalara döker. Bu coğrafyada hayat hüzün kıvamındadır. Fuzuli’nin deyimiyle bazen rüzgârdan başka kimse açmaz kapınızı. Böyle olunca iç dünyanıza tutarsınız sihirli aynanızı, iç sesinizi dinlersiniz.
Taşrada ilham perileri daha çok yoklar şairleri. Zira büyükşehirlerde olduğu kadar iş yoğunluğu yok taşranın ilham perilerinde. Çağırdığınız zaman şıp diye koşup gelirler ayağınıza. Sırtlarında bir yığın siyah beyaz düş taşırlar. Hakikatlerle yoğurursunuz düşleri…
Taşrada yaşayan şair merkeze özenir sürekli. Merkez demekle daha çok İstanbul’u kastediyoruz. Her şeyin olduğu gibi yazının da, şiirin de merkezi İstanbul’dur taşrada yaşayanlar için… Taşralı kalem erbabı bir gün İstanbul’a demir atmanın hesaplarını yapar durur. Oysa merkeze kayan kişi, zamanla farkında bile olmadan kendinden de uzaklaşır.
Şair ve yazar olmak için büyükşehirlerde yaşamak gerekmiyor şüphesiz. Globalleşen şair ve yazar, kazandığını sansa da aslında kaybediyor çok şeyi… Aidiyet sorunu yaşamaya başlıyor bu noktadan sonra. Zihni dağılıyor küresel çarklarda.
Vaktiyle hocam Nazan Bekiroğlu’ya Trabzonlu bir okuru “Sizi görmeye İstanbul’a geleceğim.” diye bir mail göndermiş. Okuduğu kitapların yazarının yanı başında, Trabzon’da yaşadığını öğrenince hem sevinmiş, hem de bundan haberdar olmadığı için çok utanmış.
Şair ve yazar taşrada da büyüyebilir. Anadolu’da, taşrada, Trabzon’da yaşadığı halde Türkiye’nin çok sevdiği bir yazar konumuna yükselen sevgili hocam Nazan Bekiroğlu bu konuda gösterilebilecek en ciddi ve bariz örnektir kanaatimce. Birbirinden başarılı eserler yazan Bekiroğlu’nun şöhreti Trabzon sınırlarını çoktan aşmıştır. O isteseydi İstanbul’da, en iyi özel üniversitede hocalık yaparak büyük paralar kazanabilirdi. Ama o, dört yıllık üniversite hayatı dışında Trabzon’dan hiç ayrılmadı; bu kentten ayrılmayı bile hiç düşünmedi.
‘Bütün iyi edebiyatçılar büyükşehirlerde, özellikle de İstanbul’da yaşar’ anlayışını çürüten yazarlar az değildir. Büyümek için memleketini bırakıp İstanbul yoluna düşen şair ve yazarlara hiçbir zaman hoşgörü ve sevgiyle bakmadım. Ben de İstanbul’u çok seviyorum ama acı tatlı hatıralarımı bağrında saklayan doğduğum ve doyduğum bu toprakları; denizlerinin mavisine, Boztepesi’sinin heybetine, Kisarna’daki madensuyuna, çayına, fındığına kurban olduğum Trabzon’u hiçbir şeye değişmem. Trabzon bizim vatan Kâbe’mizdir, ilk göz ağrımızdır. Uzunsokak’ta bir nisan yağmuru altında ıslanmanın zevkini hiçbir şey veremez.
Boztepe’den kuzeye bakınca şiir gibi görünür bana adına ve şanına kurban olduğum gül yüzlü Trabzon… Ganita’da gün batımında güneşin son ışıklarının, masmavi suları öptüğü demlerde içtiğim tavşankanı çayın keyfini bana neresi verebilir ki? Denizden yeni çıkmış, pulları bile dökülmemiş hamsilerin tavada pişerken çıkardığı o ahenkli ses, bana yanık bir ney sesi kadar munis gelir. Horon tepen gençler bana Anadoluluk bilincini gururla yaşatır.
Günümüzde aslında taşra merkez ayrımı da pek kalmamıştır doğrusu. Çünkü bilgi ve iletişim teknolojileri mesafeleri iyice kısaltmış, adeta yok etmiştir. İnternet ağı bizi dünyayla birleştirmiş, bir örümcek ağı misali kentleri sarıp sarmalamıştır. Artık İstanbul ve diğer kentler bize uzak değil, hemen yanı başımızdalar. Onun için taşra-merkez lafları da eski geçerliliğini kaybetmiştir bu zamanda. Son günlerin moda tabiriyle “Bize her yer Trabzon…”
Bana göre kişiyi yücelten yaşadığı yer değil, verdiği eserdir. Taşrada yaşadığı halde argo tabirle merkezi sallayan eserler veren kalem ustaları az değildir. Bizler bu topraklara aidiz. Alıp başımızı gitsek de başka diyarlarda buradaki gibi rahat edemeyiz. Bu toprağın yağmur sonrası saf kokusu, bu masmavi denizlerin tuzu besler muhayyilemizi... Kayboluruz büyük kentlerde; yalnızlaşırız, yabancılaşırız iyice... Keza büyükşehirlere yerleştikten sonra oralarda kalabalıklar içinde kaybolan ve aidiyet sorunu yaşayan kalem dostları az değildir.
Bilindiği gibi Türk edebiyatının en büyük kalemlerinin çoğu, çocukluklarını ve ilk gençlik yıllarını taşrada geçirmişlerdir. Daha sonra hayat onları geçim telaşıyla büyük kentlere, özellikle de İstanbul’a atmıştır. Necip Fazıl’ı, Cahit Zarifoğlu’yu, Sezai Karakoç’u, Abdürrahim Karakoç’u ve Bahattin Karakoç’u İstanbul değil, taşra yetiştirdi. Onların ruh toprağına taşranın bereketli yağmurları değdi öncelikle… ‘Bin bir baharı saklayan Anadolu’ onları hem şair, hem de adam etti. Taşrada aldılar ilk terbiyeyi ve ruh disiplinini… Şimdilerde Üsküdar’da yaşayan Ahmet Turan Alkan’ın adı Sivas’ta büyümüş, ülke sınırlarını bile aşmıştır. Daha bunlar gibi nice şair ve yazarlar vardır Anadolu’da… İyi ki de varlar.
Bence şairin ve yazarın nerede doğduğunun, nerede doyduğunun ve nereli olduğunun pek bir önemi yok. Şairler ve yazarlar insanlığın ortak sesidir. Barış, dostluk, hoşgörü, sevgi ve muhabbet elçisidir onlar. Kalem erbabı olan şair ve yazarlar yereli, yaşadıkları coğrafyayı aşabilme, dünyayı kucaklayabilme maharetleri ölçüsünce büyürler bence. Mühim olan şey ruhun neyle doldurulduğudur. Ruh neyle dolarsa dışarıya da onun rengi akseder. Merkezde yaşadığı halde taşra ruhuyla, taşrada yaşadığı halde merkez ruhuyla yazanlar az değildir. Siz nerede olursanız olun, iyi eser ortaya koyabiliyorsanız er geç okuyucu tarafından fark edilirsiniz. Hele bugünkü gibi sanal imkânların olduğu ve dünyayı kuşattığı bir zamanda…
Günümüzde taşra da teknolojinin imkânlarını fazlasıyla kullanıyor. Taşrada da kaliteli dergi ve gazeteler çıkarılıyor. Bunlara Kayseri’de çıkan Berceste’yi, Malatya’da çıkan Somuncu Baba’yı, Nida’yı, Van’da çıkan Beyaz Gemi’yi, Adana’da çıkan Ardıç Kuşu’nu, Elazığ’da çıkan Bizim Külliye’yi, Sivas’ta çıkan Aşkar’ı, Buruciye’yi, Sühan’ı, Rize’de çıkan Mavi Yeşil’i, Samsun’da çıkan Yolcu’yu, Sakarya’da çıkan Değirmen’i, Irmak’ı, Bilecik’te çıkan Kardelen’i, şehrimiz Trabzon’da uzun yıllardan beri çıkan Kıyı’yı, Tekne’yi, Mortaka’yı, örnek olarak gösterebiliriz. Bu dergilerin sayısını daha da artırabiliriz. Bu dergiler kıt imkânlarıyla kültür ve sanatta İstanbul dükalığına karşı gönüllü mücadele ediyorlar. Doğrusu çok da güzel dergiler yayınlıyorlar. Ya gazeteler… Onların sayısı daha da çok…
Hırçın bir delikanlıya benzetirim Trabzon’u ben… Uysal ve ürkek bir yaklaşımla bakmaz hayata.… Başa baş, dişe diş mücadele ederek bugünlere gelmiştir Trabzon ve onun içinde yaşayanlar… Dedikoducu kadınlara benzemez Trabzon; merttir ve serttir bu şehir... Fakat onurludur, gururludur, namusludur bu yürek kenti… Kabına sığmaz bu şehir ve onun içindekiler… Onun dilinden anlamak için onu besleyen kaynakları bilmelisiniz öncelikle.
Trabzon’da şair ve yazar olmak ne kadar zorsa, bir o kadar da keyif vericidir. Her şeyden evvel Trabzon’da şair ve yazarlara gösterilen ilgi azdır. Bu aslında sadece Trabzon’a özgü bir durum da değildir. “Marifet iltifata tabidir; müşterisiz meta zayidir.” derler. Aydınlar da marifete iltifat etmede cimri davranıyorlar. Oysa bir eseri beğendiğinizde bunu o eserin yazarına bildirmek gerekir. Sevgi ve takdirlerimizi niçin içimize hapsediyoruz? Yerinde yapılan bir iltifat, muhatabının verimini artırır. Ne olur, duygularınızı içinize gömmeyin…
Taşranın kelime anlamı “dışarı” demektir. Bir diğer anlamı ise ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsidir. Bu tanımdan yola çıkarsak Trabzon taşradır. Fakat taşra demek ikinci sınıf mahal demek değildir. Olumsuz bir sıfat olarak görülmemelidir.
Bizler taşrada yaşayan kalem dostlarıyız. Bundan da hiç şikâyetçi değiliz. Üstelik taşrada zaman daha bereketlidir. Büyükşehirlerde oradan oraya dolaşmaktan günün nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Zihniniz iyice bulanır ve ruhunuz bunalır. Bizler taşralılar olarak kendimizi hayata daha yakın görüyoruz. Fakat bir de taşranın taşrası var. Oralarda yaşamak meşakkatli olsa da oraların da kendi içinde yaşattığı bir sıcaklık ve samimiyet mevcuttur.
Taşra, hayatın süsten ve her türlü makyajdan arınmış saf halidir. Acılar da sevinçler de adam gibi yaşanır orada. Taşrada yaşayanlar her türlü hissiyatla yüz yüzedir. Büyükşehirlerde bu duygu yoğunluğunu bulamazsınız. Soğuktur yüzü taşranın; fakat ruhu sımsıcaktır. Kasvetlidir taşların geceleri de, gündüzleri de… Yokluk kol gezer bu coğrafyada. Cömertliğiniz yokluğun çarklarında ezilir. Lanet edersiniz bu duyguyu taşıdığınıza.
Taşra, insanları acıların teknesinde gözyaşı katıp yoğurarak ‘adam’ kıvamına getirir. Taşrada yaşayan herkes biraz şair, biraz da yazardır kanaatimce. Yokluk ve sefalet insanı şair yapar bir noktadan sonra. Sıkıntılar, iç çekişler kafiyenin ahengine karışır. Taşralı, hayatın sıkıntılarını kitaplardan okumaz, bizzat yaşar; duygular olgunlaşınca da onu sayfalara döker. Bu coğrafyada hayat hüzün kıvamındadır. Fuzuli’nin deyimiyle bazen rüzgârdan başka kimse açmaz kapınızı. Böyle olunca iç dünyanıza tutarsınız sihirli aynanızı, iç sesinizi dinlersiniz.
Taşrada ilham perileri daha çok yoklar şairleri. Zira büyükşehirlerde olduğu kadar iş yoğunluğu yok taşranın ilham perilerinde. Çağırdığınız zaman şıp diye koşup gelirler ayağınıza. Sırtlarında bir yığın siyah beyaz düş taşırlar. Hakikatlerle yoğurursunuz düşleri…
Taşrada yaşayan şair merkeze özenir sürekli. Merkez demekle daha çok İstanbul’u kastediyoruz. Her şeyin olduğu gibi yazının da, şiirin de merkezi İstanbul’dur taşrada yaşayanlar için… Taşralı kalem erbabı bir gün İstanbul’a demir atmanın hesaplarını yapar durur. Oysa merkeze kayan kişi, zamanla farkında bile olmadan kendinden de uzaklaşır.
Şair ve yazar olmak için büyükşehirlerde yaşamak gerekmiyor şüphesiz. Globalleşen şair ve yazar, kazandığını sansa da aslında kaybediyor çok şeyi… Aidiyet sorunu yaşamaya başlıyor bu noktadan sonra. Zihni dağılıyor küresel çarklarda.
Vaktiyle hocam Nazan Bekiroğlu’ya Trabzonlu bir okuru “Sizi görmeye İstanbul’a geleceğim.” diye bir mail göndermiş. Okuduğu kitapların yazarının yanı başında, Trabzon’da yaşadığını öğrenince hem sevinmiş, hem de bundan haberdar olmadığı için çok utanmış.
Şair ve yazar taşrada da büyüyebilir. Anadolu’da, taşrada, Trabzon’da yaşadığı halde Türkiye’nin çok sevdiği bir yazar konumuna yükselen sevgili hocam Nazan Bekiroğlu bu konuda gösterilebilecek en ciddi ve bariz örnektir kanaatimce. Birbirinden başarılı eserler yazan Bekiroğlu’nun şöhreti Trabzon sınırlarını çoktan aşmıştır. O isteseydi İstanbul’da, en iyi özel üniversitede hocalık yaparak büyük paralar kazanabilirdi. Ama o, dört yıllık üniversite hayatı dışında Trabzon’dan hiç ayrılmadı; bu kentten ayrılmayı bile hiç düşünmedi.
‘Bütün iyi edebiyatçılar büyükşehirlerde, özellikle de İstanbul’da yaşar’ anlayışını çürüten yazarlar az değildir. Büyümek için memleketini bırakıp İstanbul yoluna düşen şair ve yazarlara hiçbir zaman hoşgörü ve sevgiyle bakmadım. Ben de İstanbul’u çok seviyorum ama acı tatlı hatıralarımı bağrında saklayan doğduğum ve doyduğum bu toprakları; denizlerinin mavisine, Boztepesi’sinin heybetine, Kisarna’daki madensuyuna, çayına, fındığına kurban olduğum Trabzon’u hiçbir şeye değişmem. Trabzon bizim vatan Kâbe’mizdir, ilk göz ağrımızdır. Uzunsokak’ta bir nisan yağmuru altında ıslanmanın zevkini hiçbir şey veremez.
Boztepe’den kuzeye bakınca şiir gibi görünür bana adına ve şanına kurban olduğum gül yüzlü Trabzon… Ganita’da gün batımında güneşin son ışıklarının, masmavi suları öptüğü demlerde içtiğim tavşankanı çayın keyfini bana neresi verebilir ki? Denizden yeni çıkmış, pulları bile dökülmemiş hamsilerin tavada pişerken çıkardığı o ahenkli ses, bana yanık bir ney sesi kadar munis gelir. Horon tepen gençler bana Anadoluluk bilincini gururla yaşatır.
Günümüzde aslında taşra merkez ayrımı da pek kalmamıştır doğrusu. Çünkü bilgi ve iletişim teknolojileri mesafeleri iyice kısaltmış, adeta yok etmiştir. İnternet ağı bizi dünyayla birleştirmiş, bir örümcek ağı misali kentleri sarıp sarmalamıştır. Artık İstanbul ve diğer kentler bize uzak değil, hemen yanı başımızdalar. Onun için taşra-merkez lafları da eski geçerliliğini kaybetmiştir bu zamanda. Son günlerin moda tabiriyle “Bize her yer Trabzon…”
Bana göre kişiyi yücelten yaşadığı yer değil, verdiği eserdir. Taşrada yaşadığı halde argo tabirle merkezi sallayan eserler veren kalem ustaları az değildir. Bizler bu topraklara aidiz. Alıp başımızı gitsek de başka diyarlarda buradaki gibi rahat edemeyiz. Bu toprağın yağmur sonrası saf kokusu, bu masmavi denizlerin tuzu besler muhayyilemizi... Kayboluruz büyük kentlerde; yalnızlaşırız, yabancılaşırız iyice... Keza büyükşehirlere yerleştikten sonra oralarda kalabalıklar içinde kaybolan ve aidiyet sorunu yaşayan kalem dostları az değildir.
Bilindiği gibi Türk edebiyatının en büyük kalemlerinin çoğu, çocukluklarını ve ilk gençlik yıllarını taşrada geçirmişlerdir. Daha sonra hayat onları geçim telaşıyla büyük kentlere, özellikle de İstanbul’a atmıştır. Necip Fazıl’ı, Cahit Zarifoğlu’yu, Sezai Karakoç’u, Abdürrahim Karakoç’u ve Bahattin Karakoç’u İstanbul değil, taşra yetiştirdi. Onların ruh toprağına taşranın bereketli yağmurları değdi öncelikle… ‘Bin bir baharı saklayan Anadolu’ onları hem şair, hem de adam etti. Taşrada aldılar ilk terbiyeyi ve ruh disiplinini… Şimdilerde Üsküdar’da yaşayan Ahmet Turan Alkan’ın adı Sivas’ta büyümüş, ülke sınırlarını bile aşmıştır. Daha bunlar gibi nice şair ve yazarlar vardır Anadolu’da… İyi ki de varlar.
Bence şairin ve yazarın nerede doğduğunun, nerede doyduğunun ve nereli olduğunun pek bir önemi yok. Şairler ve yazarlar insanlığın ortak sesidir. Barış, dostluk, hoşgörü, sevgi ve muhabbet elçisidir onlar. Kalem erbabı olan şair ve yazarlar yereli, yaşadıkları coğrafyayı aşabilme, dünyayı kucaklayabilme maharetleri ölçüsünce büyürler bence. Mühim olan şey ruhun neyle doldurulduğudur. Ruh neyle dolarsa dışarıya da onun rengi akseder. Merkezde yaşadığı halde taşra ruhuyla, taşrada yaşadığı halde merkez ruhuyla yazanlar az değildir. Siz nerede olursanız olun, iyi eser ortaya koyabiliyorsanız er geç okuyucu tarafından fark edilirsiniz. Hele bugünkü gibi sanal imkânların olduğu ve dünyayı kuşattığı bir zamanda…
Günümüzde taşra da teknolojinin imkânlarını fazlasıyla kullanıyor. Taşrada da kaliteli dergi ve gazeteler çıkarılıyor. Bunlara Kayseri’de çıkan Berceste’yi, Malatya’da çıkan Somuncu Baba’yı, Nida’yı, Van’da çıkan Beyaz Gemi’yi, Adana’da çıkan Ardıç Kuşu’nu, Elazığ’da çıkan Bizim Külliye’yi, Sivas’ta çıkan Aşkar’ı, Buruciye’yi, Sühan’ı, Rize’de çıkan Mavi Yeşil’i, Samsun’da çıkan Yolcu’yu, Sakarya’da çıkan Değirmen’i, Irmak’ı, Bilecik’te çıkan Kardelen’i, şehrimiz Trabzon’da uzun yıllardan beri çıkan Kıyı’yı, Tekne’yi, Mortaka’yı, örnek olarak gösterebiliriz. Bu dergilerin sayısını daha da artırabiliriz. Bu dergiler kıt imkânlarıyla kültür ve sanatta İstanbul dükalığına karşı gönüllü mücadele ediyorlar. Doğrusu çok da güzel dergiler yayınlıyorlar. Ya gazeteler… Onların sayısı daha da çok…
Hırçın bir delikanlıya benzetirim Trabzon’u ben… Uysal ve ürkek bir yaklaşımla bakmaz hayata.… Başa baş, dişe diş mücadele ederek bugünlere gelmiştir Trabzon ve onun içinde yaşayanlar… Dedikoducu kadınlara benzemez Trabzon; merttir ve serttir bu şehir... Fakat onurludur, gururludur, namusludur bu yürek kenti… Kabına sığmaz bu şehir ve onun içindekiler… Onun dilinden anlamak için onu besleyen kaynakları bilmelisiniz öncelikle.
Trabzon’da şair ve yazar olmak ne kadar zorsa, bir o kadar da keyif vericidir. Her şeyden evvel Trabzon’da şair ve yazarlara gösterilen ilgi azdır. Bu aslında sadece Trabzon’a özgü bir durum da değildir. “Marifet iltifata tabidir; müşterisiz meta zayidir.” derler. Aydınlar da marifete iltifat etmede cimri davranıyorlar. Oysa bir eseri beğendiğinizde bunu o eserin yazarına bildirmek gerekir. Sevgi ve takdirlerimizi niçin içimize hapsediyoruz? Yerinde yapılan bir iltifat, muhatabının verimini artırır. Ne olur, duygularınızı içinize gömmeyin…
17 Nisan 2009 Cuma
TRABZONLU ARAŞTIRMACI-YAZAR MUSTAFA YAZICI İLE RÖPORTAJ
Röportaj: Selda KOTBAŞ
06.02.2009
SELDA KOTBAŞ: Kendinizi tanıtır mısınız?
MUSTAFA YAZICI: Ben Mustafa Yazıcı, nüfusta 12 Mayıs 1949 gerçekte ise 12 Mayıs 1947 ‘de Akçaabat’ta doğdum. Annem Emine Koç, ev hanımı. Babam İmam Muhammet Şefik Yazıcı Hoca Efendi, Ayasofya Camii İmamı idi.
SELDA KOTBAŞ: Öğrenim hayatınızı hangi okullarda tamamladınız?
MUSTAFA YAZICI:1959’da Akyazı İlköğretim Okulu’ndan,1966’da Trabzon İmam Hatip Lisesi’nden,1970’de Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldum.
SELDA KOTBAŞ: Şuan nerede oturuyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Merkez Akyazı Beldesi’nde oturuyorum.
SELDA KOTBAŞ: Medeni halinizi öğrenebilir miyim, evliyseniz kaç çocuk babasısınız?
MUSTAFA YAZICI: Evliyim, dört çocuk babasıyım, üç erkek çocuğum bir de kızım var.
SELDA KOTBAŞ: Hobileriniz ve fobileriniz nelerdir?
MUSTAFA YAZICI: Allah’tan, cehaletten, çok uzun karanlıklardan ve bilmediğim şeylerden korkarım. Kitap okumayı(Başta Kur-an’ı Kerim),yazmayı, araştırma yapmayı, spor yapmayı, denizi, müzik dinlemeyi(Özellikle sözsüz müzik, ud, keman)severim.
SELDA KOTBAŞ: Nerelerde öğretmenlik yaptınız?
MUSTAFA YAZICI: Gerede Lisesi, Gerede İmam Hatip Lisesi, Trabzon Lisesi, Akçaabat Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi, Trabzon Sağlık Meslek Lisesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksek Okulu gibi okullarda görev yaptım.
SELDA KOTBAŞ: Yurt dışında çalıştınız mı?
MUSTAFA YAZICI: Libya’da bir buçuk yıl tercümanlık yaptım.
SELDA KOTBAŞ: Neden öğretmenlik mesleğini seçtiniz?
MUSTAFA YAZICI: Cehaletten nefret ediyorum. Küçük yaşlardan beri okumuş, kültürlü bir insan yani adam olmaktı tek isteğim. Çünkü okumayan daha doğrusu okuyamayan insanın yaşaması zordur. Yük altında ezilen kadınlarımızı özellikle de annemi gördükçe kendimi ilme verdim. Kaba kuvvet, cahillik çok kötü şeyler, bunlardan kurtulmak, çocukları cehaletten kurtarmak için öğretmen oldum.
SELDA KOTBAŞ:”Eskiden okumak kolaydı.” Diyenlere katılıyor musunuz, sizin zamanınızda koşullar nasıldı?
MUSTAFA YAZICI: Dünyanın en zor işi öğrenciliktir. Herkes televizyon izler, uyur, gezer ama öğrenci ders çalışır. Eskiden öğrencilik kolay değildi; aksine çok zordu. Günde beş imtihan olurduk. Zamanın hep ders çalışmakla geçiyordu. Şimdiki gibi sınav tarihleri de önceden açıklanmıyordu.
SELDA KOTBAŞ: Öğrencilere tavsiyeleriniz neler?
MUSTAFA YAZICI:”Mide boşalınca gıda, kafa boşalınca ilim koyacaksın.”Öğrenci olmak; katlanmak, çalışmak, azimli olmak demektir.”Ağaç zamanında dikilir, ama kaya değil toprağa dikilir, her toprağa her ağaç dikilmez, her mevsimde de ağaç dikilmez.”Bu söz öğrenci olmanın önemini, gereğini, yapılması gerekenleri açıkça ortaya okuyor. Genç her şeyi başarır. Öğrenci için en kötü üç şey: Zamanı boşa harcamak, kötü arkadaş sahibi olmak ve zararlı alışkanlıkların pençesine düşmektir. Öğrenci unutmamalıdır: gelişmiş ülkelerden tek farkımız;az okumamız,öğrenci bol kitap okumalıdır.
SELDA KOTBAŞ: Hangi gazete ve dergilere yazdınız?
MUSTAFA YAZICI: Bugün, Zaman, Ortadoğu, Posta, Milli Gazete, Türkiye… gibi gazeteler ve Türkiye, Kemençe, Birlik, Sebil… gibi dergilere yazdım.
SELDA KOTBAŞ: İmam Hatip Lisesi’ne kendi isteğinizle mi gittiniz?
MUSTAFA YAZICI: Babamın isteği idi İmam Hatip Lisesi’ne gitmem. İlkin ben istememiştim ama lise son sınıfa geldiğimde babama hak verdim. Çünkü İmam Hatip Lisesi’ne gitmek bana çok şey kazandırdı. Örneğin; Osmanlıca, Farsça, Arapça, Fransızca öğrendim.
SELDA KOTBAŞ: Öğretmen olduğunuz halde yazarlık neden?
MUSTAFA YAZICI: Yazarlık öğretmenlikten daha geçerli bir meslek. Öğretmen toplumla ilgili bir sorunu çok zor çözüyor ama yazar bu sorunu her yerde dile getirip çok daha kolay çözebiliyor. Ayrıca ben yazmayı çok seviyorum, yatağa uzandığımda beynimde mısralar beliriyor, onları yazmadan yapamıyorum.
SELDA KOTBAŞ: Yazarlığa ne zaman başladınız?
MUSTAFA YAZICI: Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Yüksek Okulu’ndan emekli olduktan sonra İstanbul’da Bugün Gazetesi’nde yazmaya başladım,yüz civarında gazete ve dergiye yazdım.
SELDA KOTBAŞ: Yayınlanmış kaç kitabınız var?
MUSTAFA YAZICI: Yayınlanmış yetmiş beş kitabım var.
SELDA KOTBAŞ:Sizi yazarlığa iten sebepler nelerdir?”Ben yazar olacağım.”demiş miydiniz küçükken?
MUSTAFA YAZICI: Ben sinemaya gitmeyi çok seviyorum. Öğrencilik yıllarımda bir gün “Bir Delinin Hatıra Defteri” İsminde bir sinema izledim. O sinemadan etkilendim, çıkışta arkadaşlarıma “Ben yazar olacağım.” dedim. Daha 16–17 yaşlarındaydım o zamanlar toplumu ıstırap çekerken gördükçe olanları anlatmak geliyordu içimden. Kur-an’ı Kerim’den de etkilendim ve beynimde beliren mısraları yazmaya başladım.
SELDA KOTBAŞ: Araştırmacı yazarla yazarın farkı ne?
MUSTAFA YAZICI: Yazar kulaktan dolma şeyleri de yazar ama araştırmacı yazar ise her şeyi yerinde görür, araştırır sonra yazar.
SELDA KOTBAŞ: Kitap okuma sevgisini ne zaman nasıl kazandınız?
MUSTAFA YAZICI: Kitap okuma sevgisini üniversitede kazandım. Lisedeki Edebiyat öğretmenim beni kitap okumaktan soğutmuştu. Üniversitede ise yurtta kalıyordum, arkadaşlarım kitap okuyor bense top peşinde koşuyordum. Zamanla ben de arkadaşlarıma özendim kitap okumaya başladım ve kitaplara kapıldım gittim.
SELDA KOTBAŞ: Kitap kelimesi sizin için ne ifade ediyor?
MUSTAFA YAZICI: Kitap diyince adam olmak geliyor aklıma. Kitap okumayan adam değildir bence.
SELDA KOTBAŞ: İlk eserinizin adı ne?
MUSTAFA YAZICI:”İçki Felaketi” adlı eserim 1977’de yayınlandı.
SELDA KOTBAŞ: Okuyucularınızın en çok beğendiği eseriniz hangisi?
MUSTAFA YAZICI:”Balıkların Gözyaşları” adlı eserimi okuyucularım çok beğendi.
SELDA KOTBAŞ: Peki sizin en çok beğendiğiniz eseriniz hangisi? Bu eserinizi biraz anlatır mısınız?
MUSTAFA YAZICI: Balıkların Gözyaşları adlı eserimi beğeniyorum. Balıkların gözyaşları sudan ayırt edilmeyen balıkları, bu balıklar misali insanları anlatıyorum.
SELDA KOTBAŞ: En çok sevdiğiniz yazar ya da yazarlar kimler?
MUSTAFA YAZICI: Necip Fazıl Kısakürek ve Cemal Meriç en çok beğendiğim yazarlardır.
SELDA KOTBAŞ: Ailenizde sizden başka edebiyatla ilgilenen, yazar olan birileri var mı?
MUSTAFA YAZICI: Hayır, maalesef yok.
SELDA KOTBAŞ: Şiir hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
MUSTAFA YAZICI: Şiir ruhun ispatıdır; ruhtaki duyguların yankılanmasıdır bence. Ben şiir yazmayı çok seviyorum.
SELDA KOTBAŞ: Kaç tane şiir kitabı yazdınız?
MUSTAFA YAZICI: On tane şiir kitabım var.(Erciyes’ten Haykırışlar serisi)
SELDA KOTBAŞ: Hangi şairleri örnek alıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya örnek aldığım başlıca şairlerdir.
SELDA KOTBAŞ: Takip edebildiğim kadarıyla son zamanlarda şiir yazmıyorsunuz, yoksa şiirden vaz mı geçtiniz?
MUSTAFA YAZICI: Şiirden vazgeçmedim ama şiir yazmaktan daha önemli sorunlarımız var. O sorunlarla uğraşmaktan şiir yazmaya vakit bulamıyorum.
SELDA KOTBAŞ: En çok ne tür konular ilgi alanınıza giriyor? Ne tür konuları araştırıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Tarih ve kültür konuları ilgimi çeker.
SELDA KOTBAŞ: Araştırmalarınız sırasında yaşadığınız ilginç bir olay ya da anınız var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet böyle anılarım var. Aslında anı değil ilginç ve güzel şeyler. Mesela İskender Paşa ile ilgili bir kitap yazmıştım, bir kadın beni arayıp “Ben İskender Paşa’nın akrabasıyım, kitabınızı okuyunca bunu öğrendim, teşekkür ederim.”dedi. Ayrıca bir sırrımı vereyim; Trabzon Evliyaları kitabını yazdıktan sonra rızkım açıldı.
SELDA KOTBAŞ: Niçin Trabzon’la ilgili yazıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Bana göre Trabzon demek dünya demek. Çünkü milattan önce Anadolu’nun başkenti idi şimdiyse Karadeniz’in başkenti. Trabzon eşsizliği, büyüklüğü, kültürü beni etkiliyor. Trabzon bana fazla geliyor adeta…
SELDA KOTBAŞ: Eserlerinizin ülke genelinde laik olduğu değeri bulduğuna inanıyor musunuz?
MUSTAFA YAZICI: Evet, eserlerim laik olduğu değeri buluyor.
SELDA KOTBAŞ: Eserlerinizde, araştırmalarınızda çok fazla ayrıntıya giriyorsunuz. Bu, kitaplarınızın kalitesini düşürmüyor mu?
MUSTAFA YAZICI: Ben köy çocuğuyum. Birisi bana bir şey anlatırken eksik anlattığında tatmin olmuyordum. Bu nedenle ayrıntılı yazıyorum.
SELDA KOTBAŞ: Sizce bir araştırmacı yazarın sahip olması gereken özellikler nelerdir?
MUSTAFA YAZICI: Bence bir araştırmacı yazar; didaktik yazılar yazmalı, çok yorulmayı göze almalı, dikkatli olmalı, kelimeleri doğru kullanmalıdır.
SELDA KOTBAŞ: Eleştiri almayı nasıl karşılıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Eleştirilmek güzel ama eleştiri kötü niyetle yapılmıyorsa.
SELDA KOTBAŞ: Sizce bir araştırmacı yazar olarak eksik yönleriniz var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet, eksik yönlerim var; bilgisayarı kullanmayı tam olarak bilmiyorum, eve sığmıyorum, evde rahat çalışamıyorum daha geniş bir ortama ihtiyacım var. Ayrıca aklım paramdan çok, param aklıma yetmiyor…
SELDA KOTBAŞ: Sizin eser sayısı çokluğundan dolayı ifade konularında titiz olmadığınızı söylüyorlar, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Ben param kadar kitap yazıyorum, yani kitaplarımı okuyucuya sunacak yeterli maddi imkânım yok. Çünkü yazdıklarımdan para almıyorum. Ayrıca bilgisayarı tam olarak kullanamıyorum, bunu az önce de belirtmiştim, bu yüzden bazı dizayn hatalarım oluyor.
SELDA KOTBAŞ: Günümüzde araştırmacı yazar olmanın zorlukları neler? Siz ne gibi güçlüklerle karşılaşıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Maddi güç gerekiyor. Mücadele ve fedakârlık isteyen bir meslek, sabırlı olmak zorundasınız.
SELDA KOTBAŞ: Örnek aldığınız ya da sizin bu mesleği seçmenizde etkili olan birisi var mı, varsa kim?
MUSTAFA YAZICI: Öyle birisi yok. Beni yazarlığa iten sebepler: Cemiyet dertleri, iç dünyam ve Kur-an’ı Kerim oldu.
SELDA KOTBAŞ: Öğretmenlik, araştırmacı yazarlık dışında başka görevlerde de bulundunuz mu?
MUSTAFA YAZICI: Evet, birçok idarecilik görevinde bulundum:
—Akçaabat Lisesi ve Akçaabat Lisesi Müdür Yardımcılığı
—Trabzon Çamlık Çocuk Yuvası ve Huzur Evi Müdürlüğü
—Karadeniz Yazarlar Birliği Başkanlığı
—Trabzon Belediyesi Kültür Araştırma Kurulu Sekreterliği (16 yıl)
—Akyazı Kalkınma Kooperatifi Müdürlüğü
—Türkiye Yeşilay Cemiyeti Trabzon İl Temsilciliği
—Yunus Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü
—Akyazı Belediyesi Kültür ve Araştırma Müdürlüğü
—Anadolu Basın Birliği Trabzon İli Başkan Yardımcılığı
—Trabzon İmama Hatip Lisesi Mezunları Birliği Başkan Yardımcılığı
SELDA KOTBAŞ: Size göre halk yeterince bilinçli mi kitap okumak konusunda?
MUSTAFA YAZICI: Maalesef halk kitap okumak konusunda yeterince bilinçli değil. Aslında halk okuma-yazmaya meyilli ama bu konuda yeterince eğitilmemiş, aşılanmamış ağaçlar gibi halkımız.
SELDA KOTBAŞ: Devletten yapmasını istediğiniz bir şeyler var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet var; devlet yazarlara kredi vermeli, çünkü yazdığımız kitapları bastırmak için yeterli parayı bulamıyoruz. Öğrencilere, öğretmenlere teşvik çıkarılmalı. Ayrıca zamanımızda düşünür yetiştirmek için fikir adamlığını öğreten, Türkçenin ilmi değerini ortaya koyan Resmi Edebiyat Liseleri kurulmalıdır. Her türlü yozlaşma ve kirlenme bu liselerle temelden önlenmelidir.
SELDA KOTBAŞ: Mustafa Yazıcı bu kadar yazmasına rağmen neden Trabzon’da olsun Türkiye’de olsun tanınmıyor?
MUSTAFA YAZICI: Ben genelde kurumlara kitap yazdığım için tanınmıyorum. Benim için önemli olan tanınmak değil; mesleğimi en iyi şekilde yapabilmek için elimden geleni yapıyorum, bu bana yeter.
SELDA KOTBAŞ: Siz eserlerinizin çok satılmasını mı yoksa çok okunmasını mı istersiniz?
MUSTAFA YAZICI: Benim amacım kitap yazarak para kazanmak değil, eserlerimin çok okunmasını isterim tabi ki
SELDA KOTBAŞ: Bazı kitaplarınız sipariş üzerine yazılmış izlenimi veriyor. Bu kitapları bazı aileler bastırıyor. Akçaabatlı bir tarihi kişiliği kitap haline getirmiştiniz. Bu çeşit kitapların devamı gelecek mi?
MUSTAFA YAZICI: O kişi benim ağabeyim sayılır, ben onu çok seviyorum ve 30 yıl onunla ilgili dosya tutmuştum. Ölümü beni çok etkiledi, onu bir kitap da yaşatayım diye yazdım o eseri. O kitaptan benim hiçbir maddi kazancım olmadı.
SELDA KOTBAŞ: Son kitabınız “Trabzon Bab-ı Ali’si “ismini taşıyor. Bab-ı Ali
İstanbul basını demektir. Bu ismin Trabzon’la ilişkisi var mı? Niçin bu ismi tercih ettiniz?
MUSTAFA YAZICI: Bab; kapı, Ali; yüce demektir. Yani “yüce kapı” Manasına gelen Bab-ı Ali aynı zamanda “basın kapısı” Anlamında da kullanılır. Niye kitabıma bu ismi verdiğime gelince; Türkiye’nin birinci şehri İstanbul, ikinci şehri Trabzon’dur. Yani Türkiye’nin birinci Bab-ı Ali’si İstanbul ise ikinci Bab-ı Ali’si Trabzon’dur. Yavuz burada 23 yıl valilik yaptı, Kanuni ise burada doğdu, burası Bab-ı Ali değil de nedir?
SELDA KOTBAŞ: Yeni yazar kuşağından hangi kalemleri beğeniyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Yeni yazar kuşağından;
—M. Nihat Malkoç
—Nurcan Ofluoğlu
—Ahmet Musaoğlu
—Nazan Bekiroğlu
gibi kalemleri beğeniyorum.
SELDA KOTBAŞ: Bildiğim kadarıyla Akçaabat’ın Akyazı Belediyesi’nde oturuyorsunuz. Trabzon’dan uzaksınız, bu durum sizin çalışmalarınızı olumsuz yönde etkilemiyor mu? Trabzon Merkez’e taşınmayı düşünmüyor musunuz?
MUSTAFA YAZICI: Akyazı’yı belediye yapmak için çok uğraştım ve başardım. Çünkü Akyazı’yı çok seviyorum. Orada doğdum orada
büyüdüm, tabiatla iç içe bir yaşam sürüyorum orada. Ben 25 yıl yürüdüm Akyazı-Trabzon Merkez arsında, bu saatten sonra güzel beldemden taşınmaya hiç niyetim yok.
SELDA KOTBAŞ: Eminim ki bir araştırmacı yazar olarak katıldığınız yarışmalar ve aldığınız ödüller vardır. Yanılıyor muyum?
MUSTAFA YAZICI: Yanılmıyorsunuz bugüne kadar birçok yarışmaya katıldım ve 30 civarında ödül aldım. Bazı ödüllerim:
—Çevre Bakanlığı Trabzon il Birinciliği Ödülü(para)
—Fıkra dalında Karadeniz Bölgesi Dördüncülüğü Ödülü(plaket)
—Fıkra dalında Bizim Anadolu Gazetesi Türkiye İkinciliği Ödülü(kitap)
—İkinci Körfez Savaşı Eleştirisi Türkiye Dördüncülüğü Ödülü(12 cilt kitap)
—Maaş Terfi Ödülü(bir kademe)
—Türkiye Yeşilay Cemiyeti Türkiye Birinciliği Ödülü(plaket)
—Beşikdüzü Belediyesi Kültür Ödülü(plaket)
—Trabzon Kanuni Vakfı Hizmet Ödülü(plaket)
—Didaktik Şiir Dalında Türkiye Birincilik Ödülü(plaket ve kitap)
—Trabzon Belediyesi 95 Yazar Arasında”2000 yılında Nasıl Bir Trabzon”
Yarışması Kompozisyon Dalında İl Birinciliği Ödülü(para)
SELDA KOTBAŞ: Yazar olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler?
MUSTAFA YAZICI: Çok okuyup çok yazmalılar, yazdıklarını gazetede yayınlamalılar, yayınlananları toplayıp kitap haline getirmeliler.
SELDA KOTBAŞ: Yaşamayı seviyor musunuz? Size göre “Hayat “Kelimesi neyi ifade ediyor?
MUSTAFA YAZICI: Yaşamayı çok seviyorum, bence hayat demek “dünyaya geliş imtihanını kazanmak” Demek.
SELDA KOTBAŞ: Bana vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
MUSTAFA YAZICI: Ben teşekkür ederim, önemli değil…
06.02.2009
SELDA KOTBAŞ: Kendinizi tanıtır mısınız?
MUSTAFA YAZICI: Ben Mustafa Yazıcı, nüfusta 12 Mayıs 1949 gerçekte ise 12 Mayıs 1947 ‘de Akçaabat’ta doğdum. Annem Emine Koç, ev hanımı. Babam İmam Muhammet Şefik Yazıcı Hoca Efendi, Ayasofya Camii İmamı idi.
SELDA KOTBAŞ: Öğrenim hayatınızı hangi okullarda tamamladınız?
MUSTAFA YAZICI:1959’da Akyazı İlköğretim Okulu’ndan,1966’da Trabzon İmam Hatip Lisesi’nden,1970’de Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldum.
SELDA KOTBAŞ: Şuan nerede oturuyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Merkez Akyazı Beldesi’nde oturuyorum.
SELDA KOTBAŞ: Medeni halinizi öğrenebilir miyim, evliyseniz kaç çocuk babasısınız?
MUSTAFA YAZICI: Evliyim, dört çocuk babasıyım, üç erkek çocuğum bir de kızım var.
SELDA KOTBAŞ: Hobileriniz ve fobileriniz nelerdir?
MUSTAFA YAZICI: Allah’tan, cehaletten, çok uzun karanlıklardan ve bilmediğim şeylerden korkarım. Kitap okumayı(Başta Kur-an’ı Kerim),yazmayı, araştırma yapmayı, spor yapmayı, denizi, müzik dinlemeyi(Özellikle sözsüz müzik, ud, keman)severim.
SELDA KOTBAŞ: Nerelerde öğretmenlik yaptınız?
MUSTAFA YAZICI: Gerede Lisesi, Gerede İmam Hatip Lisesi, Trabzon Lisesi, Akçaabat Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi, Trabzon Sağlık Meslek Lisesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksek Okulu gibi okullarda görev yaptım.
SELDA KOTBAŞ: Yurt dışında çalıştınız mı?
MUSTAFA YAZICI: Libya’da bir buçuk yıl tercümanlık yaptım.
SELDA KOTBAŞ: Neden öğretmenlik mesleğini seçtiniz?
MUSTAFA YAZICI: Cehaletten nefret ediyorum. Küçük yaşlardan beri okumuş, kültürlü bir insan yani adam olmaktı tek isteğim. Çünkü okumayan daha doğrusu okuyamayan insanın yaşaması zordur. Yük altında ezilen kadınlarımızı özellikle de annemi gördükçe kendimi ilme verdim. Kaba kuvvet, cahillik çok kötü şeyler, bunlardan kurtulmak, çocukları cehaletten kurtarmak için öğretmen oldum.
SELDA KOTBAŞ:”Eskiden okumak kolaydı.” Diyenlere katılıyor musunuz, sizin zamanınızda koşullar nasıldı?
MUSTAFA YAZICI: Dünyanın en zor işi öğrenciliktir. Herkes televizyon izler, uyur, gezer ama öğrenci ders çalışır. Eskiden öğrencilik kolay değildi; aksine çok zordu. Günde beş imtihan olurduk. Zamanın hep ders çalışmakla geçiyordu. Şimdiki gibi sınav tarihleri de önceden açıklanmıyordu.
SELDA KOTBAŞ: Öğrencilere tavsiyeleriniz neler?
MUSTAFA YAZICI:”Mide boşalınca gıda, kafa boşalınca ilim koyacaksın.”Öğrenci olmak; katlanmak, çalışmak, azimli olmak demektir.”Ağaç zamanında dikilir, ama kaya değil toprağa dikilir, her toprağa her ağaç dikilmez, her mevsimde de ağaç dikilmez.”Bu söz öğrenci olmanın önemini, gereğini, yapılması gerekenleri açıkça ortaya okuyor. Genç her şeyi başarır. Öğrenci için en kötü üç şey: Zamanı boşa harcamak, kötü arkadaş sahibi olmak ve zararlı alışkanlıkların pençesine düşmektir. Öğrenci unutmamalıdır: gelişmiş ülkelerden tek farkımız;az okumamız,öğrenci bol kitap okumalıdır.
SELDA KOTBAŞ: Hangi gazete ve dergilere yazdınız?
MUSTAFA YAZICI: Bugün, Zaman, Ortadoğu, Posta, Milli Gazete, Türkiye… gibi gazeteler ve Türkiye, Kemençe, Birlik, Sebil… gibi dergilere yazdım.
SELDA KOTBAŞ: İmam Hatip Lisesi’ne kendi isteğinizle mi gittiniz?
MUSTAFA YAZICI: Babamın isteği idi İmam Hatip Lisesi’ne gitmem. İlkin ben istememiştim ama lise son sınıfa geldiğimde babama hak verdim. Çünkü İmam Hatip Lisesi’ne gitmek bana çok şey kazandırdı. Örneğin; Osmanlıca, Farsça, Arapça, Fransızca öğrendim.
SELDA KOTBAŞ: Öğretmen olduğunuz halde yazarlık neden?
MUSTAFA YAZICI: Yazarlık öğretmenlikten daha geçerli bir meslek. Öğretmen toplumla ilgili bir sorunu çok zor çözüyor ama yazar bu sorunu her yerde dile getirip çok daha kolay çözebiliyor. Ayrıca ben yazmayı çok seviyorum, yatağa uzandığımda beynimde mısralar beliriyor, onları yazmadan yapamıyorum.
SELDA KOTBAŞ: Yazarlığa ne zaman başladınız?
MUSTAFA YAZICI: Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Yüksek Okulu’ndan emekli olduktan sonra İstanbul’da Bugün Gazetesi’nde yazmaya başladım,yüz civarında gazete ve dergiye yazdım.
SELDA KOTBAŞ: Yayınlanmış kaç kitabınız var?
MUSTAFA YAZICI: Yayınlanmış yetmiş beş kitabım var.
SELDA KOTBAŞ:Sizi yazarlığa iten sebepler nelerdir?”Ben yazar olacağım.”demiş miydiniz küçükken?
MUSTAFA YAZICI: Ben sinemaya gitmeyi çok seviyorum. Öğrencilik yıllarımda bir gün “Bir Delinin Hatıra Defteri” İsminde bir sinema izledim. O sinemadan etkilendim, çıkışta arkadaşlarıma “Ben yazar olacağım.” dedim. Daha 16–17 yaşlarındaydım o zamanlar toplumu ıstırap çekerken gördükçe olanları anlatmak geliyordu içimden. Kur-an’ı Kerim’den de etkilendim ve beynimde beliren mısraları yazmaya başladım.
SELDA KOTBAŞ: Araştırmacı yazarla yazarın farkı ne?
MUSTAFA YAZICI: Yazar kulaktan dolma şeyleri de yazar ama araştırmacı yazar ise her şeyi yerinde görür, araştırır sonra yazar.
SELDA KOTBAŞ: Kitap okuma sevgisini ne zaman nasıl kazandınız?
MUSTAFA YAZICI: Kitap okuma sevgisini üniversitede kazandım. Lisedeki Edebiyat öğretmenim beni kitap okumaktan soğutmuştu. Üniversitede ise yurtta kalıyordum, arkadaşlarım kitap okuyor bense top peşinde koşuyordum. Zamanla ben de arkadaşlarıma özendim kitap okumaya başladım ve kitaplara kapıldım gittim.
SELDA KOTBAŞ: Kitap kelimesi sizin için ne ifade ediyor?
MUSTAFA YAZICI: Kitap diyince adam olmak geliyor aklıma. Kitap okumayan adam değildir bence.
SELDA KOTBAŞ: İlk eserinizin adı ne?
MUSTAFA YAZICI:”İçki Felaketi” adlı eserim 1977’de yayınlandı.
SELDA KOTBAŞ: Okuyucularınızın en çok beğendiği eseriniz hangisi?
MUSTAFA YAZICI:”Balıkların Gözyaşları” adlı eserimi okuyucularım çok beğendi.
SELDA KOTBAŞ: Peki sizin en çok beğendiğiniz eseriniz hangisi? Bu eserinizi biraz anlatır mısınız?
MUSTAFA YAZICI: Balıkların Gözyaşları adlı eserimi beğeniyorum. Balıkların gözyaşları sudan ayırt edilmeyen balıkları, bu balıklar misali insanları anlatıyorum.
SELDA KOTBAŞ: En çok sevdiğiniz yazar ya da yazarlar kimler?
MUSTAFA YAZICI: Necip Fazıl Kısakürek ve Cemal Meriç en çok beğendiğim yazarlardır.
SELDA KOTBAŞ: Ailenizde sizden başka edebiyatla ilgilenen, yazar olan birileri var mı?
MUSTAFA YAZICI: Hayır, maalesef yok.
SELDA KOTBAŞ: Şiir hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
MUSTAFA YAZICI: Şiir ruhun ispatıdır; ruhtaki duyguların yankılanmasıdır bence. Ben şiir yazmayı çok seviyorum.
SELDA KOTBAŞ: Kaç tane şiir kitabı yazdınız?
MUSTAFA YAZICI: On tane şiir kitabım var.(Erciyes’ten Haykırışlar serisi)
SELDA KOTBAŞ: Hangi şairleri örnek alıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya örnek aldığım başlıca şairlerdir.
SELDA KOTBAŞ: Takip edebildiğim kadarıyla son zamanlarda şiir yazmıyorsunuz, yoksa şiirden vaz mı geçtiniz?
MUSTAFA YAZICI: Şiirden vazgeçmedim ama şiir yazmaktan daha önemli sorunlarımız var. O sorunlarla uğraşmaktan şiir yazmaya vakit bulamıyorum.
SELDA KOTBAŞ: En çok ne tür konular ilgi alanınıza giriyor? Ne tür konuları araştırıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Tarih ve kültür konuları ilgimi çeker.
SELDA KOTBAŞ: Araştırmalarınız sırasında yaşadığınız ilginç bir olay ya da anınız var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet böyle anılarım var. Aslında anı değil ilginç ve güzel şeyler. Mesela İskender Paşa ile ilgili bir kitap yazmıştım, bir kadın beni arayıp “Ben İskender Paşa’nın akrabasıyım, kitabınızı okuyunca bunu öğrendim, teşekkür ederim.”dedi. Ayrıca bir sırrımı vereyim; Trabzon Evliyaları kitabını yazdıktan sonra rızkım açıldı.
SELDA KOTBAŞ: Niçin Trabzon’la ilgili yazıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Bana göre Trabzon demek dünya demek. Çünkü milattan önce Anadolu’nun başkenti idi şimdiyse Karadeniz’in başkenti. Trabzon eşsizliği, büyüklüğü, kültürü beni etkiliyor. Trabzon bana fazla geliyor adeta…
SELDA KOTBAŞ: Eserlerinizin ülke genelinde laik olduğu değeri bulduğuna inanıyor musunuz?
MUSTAFA YAZICI: Evet, eserlerim laik olduğu değeri buluyor.
SELDA KOTBAŞ: Eserlerinizde, araştırmalarınızda çok fazla ayrıntıya giriyorsunuz. Bu, kitaplarınızın kalitesini düşürmüyor mu?
MUSTAFA YAZICI: Ben köy çocuğuyum. Birisi bana bir şey anlatırken eksik anlattığında tatmin olmuyordum. Bu nedenle ayrıntılı yazıyorum.
SELDA KOTBAŞ: Sizce bir araştırmacı yazarın sahip olması gereken özellikler nelerdir?
MUSTAFA YAZICI: Bence bir araştırmacı yazar; didaktik yazılar yazmalı, çok yorulmayı göze almalı, dikkatli olmalı, kelimeleri doğru kullanmalıdır.
SELDA KOTBAŞ: Eleştiri almayı nasıl karşılıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Eleştirilmek güzel ama eleştiri kötü niyetle yapılmıyorsa.
SELDA KOTBAŞ: Sizce bir araştırmacı yazar olarak eksik yönleriniz var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet, eksik yönlerim var; bilgisayarı kullanmayı tam olarak bilmiyorum, eve sığmıyorum, evde rahat çalışamıyorum daha geniş bir ortama ihtiyacım var. Ayrıca aklım paramdan çok, param aklıma yetmiyor…
SELDA KOTBAŞ: Sizin eser sayısı çokluğundan dolayı ifade konularında titiz olmadığınızı söylüyorlar, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Ben param kadar kitap yazıyorum, yani kitaplarımı okuyucuya sunacak yeterli maddi imkânım yok. Çünkü yazdıklarımdan para almıyorum. Ayrıca bilgisayarı tam olarak kullanamıyorum, bunu az önce de belirtmiştim, bu yüzden bazı dizayn hatalarım oluyor.
SELDA KOTBAŞ: Günümüzde araştırmacı yazar olmanın zorlukları neler? Siz ne gibi güçlüklerle karşılaşıyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Maddi güç gerekiyor. Mücadele ve fedakârlık isteyen bir meslek, sabırlı olmak zorundasınız.
SELDA KOTBAŞ: Örnek aldığınız ya da sizin bu mesleği seçmenizde etkili olan birisi var mı, varsa kim?
MUSTAFA YAZICI: Öyle birisi yok. Beni yazarlığa iten sebepler: Cemiyet dertleri, iç dünyam ve Kur-an’ı Kerim oldu.
SELDA KOTBAŞ: Öğretmenlik, araştırmacı yazarlık dışında başka görevlerde de bulundunuz mu?
MUSTAFA YAZICI: Evet, birçok idarecilik görevinde bulundum:
—Akçaabat Lisesi ve Akçaabat Lisesi Müdür Yardımcılığı
—Trabzon Çamlık Çocuk Yuvası ve Huzur Evi Müdürlüğü
—Karadeniz Yazarlar Birliği Başkanlığı
—Trabzon Belediyesi Kültür Araştırma Kurulu Sekreterliği (16 yıl)
—Akyazı Kalkınma Kooperatifi Müdürlüğü
—Türkiye Yeşilay Cemiyeti Trabzon İl Temsilciliği
—Yunus Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü
—Akyazı Belediyesi Kültür ve Araştırma Müdürlüğü
—Anadolu Basın Birliği Trabzon İli Başkan Yardımcılığı
—Trabzon İmama Hatip Lisesi Mezunları Birliği Başkan Yardımcılığı
SELDA KOTBAŞ: Size göre halk yeterince bilinçli mi kitap okumak konusunda?
MUSTAFA YAZICI: Maalesef halk kitap okumak konusunda yeterince bilinçli değil. Aslında halk okuma-yazmaya meyilli ama bu konuda yeterince eğitilmemiş, aşılanmamış ağaçlar gibi halkımız.
SELDA KOTBAŞ: Devletten yapmasını istediğiniz bir şeyler var mı?
MUSTAFA YAZICI: Evet var; devlet yazarlara kredi vermeli, çünkü yazdığımız kitapları bastırmak için yeterli parayı bulamıyoruz. Öğrencilere, öğretmenlere teşvik çıkarılmalı. Ayrıca zamanımızda düşünür yetiştirmek için fikir adamlığını öğreten, Türkçenin ilmi değerini ortaya koyan Resmi Edebiyat Liseleri kurulmalıdır. Her türlü yozlaşma ve kirlenme bu liselerle temelden önlenmelidir.
SELDA KOTBAŞ: Mustafa Yazıcı bu kadar yazmasına rağmen neden Trabzon’da olsun Türkiye’de olsun tanınmıyor?
MUSTAFA YAZICI: Ben genelde kurumlara kitap yazdığım için tanınmıyorum. Benim için önemli olan tanınmak değil; mesleğimi en iyi şekilde yapabilmek için elimden geleni yapıyorum, bu bana yeter.
SELDA KOTBAŞ: Siz eserlerinizin çok satılmasını mı yoksa çok okunmasını mı istersiniz?
MUSTAFA YAZICI: Benim amacım kitap yazarak para kazanmak değil, eserlerimin çok okunmasını isterim tabi ki
SELDA KOTBAŞ: Bazı kitaplarınız sipariş üzerine yazılmış izlenimi veriyor. Bu kitapları bazı aileler bastırıyor. Akçaabatlı bir tarihi kişiliği kitap haline getirmiştiniz. Bu çeşit kitapların devamı gelecek mi?
MUSTAFA YAZICI: O kişi benim ağabeyim sayılır, ben onu çok seviyorum ve 30 yıl onunla ilgili dosya tutmuştum. Ölümü beni çok etkiledi, onu bir kitap da yaşatayım diye yazdım o eseri. O kitaptan benim hiçbir maddi kazancım olmadı.
SELDA KOTBAŞ: Son kitabınız “Trabzon Bab-ı Ali’si “ismini taşıyor. Bab-ı Ali
İstanbul basını demektir. Bu ismin Trabzon’la ilişkisi var mı? Niçin bu ismi tercih ettiniz?
MUSTAFA YAZICI: Bab; kapı, Ali; yüce demektir. Yani “yüce kapı” Manasına gelen Bab-ı Ali aynı zamanda “basın kapısı” Anlamında da kullanılır. Niye kitabıma bu ismi verdiğime gelince; Türkiye’nin birinci şehri İstanbul, ikinci şehri Trabzon’dur. Yani Türkiye’nin birinci Bab-ı Ali’si İstanbul ise ikinci Bab-ı Ali’si Trabzon’dur. Yavuz burada 23 yıl valilik yaptı, Kanuni ise burada doğdu, burası Bab-ı Ali değil de nedir?
SELDA KOTBAŞ: Yeni yazar kuşağından hangi kalemleri beğeniyorsunuz?
MUSTAFA YAZICI: Yeni yazar kuşağından;
—M. Nihat Malkoç
—Nurcan Ofluoğlu
—Ahmet Musaoğlu
—Nazan Bekiroğlu
gibi kalemleri beğeniyorum.
SELDA KOTBAŞ: Bildiğim kadarıyla Akçaabat’ın Akyazı Belediyesi’nde oturuyorsunuz. Trabzon’dan uzaksınız, bu durum sizin çalışmalarınızı olumsuz yönde etkilemiyor mu? Trabzon Merkez’e taşınmayı düşünmüyor musunuz?
MUSTAFA YAZICI: Akyazı’yı belediye yapmak için çok uğraştım ve başardım. Çünkü Akyazı’yı çok seviyorum. Orada doğdum orada
büyüdüm, tabiatla iç içe bir yaşam sürüyorum orada. Ben 25 yıl yürüdüm Akyazı-Trabzon Merkez arsında, bu saatten sonra güzel beldemden taşınmaya hiç niyetim yok.
SELDA KOTBAŞ: Eminim ki bir araştırmacı yazar olarak katıldığınız yarışmalar ve aldığınız ödüller vardır. Yanılıyor muyum?
MUSTAFA YAZICI: Yanılmıyorsunuz bugüne kadar birçok yarışmaya katıldım ve 30 civarında ödül aldım. Bazı ödüllerim:
—Çevre Bakanlığı Trabzon il Birinciliği Ödülü(para)
—Fıkra dalında Karadeniz Bölgesi Dördüncülüğü Ödülü(plaket)
—Fıkra dalında Bizim Anadolu Gazetesi Türkiye İkinciliği Ödülü(kitap)
—İkinci Körfez Savaşı Eleştirisi Türkiye Dördüncülüğü Ödülü(12 cilt kitap)
—Maaş Terfi Ödülü(bir kademe)
—Türkiye Yeşilay Cemiyeti Türkiye Birinciliği Ödülü(plaket)
—Beşikdüzü Belediyesi Kültür Ödülü(plaket)
—Trabzon Kanuni Vakfı Hizmet Ödülü(plaket)
—Didaktik Şiir Dalında Türkiye Birincilik Ödülü(plaket ve kitap)
—Trabzon Belediyesi 95 Yazar Arasında”2000 yılında Nasıl Bir Trabzon”
Yarışması Kompozisyon Dalında İl Birinciliği Ödülü(para)
SELDA KOTBAŞ: Yazar olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler?
MUSTAFA YAZICI: Çok okuyup çok yazmalılar, yazdıklarını gazetede yayınlamalılar, yayınlananları toplayıp kitap haline getirmeliler.
SELDA KOTBAŞ: Yaşamayı seviyor musunuz? Size göre “Hayat “Kelimesi neyi ifade ediyor?
MUSTAFA YAZICI: Yaşamayı çok seviyorum, bence hayat demek “dünyaya geliş imtihanını kazanmak” Demek.
SELDA KOTBAŞ: Bana vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
MUSTAFA YAZICI: Ben teşekkür ederim, önemli değil…
14 Nisan 2009 Salı
Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu'ya Açık Mektup
M.NİHAT MALKOÇ
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Öncelikle Trabzon Belediye Başkanlığına seçilmenizden dolayı sizleri kutluyor, bu seçimin Trabzon’umuza hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum. Yorucu bir propaganda dönemi geride kaldı; fakat asıl iş şimdi başladı. Yani dinlenmeye zaman yok; şimdi hizmet zamanı…
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Trabzon’un ne kadar önemli bir şehir olduğunu söylemeye gerek yok; bunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Trabzon bir tarih, kültür ve sanat şehridir. Osmanlı’nın gözbebeği olan Trabzon, Cumhuriyet Türkiye’sinin de can damarıdır. Fatih’in fethettiği Trabzon, tabir caizse ikinci İstanbul’dur. Bu şehirde Yavuz Sultan Selim uzun yıllar valilik yapmış, onun sevgili oğlu, yükselme döneminde Osmanlı tahtında 46 yıl boyunca oturan Kanunî Sultan Süleyman bu güzel şehirde dünyaya açmış gözlerini… Trabzon bir kültür sanat şehridir aynı zamanda. Nice şairler ve yazarlar ilhamını bu tarihî şehirden almıştır. İbrahim Cudi, Hamamizade İhsan Bey, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Bedri Rahmi ve Sabahattin Eyüboğlu kardeşler bu şehrin kimliğiyle büyüyüp eser verdiler. Günümüz şair ve yazarlarından Nazan Bekiroğlu, Nihat Genç, Yaşar Miraç, Yaşar Bedri Özdemir, Sunay Akın da Trabzon kimliğini şerefle taşımaktadırlar. Bunların sayısını çok daha artırabiliriz.
Karadeniz’in gözbebeği güzel Trabzon, sizden her alanda çok büyük hizmetler bekliyor. Fakat benim sizden istediklerim kültür, sanat ve edebiyata dair şeyler olacaktır. Öyle masraflı şeyler de değil isteyeceklerim. Bunları yapmak için para değil, öncelikle millî ve manevî değerlere saygı ve sevgi gerekiyor. İsteklerimi maddeler halinde sıralamak istiyorum:
1. Trabzon’da bundan sonra yabancı isimle işyeri açmak isteyenlere belediyemiz ruhsat vermesin. Zira böyle giderse güzel Türkçemizin esamisi okunmayacak yakında...
2. Görkemli bir anıt yapılarak Trabzon’un gelmiş geçmiş kültür, sanat ve edebiyat simalarının isimleri bu anıta yazılsın. Bu anlamda önceki belediyelerce oluşturulan Meydan Parkı’nın üstündeki basit tabela orada adı yazılan büyük isimlerin gölgesinde eziliyor. Hem o tabeladaki isimlere yenilerinin ilave edilmesi de gerekiyor; zira hayat devam ediyor.
3. Eskiden etkin olan Belediye Kültür Araştırma Kurulu en kısa zamanda tekrar oluşturulmalıdır. Fakat laf olsun diye değil, iş yapsın diye. Onun için de bu kurula kültür, sanat ve edebiyat alanlarında ehliyetli ve gayretli insanların seçilmesi gerekir.
4. Trabzon’da her yıl şairler şöleni düzenlenmesini istiyoruz. Bu şölen zamanla geleneksel yapıya kavuşacaktır. Söz konusu şölene, düşüncesine bakılmaksızın yerel ve genel alanda bir noktaya gelmiş şairler davet edilmelidir. Bunu yapan şehirlerin sayısı az değildir.
5. Trabzon’daki cadde ve sokaklara kültür, sanat ve edebiyat sahasında önemli çalışmalar yapmış kişilerin adları verilmelidir. Mesela bir şair ve yazar bu kentte yaşamaya devam ediyorsa oturduğu caddeye veya sokağa adı verilebilir. Bunlar yapılırken ille de dünyadan göçmüş kişilerin seçilme zorunluluğu yoktur. Yaşarken onure edilmeli insanlar…
6. Belediye Kültür Yayınları, eserlerini basma imkânı olmayan şair ve yazarların eserlerinin basılmasına katkıda bulunmalıdır. Özellikle Trabzon’la ilgili kitaplar basılıp halka ücretsiz dağıtılmalıdır. Bunu belediye bütçesinden yapmaya da gerek yoktur. Trabzon’un hayırsever zenginleri bu yükü sırtlayabilir. Keza eski başkanlardan Asım Akyan bunu başarıyla yapmış, belediye bütçesine dokunmadan birçok kitap yayınlayarak halka sunmuştu.
7. İlköğretim ve lise öğrencilerine yönelik şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlenmelidir. Bu yarışmalar serbest kategoride halka da açılmalıdır. Yani sadece öğrenciler değil, şehirde eli kalem tutan, fakat teşvik edilmediği için körelen kalem erbapları da bu gibi yarışmalarla yazmaya yönlendirilmelidir. Dereceye girenlere ciddi ödüler verilmelidir. Böylece Trabzon nahoş hadiselerle değil, kalem sahipleriyle anılmalıdır.
8. Belediyeye ait “Trabzon Evi” şair ve yazarların beyin fırtınası sahasına dönüştürülmelidir. Burada sohbetler yapılmalıdır, sanat ve edebiyat konuşulmalıdır.
9. Sık sık Trabzon’la ilgili forum ve paneller yapılmalıdır. Bu konuda KTÜ’yle işbirliğine gidilmelidir. Sivil toplum kuruluşlarının potansiyellerinden de yararlanılmalıdır.
10. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi bir an evvel bitirilerek halkın istifadesine sunulmalıdır. Burada geçmişten bugüne kadar gelmiş geçmiş şair ve yazarları tanıtan devasa görsel panolar oluşturulmalıdır. Buraya gelen şair veya yazar kendisinden bahseden bu panoyu görüp moral bulmalıdır; böylece yazma şevki artırılmalıdır. Halk da değerlerini böylece tanımalıdır. Kalem erbabıyla okuyucular arasında kuvvetli köprüler kurulmalıdır.
12. Belediye öncülüğünde her yıl kitap fuarları düzenlenmelidir. Özellikle ramazan ayında kitap fuarının düzenlenmesi şehrin havasını çok daha güzelleştirecektir. Bu fuara ülkemizin tanınmış yazarlarının getirilip okuyucuyla buluşturulması çok faydalı olacaktır.
13. Kızlar Manastırı’nın kısa zamanda restore edilerek Kültür Sanat Merkezi haline getirilmesi gerekir. Fakat önceki belediye yönetiminin düşündüğü gibi Çağdaş Sanatlar Merkezi değil. Burası Trabzon Halk Sanatları Merkezi olmalıdır. Burada folklorik değerlerimiz yaşatılmalıdır. Kemençe gibi geleneksel çalgı aletleri öğretilmelidir. Hatta burada kemençe yapımı, ağaç işlemeciliği, dokumacılık, hasır bilezik yapımı öğretilmelidir.
14. Trabzonlu kültür adamları, şair ve yazarlar “Trabzon Değerlerini Tanıyor” adı altında halka tanıtılmalıdır; bu kişilerden yaşayanlar varsa bu şahıslar söz konusu programlara davet edilip konuşturulmalıdır. Onların yaşamı ve eserleri değişik sunularla gösterilmelidir.
15. Trabzon’un adıyla özdeşleşen kolbastı oyununun araştırılacağı ciddi bir sempozyum(bilgi şöleni) yapılmalı, bu sempozyumdaki bildiriler kitap haline getirilmelidir.
16. Trabzon’a yakışır bir sanat sokağı düzenlenmeli, burası sanatsal figürlerle güzelleştirilmelidir. Ortahisar’daki tarihî evlerin olduğu boş alan bunun için kullanılabilir.
17. Ortahisar’da belediyeye ait tarihî bina, şair ve yazarların teşkilatlanması için tahsis edilmelidir. Bu binada her hafta düzenli olarak ‘Ortahisar Sohbetleri’ yapılmalıdır.
18. Basın mensupları gibi, halkla bütünleşmeyi arzu eden kültür sanat adamları, şair ve yazarlar da belediye ait ulaşım araçlarından ücretsiz yararlandırılmalıdır.
19. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde üç ayrı salon yapılmaktadır. Bu salonlara Trabzon’un yetiştirmiş olduğu değerli şahsiyetlerin adı verilmelidir.
20. Aykan döneminde oluşturulan, bugünlerde akıbeti bilinmeyen Mehter Takımı tekrar aktif bir biçimde etkinlikler yapmalıdır. Belirli günlerde halkı şenlendirmelidir.
21. Ramazanda uygun bir yerde ramazan çadırı kurularak ihtiyaç sahipleri buradan faydalandırılmalıdır. Ramazanın bir rahmet ayı olduğu halka hissettirilmelidir.
22. Uzunsokak’taki Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi yeniden düzenlenerek sözde değil, özde bir araştırma kütüphanesine dönüştürülmelidir. Buraya periyodik kültür, sanat ve edebiyat dergileri alınmalıdır. Yerel ve ulusal gazeteler de bu merkeze girmelidir.
23. Aykan döneminde büyük bir kampanyayla halk tarafından yaptırılan çeşmeler tekrar gözden geçirilmeli, suyu olmayanlara su bağlanmalı, gerekirse yenileri yapılmalıdır.
24. Mahallelerdeki kütüphaneler yeniden düzenlenerek yeni kitaplarla zenginleştirilmelidir. Bu kütüphanelere verilecek personel bu işi bilenlerden seçilmelidir.
25. Atapark’taki Tarih Merkezi görsel kaynaklarla zenginleştirilerek açık tutulmalıdır.
26. Belediyece yöresel türkülere ve ezgilere ağırlık verecek Türk Halk Müziği Korosu oluşturulmalıdır. Hatta yöresel türkülerin kaybolmaması için bir ses arşivi oluşturulmalıdır.
27. Belediyenin maddî ve manevî öncülüğünde bir yazarlık okulu açılmalıdır. Bu okulda yazar olmanın yolları uzmanlarca öğretilmelidir. Buna yazarlık kursu da diyebilirsiniz.
28. Her yıl Yenimahalle sahilinde Geleneksel Hamsi Şöleni yapılmalıdır.
29. Trabzon Kültür ve Sanat Festivali devam ettirilmelidir. Fakat içeriği zenginleştirilmelidir. Bu festival gurbetçilerin yoğun olarak geldiği Ağustos ayında yapılmalı.
Trabzon’da 20 yıldır yazan bir insan olarak şimdilik sizden taleplerim bunlardır…
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Öncelikle Trabzon Belediye Başkanlığına seçilmenizden dolayı sizleri kutluyor, bu seçimin Trabzon’umuza hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum. Yorucu bir propaganda dönemi geride kaldı; fakat asıl iş şimdi başladı. Yani dinlenmeye zaman yok; şimdi hizmet zamanı…
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Trabzon’un ne kadar önemli bir şehir olduğunu söylemeye gerek yok; bunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Trabzon bir tarih, kültür ve sanat şehridir. Osmanlı’nın gözbebeği olan Trabzon, Cumhuriyet Türkiye’sinin de can damarıdır. Fatih’in fethettiği Trabzon, tabir caizse ikinci İstanbul’dur. Bu şehirde Yavuz Sultan Selim uzun yıllar valilik yapmış, onun sevgili oğlu, yükselme döneminde Osmanlı tahtında 46 yıl boyunca oturan Kanunî Sultan Süleyman bu güzel şehirde dünyaya açmış gözlerini… Trabzon bir kültür sanat şehridir aynı zamanda. Nice şairler ve yazarlar ilhamını bu tarihî şehirden almıştır. İbrahim Cudi, Hamamizade İhsan Bey, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Bedri Rahmi ve Sabahattin Eyüboğlu kardeşler bu şehrin kimliğiyle büyüyüp eser verdiler. Günümüz şair ve yazarlarından Nazan Bekiroğlu, Nihat Genç, Yaşar Miraç, Yaşar Bedri Özdemir, Sunay Akın da Trabzon kimliğini şerefle taşımaktadırlar. Bunların sayısını çok daha artırabiliriz.
Karadeniz’in gözbebeği güzel Trabzon, sizden her alanda çok büyük hizmetler bekliyor. Fakat benim sizden istediklerim kültür, sanat ve edebiyata dair şeyler olacaktır. Öyle masraflı şeyler de değil isteyeceklerim. Bunları yapmak için para değil, öncelikle millî ve manevî değerlere saygı ve sevgi gerekiyor. İsteklerimi maddeler halinde sıralamak istiyorum:
1. Trabzon’da bundan sonra yabancı isimle işyeri açmak isteyenlere belediyemiz ruhsat vermesin. Zira böyle giderse güzel Türkçemizin esamisi okunmayacak yakında...
2. Görkemli bir anıt yapılarak Trabzon’un gelmiş geçmiş kültür, sanat ve edebiyat simalarının isimleri bu anıta yazılsın. Bu anlamda önceki belediyelerce oluşturulan Meydan Parkı’nın üstündeki basit tabela orada adı yazılan büyük isimlerin gölgesinde eziliyor. Hem o tabeladaki isimlere yenilerinin ilave edilmesi de gerekiyor; zira hayat devam ediyor.
3. Eskiden etkin olan Belediye Kültür Araştırma Kurulu en kısa zamanda tekrar oluşturulmalıdır. Fakat laf olsun diye değil, iş yapsın diye. Onun için de bu kurula kültür, sanat ve edebiyat alanlarında ehliyetli ve gayretli insanların seçilmesi gerekir.
4. Trabzon’da her yıl şairler şöleni düzenlenmesini istiyoruz. Bu şölen zamanla geleneksel yapıya kavuşacaktır. Söz konusu şölene, düşüncesine bakılmaksızın yerel ve genel alanda bir noktaya gelmiş şairler davet edilmelidir. Bunu yapan şehirlerin sayısı az değildir.
5. Trabzon’daki cadde ve sokaklara kültür, sanat ve edebiyat sahasında önemli çalışmalar yapmış kişilerin adları verilmelidir. Mesela bir şair ve yazar bu kentte yaşamaya devam ediyorsa oturduğu caddeye veya sokağa adı verilebilir. Bunlar yapılırken ille de dünyadan göçmüş kişilerin seçilme zorunluluğu yoktur. Yaşarken onure edilmeli insanlar…
6. Belediye Kültür Yayınları, eserlerini basma imkânı olmayan şair ve yazarların eserlerinin basılmasına katkıda bulunmalıdır. Özellikle Trabzon’la ilgili kitaplar basılıp halka ücretsiz dağıtılmalıdır. Bunu belediye bütçesinden yapmaya da gerek yoktur. Trabzon’un hayırsever zenginleri bu yükü sırtlayabilir. Keza eski başkanlardan Asım Akyan bunu başarıyla yapmış, belediye bütçesine dokunmadan birçok kitap yayınlayarak halka sunmuştu.
7. İlköğretim ve lise öğrencilerine yönelik şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlenmelidir. Bu yarışmalar serbest kategoride halka da açılmalıdır. Yani sadece öğrenciler değil, şehirde eli kalem tutan, fakat teşvik edilmediği için körelen kalem erbapları da bu gibi yarışmalarla yazmaya yönlendirilmelidir. Dereceye girenlere ciddi ödüler verilmelidir. Böylece Trabzon nahoş hadiselerle değil, kalem sahipleriyle anılmalıdır.
8. Belediyeye ait “Trabzon Evi” şair ve yazarların beyin fırtınası sahasına dönüştürülmelidir. Burada sohbetler yapılmalıdır, sanat ve edebiyat konuşulmalıdır.
9. Sık sık Trabzon’la ilgili forum ve paneller yapılmalıdır. Bu konuda KTÜ’yle işbirliğine gidilmelidir. Sivil toplum kuruluşlarının potansiyellerinden de yararlanılmalıdır.
10. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi bir an evvel bitirilerek halkın istifadesine sunulmalıdır. Burada geçmişten bugüne kadar gelmiş geçmiş şair ve yazarları tanıtan devasa görsel panolar oluşturulmalıdır. Buraya gelen şair veya yazar kendisinden bahseden bu panoyu görüp moral bulmalıdır; böylece yazma şevki artırılmalıdır. Halk da değerlerini böylece tanımalıdır. Kalem erbabıyla okuyucular arasında kuvvetli köprüler kurulmalıdır.
12. Belediye öncülüğünde her yıl kitap fuarları düzenlenmelidir. Özellikle ramazan ayında kitap fuarının düzenlenmesi şehrin havasını çok daha güzelleştirecektir. Bu fuara ülkemizin tanınmış yazarlarının getirilip okuyucuyla buluşturulması çok faydalı olacaktır.
13. Kızlar Manastırı’nın kısa zamanda restore edilerek Kültür Sanat Merkezi haline getirilmesi gerekir. Fakat önceki belediye yönetiminin düşündüğü gibi Çağdaş Sanatlar Merkezi değil. Burası Trabzon Halk Sanatları Merkezi olmalıdır. Burada folklorik değerlerimiz yaşatılmalıdır. Kemençe gibi geleneksel çalgı aletleri öğretilmelidir. Hatta burada kemençe yapımı, ağaç işlemeciliği, dokumacılık, hasır bilezik yapımı öğretilmelidir.
14. Trabzonlu kültür adamları, şair ve yazarlar “Trabzon Değerlerini Tanıyor” adı altında halka tanıtılmalıdır; bu kişilerden yaşayanlar varsa bu şahıslar söz konusu programlara davet edilip konuşturulmalıdır. Onların yaşamı ve eserleri değişik sunularla gösterilmelidir.
15. Trabzon’un adıyla özdeşleşen kolbastı oyununun araştırılacağı ciddi bir sempozyum(bilgi şöleni) yapılmalı, bu sempozyumdaki bildiriler kitap haline getirilmelidir.
16. Trabzon’a yakışır bir sanat sokağı düzenlenmeli, burası sanatsal figürlerle güzelleştirilmelidir. Ortahisar’daki tarihî evlerin olduğu boş alan bunun için kullanılabilir.
17. Ortahisar’da belediyeye ait tarihî bina, şair ve yazarların teşkilatlanması için tahsis edilmelidir. Bu binada her hafta düzenli olarak ‘Ortahisar Sohbetleri’ yapılmalıdır.
18. Basın mensupları gibi, halkla bütünleşmeyi arzu eden kültür sanat adamları, şair ve yazarlar da belediye ait ulaşım araçlarından ücretsiz yararlandırılmalıdır.
19. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde üç ayrı salon yapılmaktadır. Bu salonlara Trabzon’un yetiştirmiş olduğu değerli şahsiyetlerin adı verilmelidir.
20. Aykan döneminde oluşturulan, bugünlerde akıbeti bilinmeyen Mehter Takımı tekrar aktif bir biçimde etkinlikler yapmalıdır. Belirli günlerde halkı şenlendirmelidir.
21. Ramazanda uygun bir yerde ramazan çadırı kurularak ihtiyaç sahipleri buradan faydalandırılmalıdır. Ramazanın bir rahmet ayı olduğu halka hissettirilmelidir.
22. Uzunsokak’taki Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi yeniden düzenlenerek sözde değil, özde bir araştırma kütüphanesine dönüştürülmelidir. Buraya periyodik kültür, sanat ve edebiyat dergileri alınmalıdır. Yerel ve ulusal gazeteler de bu merkeze girmelidir.
23. Aykan döneminde büyük bir kampanyayla halk tarafından yaptırılan çeşmeler tekrar gözden geçirilmeli, suyu olmayanlara su bağlanmalı, gerekirse yenileri yapılmalıdır.
24. Mahallelerdeki kütüphaneler yeniden düzenlenerek yeni kitaplarla zenginleştirilmelidir. Bu kütüphanelere verilecek personel bu işi bilenlerden seçilmelidir.
25. Atapark’taki Tarih Merkezi görsel kaynaklarla zenginleştirilerek açık tutulmalıdır.
26. Belediyece yöresel türkülere ve ezgilere ağırlık verecek Türk Halk Müziği Korosu oluşturulmalıdır. Hatta yöresel türkülerin kaybolmaması için bir ses arşivi oluşturulmalıdır.
27. Belediyenin maddî ve manevî öncülüğünde bir yazarlık okulu açılmalıdır. Bu okulda yazar olmanın yolları uzmanlarca öğretilmelidir. Buna yazarlık kursu da diyebilirsiniz.
28. Her yıl Yenimahalle sahilinde Geleneksel Hamsi Şöleni yapılmalıdır.
29. Trabzon Kültür ve Sanat Festivali devam ettirilmelidir. Fakat içeriği zenginleştirilmelidir. Bu festival gurbetçilerin yoğun olarak geldiği Ağustos ayında yapılmalı.
Trabzon’da 20 yıldır yazan bir insan olarak şimdilik sizden taleplerim bunlardır…
9 Nisan 2009 Perşembe
Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri
M.NİHAT MALKOÇ
Geçenlerde(08 Nisan 2009 Çarşamba) Trabzon Lisesi Mehmet Ali Yılmaz Konferans Salonu’nda güzel bir panel yapıldı.“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panele kıymetli üç bilim adamı katıldı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Gürer Gülsevin ve Türkolog Mustafa Öner adlı bu üç değerli Türkçe sevdalısı haziruna kıymetli bilgiler verdiler.
Trabzon Valiliği’nin katkılarıyla düzenlenen panele ilgi bir hayli büyüktü. Söz konusu panele Trabzon Valisi Nuri Okutan, Trabzon Milli Eğitim Müdürü Selim Yavuz Sandıkçı, Cumhuriyet Başsavcısı Rıza Can, vali yardımcıları, Trabzon Lisesi Müdürü Ömer Eyüboğlu, Trabzon’daki okulların ilgili öğretmenleri ve öğrencilerinin yanı sıra birçok davetli de katıldı.
“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panelin yöneticisi de olan Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın panelde ilk konuşan kişi oldu. Daha doğrusu sunu üzerinden giderek ilgili konuda açıklamalar yaptı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın konuyla ilgili özetle şunları söyledi:
“Ülke olarak okuryazar oranımız yükseldi ama ne yazık ki kitap okuma oranımız giderek daha da azaldı. Bu çerçevede Sayın Valimiz Nuri Okutan’ın Trabzon’da başlattığı ve başarıyla devam ettirdiği “Trabzon Okuyor” kampanyasını çok anlamlı ve yerinde bir hareket olarak görüyorum. Okumak bir ihtiyaç olarak görüldüğünde mevcut meselelerin çoğu kendiliğinden çözülecektir. Bunun yanında bir başka sorun daha var ülkemizde; o da yabancı dille eğitim anlayışıdır. Yabancı dille eğitim Türkçeye çok zarar veriyor. Öte yandan işyeri adlarının yabancı kelimelerden seçilmesi ayrı bir sıkıntı olarak karşımıza çıkıyor.
Buradan asıl konumuza geçersek öncelikle şunu söyleyebiliriz. Kafkasya’nın Batıya açılan kapısı Anadolu’dur. Birbirine çok yakın bu coğrafyaların kültürleri ve dilleri birbirlerini etkilemişlerdir. Mesela Türkçe olan ‘yoğurt ‘ kelimesi dünyanın pek çok diline geçmiştir. Türk dili ve kültürü Kafkas halklarının dillerini ve kültürlerini ciddi olarak etkilemiştir. Bir sözcük bir dile girerse o sözcük o dilden kolay çıkarılamaz. Mesela bugün Ermenicede pek çok Türkçe kelime gibi ‘düdük’ sözcüğü de yaygın olarak yaşamaktadır.
Bugüne kadar Türkçenin başka dillerden aldığı kelimelere değindik hep.... Türkçenin başka dilleri ve kültürleri etkileme gücünden söz etmedik. Sırpçada yedi binden fazla Türkçe kelime var bugün… ‘yatak’, ‘yorgan’ Sırpçada hâlâ kullanılan Türkçe kelimelerdir. Sırplar bunları dillerinden attıklarında yataksız ve yorgansız kalırlar. Öte yandan Türkiye’deki âşıklık geleneği Ermeni ve Gürcü kültürlerini de etkilemiştir. Keza ‘âşık’ kelimesi Ermenicede biraz değiştirilerek ‘asug’ olarak kullanılmaktadır. Türkçeden dünya dillerine 11 bini aşkın kelime geçmiştir. Türkçede 27 Ermenice sözcük olmasına karşılık Ermenicede üç binin üzerinde Türkçe kelime vardır. Hep Farsçadan Türkçeye giren kelimelerden yakınırız; fakat Farsçadan Türkçeye 1500 kelime geçtiği halde Türkçeden Farsçaya 2500 kelime geçtiğini bilmeyiz. Türkçeden Gürcüceye ‘tolma, kaurma, haşlama, açma’ gibi yemek adları geçmiştir. Ermeni soyadlarında da Türkçenin etkisini görüyoruz. Mesela Ermeni Dışişleri Bakanının soyadı Nalbantyan’dır. Gürcistan’daki yer adlarının bir kısmı da Türkçedir. Örnekleri çoğaltabiliriz.
TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın ardından söz alan Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Prof. Dr. Gürer Gülsevin, dili bir ırmağa benzeterek dillerin ve milliyetlerin yayılma sürecinden bahsetti; millet kavramı üzerinde yoğunlaştı. Doğu Karadeniz’deki ağızların karakteristik özelliklerine, sondaki açık hecedeki ‘-i’ meselesine, özellikle ‘-miş’ ekinin tek şekilli kullanımına değindi. Türkçenin dünya dilleri arasında en çok farklı dilden kelime alan ve en çok farklı dile kelime veren bir dil olduğunu hatırlattı.
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Öner ise daha çok, Karadeniz çevresi Türk dili ve lehçeleri hakkında bilgi verdi. Dillerin tarihî kökenine indi.
Neticede çok faydalı bir panel oldu. Valimiz Sayın Nuri Okutan, panelin kapanış konuşmasını yaparak bu üç kıymetli bilim adamına günün anısına birer plaket takdim etti.
Geçenlerde(08 Nisan 2009 Çarşamba) Trabzon Lisesi Mehmet Ali Yılmaz Konferans Salonu’nda güzel bir panel yapıldı.“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panele kıymetli üç bilim adamı katıldı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Gürer Gülsevin ve Türkolog Mustafa Öner adlı bu üç değerli Türkçe sevdalısı haziruna kıymetli bilgiler verdiler.
Trabzon Valiliği’nin katkılarıyla düzenlenen panele ilgi bir hayli büyüktü. Söz konusu panele Trabzon Valisi Nuri Okutan, Trabzon Milli Eğitim Müdürü Selim Yavuz Sandıkçı, Cumhuriyet Başsavcısı Rıza Can, vali yardımcıları, Trabzon Lisesi Müdürü Ömer Eyüboğlu, Trabzon’daki okulların ilgili öğretmenleri ve öğrencilerinin yanı sıra birçok davetli de katıldı.
“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panelin yöneticisi de olan Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın panelde ilk konuşan kişi oldu. Daha doğrusu sunu üzerinden giderek ilgili konuda açıklamalar yaptı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın konuyla ilgili özetle şunları söyledi:
“Ülke olarak okuryazar oranımız yükseldi ama ne yazık ki kitap okuma oranımız giderek daha da azaldı. Bu çerçevede Sayın Valimiz Nuri Okutan’ın Trabzon’da başlattığı ve başarıyla devam ettirdiği “Trabzon Okuyor” kampanyasını çok anlamlı ve yerinde bir hareket olarak görüyorum. Okumak bir ihtiyaç olarak görüldüğünde mevcut meselelerin çoğu kendiliğinden çözülecektir. Bunun yanında bir başka sorun daha var ülkemizde; o da yabancı dille eğitim anlayışıdır. Yabancı dille eğitim Türkçeye çok zarar veriyor. Öte yandan işyeri adlarının yabancı kelimelerden seçilmesi ayrı bir sıkıntı olarak karşımıza çıkıyor.
Buradan asıl konumuza geçersek öncelikle şunu söyleyebiliriz. Kafkasya’nın Batıya açılan kapısı Anadolu’dur. Birbirine çok yakın bu coğrafyaların kültürleri ve dilleri birbirlerini etkilemişlerdir. Mesela Türkçe olan ‘yoğurt ‘ kelimesi dünyanın pek çok diline geçmiştir. Türk dili ve kültürü Kafkas halklarının dillerini ve kültürlerini ciddi olarak etkilemiştir. Bir sözcük bir dile girerse o sözcük o dilden kolay çıkarılamaz. Mesela bugün Ermenicede pek çok Türkçe kelime gibi ‘düdük’ sözcüğü de yaygın olarak yaşamaktadır.
Bugüne kadar Türkçenin başka dillerden aldığı kelimelere değindik hep.... Türkçenin başka dilleri ve kültürleri etkileme gücünden söz etmedik. Sırpçada yedi binden fazla Türkçe kelime var bugün… ‘yatak’, ‘yorgan’ Sırpçada hâlâ kullanılan Türkçe kelimelerdir. Sırplar bunları dillerinden attıklarında yataksız ve yorgansız kalırlar. Öte yandan Türkiye’deki âşıklık geleneği Ermeni ve Gürcü kültürlerini de etkilemiştir. Keza ‘âşık’ kelimesi Ermenicede biraz değiştirilerek ‘asug’ olarak kullanılmaktadır. Türkçeden dünya dillerine 11 bini aşkın kelime geçmiştir. Türkçede 27 Ermenice sözcük olmasına karşılık Ermenicede üç binin üzerinde Türkçe kelime vardır. Hep Farsçadan Türkçeye giren kelimelerden yakınırız; fakat Farsçadan Türkçeye 1500 kelime geçtiği halde Türkçeden Farsçaya 2500 kelime geçtiğini bilmeyiz. Türkçeden Gürcüceye ‘tolma, kaurma, haşlama, açma’ gibi yemek adları geçmiştir. Ermeni soyadlarında da Türkçenin etkisini görüyoruz. Mesela Ermeni Dışişleri Bakanının soyadı Nalbantyan’dır. Gürcistan’daki yer adlarının bir kısmı da Türkçedir. Örnekleri çoğaltabiliriz.
TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın ardından söz alan Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Prof. Dr. Gürer Gülsevin, dili bir ırmağa benzeterek dillerin ve milliyetlerin yayılma sürecinden bahsetti; millet kavramı üzerinde yoğunlaştı. Doğu Karadeniz’deki ağızların karakteristik özelliklerine, sondaki açık hecedeki ‘-i’ meselesine, özellikle ‘-miş’ ekinin tek şekilli kullanımına değindi. Türkçenin dünya dilleri arasında en çok farklı dilden kelime alan ve en çok farklı dile kelime veren bir dil olduğunu hatırlattı.
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Öner ise daha çok, Karadeniz çevresi Türk dili ve lehçeleri hakkında bilgi verdi. Dillerin tarihî kökenine indi.
Neticede çok faydalı bir panel oldu. Valimiz Sayın Nuri Okutan, panelin kapanış konuşmasını yaparak bu üç kıymetli bilim adamına günün anısına birer plaket takdim etti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)