20 Haziran 2009 Cumartesi

Nuriye Akman'ın Mihmandarı Olmak...

M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon, yazarların uğrak yeri oldu kitap şenliğinde. Bir yazar gitti, öbürü geldi… Bizler de yazarlara mihmandarlık ettik bir hafta boyunca… Kimin hangi yazarın mihmandarı olacağını kıymetli arkadaşım Vali Danışmanı Hasan Dilekoğlu belirliyordu. Bana da Nuriye Akman’ın mihmandarlığı görevini vermişti Dilekoğlu… Bunu duyunca çok sevindim, biraz da heyecanlandım. Çünkü Nuriye Akman’ın zor bir kadın olduğunu, kolay memnun edilemeyeceğini biliyordum. Nuriye Akman daha gelmeden evvel ilk işaret gelmişti bile.

Kuzey TV’de Nuriye Akman’la program yapılması planlanmıştı. Fakat durum Akman’a bildirilince yorgunluğunu mazeret olarak ileri sürerek programa çıkmayı nazikçe reddetti. Bir sorun da Akman’ın biletinde çıkmıştı. Nuriye Akman aslında dul bir kadın… Yani eşinden boşanmış yıllar önce. “Akman” onun eşinin soyadı... Fakat o soyadla meşhur olduğu için resmiyette olmasa da o soyadı kullanıyor. Fakat gerçek soyadı Ural… Onun için uçak biletinde ufak bir sorun çıktı. Daha sonra devreye girilince bu küçük sorun da aşıldı.

Nuriye Akman röportaj alanındaki çalışmalarıyla ün yapmış bir gazeteci yazarımız… Röportajları sıra dışı, usta işi… Röportajlarında hatır gönül dinlemeden cesurca kelle kopartıcı sorular sorabilen bir gazeteci… Bu yüzden bazı röportajları yarıda kalmış, hatta huzurdan kovulmuş bile… Bunlar arasında Şevket Kazan’la yaptığı röportajı sayabiliriz. Onun, nur cemaati lideri Fethullah Gülen’le yaptığı uzun seri röportaj da çok ses getirmiştir.

Nuriye Akman ailece yazar bir ailenin ferdidir. Babası, kendini dünya gezegeninde bir yolcu kabul eden Kemal Ural ve kardeşi Şule Yayınları’nın sahibi A.Ali Ural sevilen usta yazarlardır. Nuriye Akman böyle bir aile içinde yetiştiği için doğal olarak yazarlığı seçmiştir.

Nuriye Akman’la evvela İkram Sofrası’nda kahvaltıda buluştuk. Sohbeti kahvaltıda başlattık sizin anlayacağınız… Kahvaltıdan sonra Affan Kitapçıoğlu Lisesi’ne doğru yola çıktık. Okulun toplantı salonunda öğrencilerle güzel bir söyleşi gerçekleşti. Öğrencilerin önünde Nuriye Akman’ın “Örtü”, “Nefes” romanları vardı. Akman, çok rahat konuşan ve dinleyiciyi sıkmayan bir yazar… Türkçeyi çok güzel kullanıyor. Cümleleri açık ve duru… Karşısındakileri etkileyebilen bir konuşma tarzı var Akman’ın... Kendisi soru sorma sanatı konusunda uzman olduğu için öğrencilerin sorularını beğenmeyince, soruları düzeltti, doğru ve yerinde soru sorma sanatı hakkında ipuçları verdi. Bu konuda öğrencileri aydınlattı. Söyleşinin sonunda öğrencilerle hatıra fotoğrafları çektirdi, kitaplarını imzaladı.

Affan Kitapçıoğlu Lisesi’nden ayrıldıktan sonra Nuriye Akman’ı Trabzonlu araştırmacı-yazar Necmeddin Şahinler’in konfeksiyon mağazasına götürdüm. Daha evvel tanışıyorlar birbiriyle... Şahinler ona çeşit çeşit birbirinden güzel yöresel hediyeler takdim etti. Zamanımız kısıtlı olduğu için Şahinler’in bütün ısrarlarına rağmen orada çay bile içemedik.

Daha sonra Nuriye Akman’la Akçaabat’a hareket ettik. Yol boyunca geçtiğimiz yerleri kendisine tanıttım. Trabzon’a ve yöre kültürüne dair bana sorduğu sorulara cevap vermeye çalıştım. Öğle yemeğimizi Akçaabat’ta Körfez Köfte Salonu’nda yedik. Biz oraya vardıktan sonra Nazan Bekiroğlu ve Beşir Ayvazoğlu geldi. Aynı masada yedik yemeğimizi. Nazan Bekiroğlu’yla Nuriye Akman sıkı dostlar… Bekiroğlu, İstanbul’da Akman’a misafir olmuştu. Onlar yemek boyunca baş başa konuşup hasret giderdiler. Ben de Beşir Ayvazoğlu’yla kültür, sanat ve edebiyata dair sohbet ettim. Türk Edebiyatı Dergisi’ni konuştuk kendisiyle.

Öğle yemeğinden sonra Nuriye Akman’ı alıp Boztepe’ye götürdüm. Boztepe’den Trabzon’u temaşa ettik. Semaverde çay içmeyi düşünüyorduk ama hava rüzgârlı olduğu için çay içemedik. Oradan ayrılıp Trabzon’daki okullarımızdan Yunus Emre Lisesi’ne götürdüm onu. Akman orada da söyleşti öğrencilerle. Programın başında Akman’ın hayatı sunum halinde öğrencilere gösterildi. Akman’ın kitapları öğrencilere dağıtılmıştı daha önceden... Hoş bir sohbet oldu. Öğrenciler sorular sordu. Kitaplar imzalandı, fotoğraflar çekildi. Akşam yemeğini Forum Nihat Usta’da yedikten sonra Nuriye Akman’ı İstanbul’a uğurladık.

16 Haziran 2009 Salı

Dursun Gürlek'le Trabzon'da Soluklanmak...

M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon Valiliği tarafından düzenlenen Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nde birçok yazarla birebir konuşma fırsatım oldu. Bunlardan birisi de Dursun Gürlek’ti. Dursun Gürlek’le sabah kahvaltısını İkram Sofrası’nda beraber yaptık. Yemek boyunca kültür, sanat, edebiyat üzerine derin sohbetlere daldık.

Dursun Gürlek de benim gibi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni… İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nü bitirmiş… Önceleri Yeni İstanbul, Tercüman, Hürriyet, Günaydın gazetelerinde çalışmış. Değişik okullarda Türkçe ve Edebiyat Öğretmenlikleri yapmış. Meşale, İnanç, Milli Kültür, Türk Edebiyatı, Kültür Dünyası gibi dergilerde yazıları yayınlanmıştır. Bir ara Tarih ve Düşünce dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yapmıştır.

Araştırmacı-Yazar, kültür adamı Dursun Gürlek şeker gibi bir insan…. “Ağzından bal damlıyor” diye tavsif ettiğimiz insanlardan biri… Her konuda çok dolu bir kişi; fakat dolu olduğu kadar da mütevazı… Onun yüzünde Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hoca Ahmet Yesevî’nin nurunu gördüğümü söylersem abartmış olmam sanırım. Hani derler ya, yazar dediğin biraz gururlu ve kaprisli olur. Ben bazı yazarlarda gördüğüm bu özellikleri Dursun Gürlek Ağabey’de hiç görmedim. Onun içindir ki benim gözümde daha çok büyüdü.

Dursun Gürlek Ağabey son dönemin parmakla gösterilebilecek kültür tarihçilerinden biridir. Otuz yıldan beri bu alanda kalem oynatıyor, dili döndükçe bizim değerlerimizi bize ve Türklerle ilgilenen ecnebilere tanıtıyor. Bazen de kültür turlarında kafilelere rehberlik ediyor.

O, gençlik yıllarında Tahsin Banguoğlu, Ekrem Hakkı Ayverdi, İlhan Ayverdi, Ömer Faruk Akün, Necmettin Hacıeminoğlu gibi üstatların rahle-i tedrisatından geçti; onların sohbetlerine iştirak etti. Üstad Cemil Meriç’e altı ay boyunca gönüllü olarak kitap okudu.

Dursun Gürlek, zamanın kıymetini bilenlerden ve onun içini hakkıyla dolduranlardan birisidir. Birçok hizmeti bir arada yürütüyor. Bu kadar işe nasıl yetiştiğini anlamakta zorlanıyor insan… Onun Mehtap TV’de yayınlanan “Zamanın İzinde” adlı kültür programı seyredilmeye değer… Bu programları özellikle gençlerimizin seyretmesini öneriyorum. Bu programları seyredenler nasıl ihtişamlı bir tarihî ve kültürel geçmişe sahip olduğumuzu görerek gururlanacaklardır. Zira bu programlar tarihî mirasımızı gün ışığına çıkarmaktadır.

Dursun Gürlek de benim gibi bir kitap kurdu, neyi varsa kitaba yatırmış. Çok zengin bir kütüphanesi olduğunu bilmeyen yoktur. O en büyük yatırımını kitaplara yapmıştır. Çok iyi bir okur olduğunu sanırım söylemeye gerek yoktur. Okuyup doluyor, yazıp boşalıyor O…

Dursun Gürlek’le öğle yemeğini Akçaabat’ta Körfez Köfte Salonu’nda, akşam yemeğini ise Forum Nihat Usta’da yedik. Trabzon’u çok beğendiğini, burada yaşamanın bir ayrıcalık olduğunu söyledi bana. Aynı zamanda Trabzon mutfağına hayran kaldığını belirtti. Maçka’yı, Hamsiköy’ü, Sümela Manastırı’nı gezdi. Trabzon’un doğasına hayran kaldı.

Gürlek’in Osmanlıcası çok iyi… Kubbealtı Kursları’nda Osmanlıca dersleri veriyor. Kadim dilimizi gençlere sevdirerek öğretiyor. Onu en çok rahatsız eden şey kültürümüze yeterince sahip çıkmamak, ondan bîhaber yaşamak ve ecnebi değerleri baş tacı etmek…

Kültür araştırmacısı Dursun Gürlek gibi bir deryanın Trabzon’da yaşamasını ne kadar da çok isterdim. İstanbullular böyle bir irfan abidesine sahip oldukları için kendilerini bahtiyar görmelidir. Onun her gün İstanbul’un bir semtinde bir kültür etkinliğinde aktif olarak görev aldığını basından ve internetten duyuyorum. Dedim ya, onda o bilindik yazarlık kompleksleri hiç yok… Nereye çağrılırsa oraya gidiyor. Trabzon’a çağrıldı, hemen geldi. O, kendine değil; milletine çalışıyor. Onun makam, mevki, unvan, adını duyurma gibi bir derdi yok. Zenginliğe hevesi olmadığı için de paranın peşinde koşmuyor. O hırsla değil, kanaatle besleniyor.

Dursun Gürlek’i çok sevdim ve sohbetinden büyük keyif aldım. Ülkemizde onun gibi yüz tane şahsiyetimiz olsa bizi hiç kimse tutamaz. İyi ki tanımışım bu tevazu abidesini… Rabbim böyle güzel insanların sayısını artırsın. Kendisine bereketli bir ömür diliyorum.

11 Haziran 2009 Perşembe

Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri

M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon bir kültür, sanat ve medeniyet şehri… Tarihî önemi büyük… Karadeniz’in incisi Trabzon… Denizin mavisi, kırların yeşili bir tabloya dönüştürmüştür bu şehri… Siz bakmayın kentin dağınık yapısına, Trabzon’un insanı bir araya gelmesini de bilir çoğu zaman.

Trabzon’da kültürün, sanatın ve edebiyatın güçlü bir altyapısı var. Bu altyapı üzerine güçlü üstyapılar kuruluyor son yıllarda. Bu üstyapılardan biri de Trabzon Sanatevi’dir. Bu kültür, sanat ve edebiyat kurumu Trabzon’un Zeytinlik mevkiinde, eski vali evinde hizmet veriyor. Birçok kültür, sanat kuruluşu bu çatı altında bir araya gelmiş. Bunlar Çağdaş Yazarlar ve Sanatçılar Derneği, Femin-Art Trabzon Kadın Sanatçılar Derneği, Trabzon Fotoğraf Sanatı(Foto-Forum) Derneği, Karadeniz Yazarlar Birliği Derneği, Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği, Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği, Trabzon Liselerinden Yetişenler Kültür ve Dayanışma Derneği, Trabzon Müzik ve Halkoyunları Gençlik ve Spor Kulübü Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği Trabzon Şubesi, Trabzon Şehir Tiyatrosu Derneği diye sıralanıyor. Bu güzide kültür, sanat ve edebiyat dernekleri Trabzon Sanatevi bünyesinde “Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri” adı altında kapsamlı bir etkinlik düzenliyor. Bu yılki etkinliğe 1. Sanat Günleri dediklerine göre bu etkinlik her yıl tekrarlanarak gelenekselleşecek.

Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali, Uluslararası Karadeniz Oyunları, Kitaplı Hayaller Vadisi 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Günleri’nden sonra Trabzon Sanatevi’nin de 05–13 Haziran tarihleri arasında böyle bir etkinlik düzenlemesi “Acaba Trabzon görkemli kültür-sanat-edebiyat mazisine mi dönüyor?” sorusunu akla getirdi. Bu sual biraz da heyecanlandırdı bizi. Yakın geçmişte şehrin üzerinde kümelenen kara bulutlar çoktan dağıldı. O bulutların yerini parlak bir kültür-sanat güneşi almış durumda. Tarihî kentimiz Trabzon’a da bu yakışır doğrusu… Trabzon bunun gibi güzel faaliyetlerle ülke gündemine gelmelidir.

“Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri” 05 Haziran 2009 Cuma günü Halkoyunları gösterisiyle başladı. Protokol konuşmalarının ardından sergi açılışları gerçekleştirildi. Trabzon Sanatevi’ni tanıtan sunum gösterildi. Bunların ardından kokteyl verildi. 06 Haziran’da Fazıl Çelik, Mustafa Reşat Sümerkan, Kadir Şişkinoğlu, Şükran Üst ve H. Nurcan Yazıcı’nın katıldığı “Görsel Kirlilik” konulu panel gerçekleştirildi. Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği tarafından Adnan Taç ve Bülent Sümer’in katıldığı “Karikatürde Bir Ziya” kitabının imza günü yapıldı. Trabzon’un uluslararası üne kavuşmuş karikatüristi Ziya Ramoğlu’nun sanat yaşamının anlatıldığı söz konusu kitabı Adnan Taç ve Bülent Sümer hazırladı. Bu kitap bir vefa duygusunun somutlaşmış hâli olması açısından önemlidir.

07 Haziran’da ise Trabzon’da çekilen Türk filmlerinden biri olan “Elveda”, meraklısı olan sinemaseverlere gösterildi. Aynı gün Zekeriya Saka “Ten ve Ateş” adlı son şiir kitabını okurları için imzaladı. Daha sonra “Karlı Dialar” saydam gösterisi yapıldı. 08 Haziran’da Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği adına Selman Uzun tarafından hazırlanan “Bir Anıtın Öyküsü” belgeselinin gösterini yapıldı. Aynı günün akşamı Trabzon Şehir Tiyatrosu “Dış Ses” adlı oyunu tiyatro severlere sundu. 09 Haziran’da ise Sürmene’de çekilen; başrollerini Hakan Balamir ve Hülya Avşar’ın oynadığı “Üç Halka Yirmi Beş” filminin gösterimi yapıldı. Aynı gün Haydar Çoruhlu “Karartma Yalnızlığı”, İlhan Sağlam “Damla”, Necip Saraçoğlu “Gül’e Hasret” adlı son şiir kitaplarını okurları için imzaladılar. 10 Haziran günü Trabzonlu şairlerden Ömer Turan ve Mehmet Kuvvet tarafından “Şiir ve Edebiyat” konulu söyleşi gerçekleştirildi. Akşamleyin ise İlhan Barutçu Ney Dinletisi sundu musiki severlere… 11 Haziran’da Trabzon’da çekilen filmlerden “Firari Âşıklar” gösterildi. Aynı gün “Tanzimat’tan Cumhuriyete Trabzon Edebiyatında Portreler, Olaylar ve Kuruluşlar” adlı sunum araştırmacı- yazar Hüseyin Albayrak tarafından gerçekleştirildi. Ardından “Kar” adlı saydam gösteri yapıldı. Akşamleyin Şehir Tiyatrosu “Zamazingo” adlı oyunu sundu tiyatro severlere.

Trabzon bir hafta boyunca sanatla yattı kalktı. Emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Zağnos Vadisi'nde Hilmi Yavuz'la Başbaşa


M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon Valiliği’nin himayelerinde gerçekleştirilen Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nin onur konuğuydu yaşayan son büyük şairlerimizden Hilmi Yavuz… İki günden beri Hilmi Yavuz’la beraberiz. Bir zamanlar gecekondu bölgesi olan Zağnos Vadisi’nde şimdi güller açıyor. Zira burası artık kentsel dönüşümle bambaşka bir görünüm kazandı. Sayın Valimiz Nuri Okutan burayı daha da güzelleştirmek ve anlamlı kılmak için bu yıl ilki gerçekleştirilen Kitaplı Hayaller Vadisi- Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’ni burada yapmayı uygun gördü.

1. Kitap Şenliği’nin ilk gününde şair olarak önce Hilmi Yavuz’la karşılaştım. Büyük bir sorumlulukla herkesten evvel gelmişti şenlik alanına. Bir ev sahibi olarak şehrimize teşriflerinden dolayı duyduğum memnuniyeti ifade ettim kendisine. Hatıra fotoğrafı çektirdik. Gün boyunca hep aynı mekânları paylaştık kendisiyle. Hilmi Yavuz açılışta güzel bir selamlama konuşması yaptı. Anlamlı konuşmasıyla ve kente yakınlığıyla Trabzonluların sevgisini kazandı. Can kulağıyla dinlediğim konuşmasında şu duygu ve düşüncelere yer verdi:

“Bu kente İstanbul ve Ankara’dan sonra en çok gelenlerden biriyim. Trabzon insanının ve doğasının bir sonucudur bu. Trabzon insanının son derece aydın ve cana yakın oluşu, doğası… Günün birinde emekli olursam Trabzon’da bir ev tutup yaşamayı düşündüğümü de dostlarıma sık sık söylemişimdir. Trabzonlu şairleri biliyorum. Şiire değer ve önem veren insanları biliyorum. Trabzon’u hakikaten çok seviyorum. Peygamber Efendimizin bir mübarek Hadis-i Şerifi vardır: ‘Davete icabet gerekir’ diyor. Davete icabetin sünnet olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla beni Trabzon insanı ve Trabzon doğası ne zaman çağırırsa, bu davete icabet etmeyi de emir biliyorum. Trabzon benim için ayrı bir anlam taşıyor.”

Kitap şenliğinin ikinci gününde Hilmi Yavuz’un imza günü olacağı söyleniyordu. Ayrıca Hilmi Yavuz’la okuyucuları arasında bir de söyleşi imkânı olacaktı. Bu düşüncelerle gittik Zağnos Vadisi’ne… Pazar günü olmasına rağmen kalabalık yoktu Kitaplı Hayaller Vadisi’nde. Şair ve yazar Hilmi Yavuz, Vali Nuri Okutan’la birlikte kitap şenliğinin yapıldığı alana teşrif etti. Öncelikle Hilmi Yavuz’un değişik fotoğrafçılar tarafından çekilmiş fotoğraflarının yer aldığı mini bir sergi açıldı. Bu sergiyi gezdikten sonra Hilmi Yavuz son kitabı olan “İslam’ın Zihin Tarihi(Bir Müslüman Aydının İslam Üzerine Düşünceleri)” ni okurları için imzaladı. İmza programı bir hayli uzun sürdü. Fakat beklediğimiz söyleşi bir türlü başlamadı. Şair-yazar Hilmi Yavuz’un yanı tenhalaşınca fırsattan yararlanarak kendisiyle söyleşiyi başlattım. Söz sözü açtıkça etrafımızdaki kişilerin sayısı da gittikçe arttı. Söze dâhil olanlar oldu. Böyle bir manevra yapmasaydım Hilmi Yavuz söyleşisi olmayacaktı. Bir saatin üzerinde bir zaman kendisiyle her konuda konuşma imkânı buldum; söyleştik işte.

Türk şiirinin son dönemdeki köklü çınarlarından biri olan Hilmi Yavuz, sözünü sakınmayan bir insan… İçinde ne varsa onu dışarıya yansıtıyor. Çok kere lafı gediğine oturtuyor. Düşünceleri derin ve bir o kadar da tutarlı… Nezaketi de hiçbir zaman elden bırakmıyor. ‘Doğrucu Davut’ özelliğini de kimliğinde saklıyor. Her zaman harbice, delikanlıca konuşuyor. Türk şiirini çok iyi biliyor. Şairlerin karakterlerini ustaca tahlil ediyor.

Hilmi Yavuz’la olan sohbetimiz İsmet Özel’le başladı. Bilindiği gibi İsmet Özel bir programda ‘Türk şiiri son dönemlerde çok yazlaştı’ demişti. Bu sözü kabul etmeyen Hilmi Yavuz da ‘Asıl yozlaşan Türk şiiri değil, İsmet Özel’in kendisidir’ demişti. Böylece polemiğin fitili ateşlenmişti. Ok yaydan çıkmıştı. Şair ve yazarlar arasında meşhur olan kalem kavgası zincirine bir halka daha eklenmiş oluyordu. Bunları hatırlattıktan sonra İsmet Özel’in son çıkışı hakkında neler düşündüğünü sordum ona. Keşke sormaz olaydım. Meğer Hilmi Yavuz, İsmet Özel’e ne kadar da içerlemiş. Bir dokundum, bin âh işittim tabir caizse… Yavuz; İsmet Özel’in son yıllarda ne dediğini bilmediğini, bir sözünün öbürünü tutmadığını belirtti. İsmet Özel’in kötü bir şair olduğu kanaatini kendince sebeplerle kanıtlamaya çalıştı.

Hilmi Yavuz ismi hemen herkesin hafızasında bir yönüyle yer tutar… Bazılarına göre, şair, bazılarına göre akademisyen, bazılarına göre edebiyat eleştirmeni, bazılarına göre televizyoncu, bazılarına göre de gazetecidir. Fakat en doğrusu şu ki o, bunların hepsidir.

Son dönem edebiyatımızın yaşayan çınarlarından Hilmi Yavuz, Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nin onur konuğuydu. O, bilmem kaçıncı kez gelmişti Trabzon’a… 70. yaş gününü de Trabzonlu sevenleriyle Trabzon’da kutlamıştı Hilmi Yavuz… Trabzon Belediyesi ile Ada Dergisi tarafından ortaklaşa düzenlenen “70. Doğum Yılında Hilmi Yavuz” adlı bir de sempozyum düzenlenmişti. Birçok kıymetli şair ve yazar; Hilmi Yavuz’un şairliği, yazarlığı ve kültür adamlığı üzerine bildiriler sunmuştu. Hilmi Yavuz enine boyuna tanıtılmıştı bu vesileyle.

Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nde en çok ilgiyi Hilmi Yavuz gördü. Hayranları onunla bir kare fotoğraf çektirmek için birbiriyle yarıştı adeta. Kitap imzalatmak için onun önünde sıra oluşturdu sevenleri. O da büyük bir sabır ve hoşgörüyle okurlarına imzaladı kitaplarını. Hatta birçoğuyla kısa da olsa sohbetler etti. Bu konuda ben şanslıydım. Zira imza programının sonunda Hilmi Yavuz’la bir saatlik bir sohbet etme imkânı buldum. Pek de düzenli ve planlı olmayan dost sohbetiydi bizimkisi. Kamera filan da yoktu sözlerimizi kayda alan. Onun için rahat konuştuk. İsmet Özel’le girdik Orhan Pamuk’la çıktık muhabbet kapısından... Türkiye’de şöhretli bir yazar olan Yavuz, her sorumuza cevap verdi.

Hilmi Yavuz, şiir serüvenini anlattı ana hatlarıyla. Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nde, İstanbul’da TOBB Üniversitesi’nde ders verdiğini, bu yüzden de Ankara’yla İstanbul arasında mekik dokuduğunu, fakat işini çok sevdiği için bundan keyif aldığını söyledi bize. Necip Fazıl’la tanışıp tanışmadıklarını sordum. Tanışmadıklarını belirtti. Onun usta şair olduğunu dile getirdi. Sezai Karakoç’a bakış açısını sordum. Sezai Karakoç’un toplumdan kopuk, kendi köşesinde uzlet içerisinde yaşamayı seven usta bir şair olduğunu söyledi Hilmi Yavuz…

Fırsat bulmuşken Hilmi Yavuz’a şiirde ölçü, şekil ve kafiye konusunu sordum. Hece ve aruz ölçüsünün artık misyonunu tamamladığını, kendisinin aruzla yazmayı bildiği halde bu tarz şiirler yazmadığını, şiirlerini ayağı yere basan imgelere dayandırarak serbest tarzda yazdığını dile getirdi. Ben de ona; aslında ölçü konusunda bağnaz olunmaması gerektiğini, bazı şiirlerin aruzla, bazılarının heceyle, bazılarının ise serbest yazılınca güzel olduğunu söyledim. Önemli olanın şekil değil, duygu yoğunluğu ve özü yansıtma olduğunu belirttim.

İsmet Özel, kendisine ‘kötü şair’ diyen Hilmi Yavuz’a vermiş veriştirmişti yakın geçmişte. Hilmi Yavuz için ‘Etnik ve kulübümsü cemaatten kuvvet alıyor.’ demişti Özel… Hilmi Yavuz’un cevabı çok sert olmuştu: ‘Bu sözleri ispatlamalı. Yoksa şerefsizdir.’ demişti. Bu konuya girdiğimizde Hilmi Yavuz’un sesi biraz daha yükseldi. Onun son dönemlerde ne dediğini bilmediğini, unutulmanın sancılarını çektiğini, hatırlanmak ve gündeme gelmek için böyle saldırılarda ve iddialarda bulunduğunu söyledi. ‘İsmet Özel’in ne yapacağı belli olmaz, o belki de geldiği yere de dönebilir’ açıklamalarıyla bu konudaki düşüncelerini paylaştı bizimle. Ortamı daha da germemek için konuyu değiştirdik. Günümüzdeki dergilere bakışını sordum. Şiirlerinin niçin dergilerde yer almadığını merak ettiğimi söyledim ona. Edebiyat alanında ciddi dergilerin olmadığını, onun için de şiirlerinin dergilerde yayınlanmasına izin vermediğini söyledi. Şiirlerini kitap boyutuna gelince okuyucularıyla paylaştığını belirtti.

Konu geldi Nobel Ödüllü Türk Yazar Orhan Pamuk’a dayandı. İtiraf edeyim ki aslında sözü o noktaya ben getirdim. Hilmi Yavuz, Orhan Pamuk’tan da hiç haz almıyor. Pamuk’un Nobel alacak düzeyde Türkçeye vakıf bir insan olmadığını, Nobel Ödülünü kıymetsizleştirdiğini ifade ediyor. O, Pamuk’un romanlarını okuyanların yarıda bıraktığını söylüyor. Hilmi Yavuz, Trabzon’a ve bu kentin kalem erbaplarından Nazan Bekiroğlu’ya, Kenan Sarıalioğlu’ya, Yaşar Bedri’ye ayrı bir kıymet veriyor. O, Trabzon’u çok seviyor. Türk şiirinin dev şairlerinden biri olan Hilmi Yavuz’u da Trabzonlular çok seviyor. Bu gönül köprüsünün her geçen gün daha da sağlamlaştığını sevinerek söyleyebiliriz. Trabzon’un fahri hemşehrisi olan şair Hilmi Yavuz’un uzun ve bereketli bir ömür sürmesini diliyoruz.

21 Mayıs 2009 Perşembe

Kitaplı Hayaller Vadisi

M.NİHAT MALKOÇ

Daha düne kadar çirkin bir görüntüye sahipti Zağnos Vadisi… Her taraf çarpık gecekondularla doluydu. Şiddetli yağmur yağınca evleri sular basıyor, her taraf çamur deryasına dönüyordu. Buradaki hayat, insanlara reva görülecek bir hayat değildi. Bu çarpıklığı gören devlet yetkilileri bu işe el attı. Zağnos Vadisi’ndeki gecekondular kamulaştırıldı. Bu iş mahkeme süreciyle birlikte uzun zaman aldı. Gecekondu sahipleri paralarını alınca yıkımlar başladı. Hükümet burayı park ve gezinti alanı yapmak için kolları sıvadı. TOKİ’ye ihale edildi bu iş… Kısa zamanda vadinin çirkin yüzü değişti. Surların hemen yanı başında güzel bir yeşil alan kazandı Trabzon. Başbakan tarafından törenle açıldı.

Zağnos Vadisi’nin hikâyesi kısaca bu… Bugünlerde Zağnos Vadisi modern bir görünüme kavuştu. Artık bu güzel vadinin yüzü gülüyor. Şimdilerde köprü üstünden geçerken gururla bakıyoruz bu güzel parka. Modern Trabzon’un tebessümü çarpıyor gözümüze. Bir zamanlar burada ilkel bir hayat yaşayan insanlar, artık başka yerlerde kendilerine layık modern evler alarak hayatlarını devam ettiriyorlar. Onların da kötü talihi değişti bir anda. İnsanlar gezip dolaşıyor, stres atıyor bu yemyeşil, pırıl pırıl mekânda. Su sesleri şehrin gürültüsünden bunalanlara iksir oluyor. Zihinler duruluyor. Trabzon’a layık bir yer burası. Şehrin özlenen yüzü Zağnos… Bu yüz Trabzon’a çok yakışıyor. Olması gereken buydu zaten.

Bir zamanlar Trabzon’un gecekondu bölgesi olan Zağnos Vadisi bugünlerde büyük bir heyecana sahne oluyor. Trabzon Valiliği “Okuyan Şehir Trabzon” sloganıyla hayata geçirdiği okuma kampanyası kapsamında büyük bir kültür, sanat ve edebiyat etkinliğine imza atıyor. 23–31 Mayıs 2009 tarihleri arasında kültür ve sanat dünyasının seçkin isimleri Trabzon’la buluşuyor. Trabzonlu öğrenciler ve şehir halkı, kitaplarını severek okuduğu isimleri yakından görme ve tanıma imkânına kavuşacak bu etkinlikle. Trabzonlular bir hafta boyunca kitabın duru ve dost dünyasında soluklanacaklar. Sevilen yazarlar okurun ayağına kadar gelecek.

Göz zevkini bozan gecekondudan kitaplı günlere giden aydınlık bir yol düşünün… Zağnos Vadisi Parkı bu yıl Kitaplı Hayaller Vadisi’ne dönüşüyor. 23–31 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek şenlikte 50 edebiyatçı-yazar imza ve söyleşiler ile okurlarıyla buluşuyor. Açılışını Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın yapacağı kültür ve sanat şenliğinin onur konuğu ise Edebiyatçı-Yazar Doğan Hızlan ve Hilmi Yavuz... Bu güzel şehri hiçbir zaman terk etmeyen, bunu aklından bile geçirmeyen Trabzon’un edebiyattaki gururu, akademisyen, hikâyeci ve romancı Nazan Bekiroğlu da bu kitap şenliğinde okurlarıyla birlikte olacak; bir de konuşma yapacak. Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu’nun, Trabzon Valisi Nuri Okutan’ın ve Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’ın konuşmaları ile başlayacak açılış töreni yayınevlerinin stantlarının gezilmesi ile devam edecek…

Şenlik öncesinde, valilik bünyesindeki okulların öğrencilerine katılımcı yazarların eserlerinden ücretsiz dağıtılacak. Yazarlar şenlik süresince kitap dağıtımının yapıldığı okulları ziyaret ederek kitaplarını imzalayacak ve öğrencilerle sohbet edecek. Okullardaki etkinliklerin yanı sıra Zağnos Vadisi’nde yazarların imza programları olacak. Yazarlar halkla kaynaşacak. Trabzon, aşağıda adlarını sıraladığım birbirinden önemli şair ve yazarları misafir edecek:

“Ahmet Turan Alkan, Ali Çolak, Ayla Kutlu, Aysel Gürmen, Aysel Korkut, Bestami Yazgan, Beşir Ayvazoğlu, Canan Tan, Doğan Hızlan, Dursun Gürlek, Fatih Erdoğan, Ferda İzbudak Akıncı, Fevzi Samuk, Masalcı Abla Gamze Alıcı, Gülsüm Cengiz, Gülten Dayıoğlu, Hicran Göze, Hilmi Yavuz, İkbal Gürpınar, İnci Aral, Kenan Sarıalioğlu, Mehmed Niyazi, Mehmet Azim, Mehmet Zeki Aydın, Metin Özdamarlar, Mevlana İdris, Muhammet Bozdağ, Murat Çiftkaya, Mustafa Armağan, Muzaffer İzgü, Nazan Bekiroğlu, Nur İçözü, Nuriye Akman, Nurullah Genç, Ömer Sevinçgül, Sara Gürbüz Özeren, Selim Gündüzalp, Sema Maraşlı, Senai Demirci, Serhan Büyükelçi, Sevim Ak, Sevinç Çokum, Sevinç Kuşoğlu, Süleyman Bulut, Timuçin Özyürekli, Ulviye Alpay, Yalvaç Ural, Zeynep Uluant…”

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Bayrak Şairi Arif Nihat Asya’nın 100. Doğum Yılı

M.NİHAT MALKOÇ

Bilindiği üzere Arif Nihat Asya, bundan tam yüz yıl önce 1904 senesinde dünyaya gelmişti. Şu anda 2004 yılını idrak ediyoruz. Yani bu yıl Arif Nihat’ın yüzüncü doğum yılı… O, yüksek tahsilini İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde tamamlayarak Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni oldu. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu.

Geçen hafta(06 Mart 2004 Cumartesi ) Trabzon’da Hamamîzade İhsanbey Kültür Merkezi’nde T.C.Kültür Bakanlığı ve İlesam(İlim Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) Trabzon Temsilciliği tarafından “Doğumunun Yüzüncü Yılında Bayrak Şâiri Arif Nihat Asya” konulu bir panel düzenlendi. Panel başlamadan evvel İlesam Trabzon İl Temsilcisi Araştırmacı –Yazar Jeoloji Yüksek Mühendisi Ahmet Musaoğlu “100. Doğum Yılında Arif Nihat Asya” panelinin açış ve takdim konuşmasını yaptı. Onun ardından İlesam Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Osman Oktay kürsüye gelerek gündemle ilgili kişisel duygularını dile getirdi. Oktay şöyle dedi: “Bu gibi kültürel toplantıları daha çok İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde yapıyorduk. Meğer yanılmışız. Bugün bu kalabalığı görünce bunu fark ettim.”

Sayın Oktay’ın bu tespitini ve samimi itirafını biz yıllarca dile getirdik. Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret olmadığını, Anadolu’da kültürel açıdan büyük bir açlık, boşluk ve potansiyel bulunduğunu söyleyip durduk ama sesimizi işittiremedik. Trabzon gibi tarihî ve kültürel açıdan zengin bir şehirde her hafta böyle bir faaliyetin yapılması zorunludur.

Ardından İlesam Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Kocaoğlu kürsüden dinleyicilere seslenerek şu çarpıcı açıklamalarda bulundu: “Bizim kadar kültürüne ve medeniyetine kayıtsız bir millet göstermek bilmem mümkün müdür? Geçtiğimiz yıllarda Batılı Ermeni lobileri “Ararat” isimli bir film çektiler. Bu filmde Türkler vahşi, katil ve canavar bir millet olarak gösterildi. Sanki bütün Ermenileri kılıçtan geçirerek kesip doğramışız. Filmde böyle bir tarihî yalan işleniyor. Bu film Batılı bir ülkenin aleyhine çekilseydi dünyanın hiçbir yerinde yayınına izin verilmezdi. En kısa zamanda yayından kaldırırlardı. Biz ne yaptık? Bu filmin dünyadaki gösterimini engellemeyi bir yana bırakın, Türkiye’de izlenmesine devlet olarak izin verdik. Neymiş efendim, demokrasi adına, hoşgörü adına!.. Neyse ki Türk vatandaşı bir kısım ehli insaf Ermeni, bu filmde anlatılanların tarihî gerçeklerle bağdaşmadığını söyleyerek filmin yayından kaldırılmasına sebep oldular.”

Bu kısa konuşmalardan sonra paneli yöneten Ahmet Musaoğlu, katılımcı konuşmacılardan KTÜ Rektörlük Türk Dili Bölüm Başkanı Doç. Dr. Osman Kemal Kayra, Gazeteci Yazar İbrahim Metin, şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler salondakileri selâmlayarak panele başladılar. İlk sözü alan Osman Kemal Kayra, öncelikle Arif Nihat Asya’dan evvelki dönemlerin sosyal, kültürel ve siyasî hayatını özetledi. Şair ve yazarları değerlendirirken onların yaşadıkları dönemin göz ardı edilmemesini, mutlaka dikkate alınmasını tembihledi. 1850 ile 1918 arasındaki senelerin Türk’e kefen biçildiği zor yıllar olduğunu hatırlattı.

Misafir katılımcılardan Konyalı İbrahim Metin, Arif Nihat Asya’yla ilgili pek çok hatırasının olduğunu, hatta Büyük Şair’in kiracısı olma bahtiyarlığını da yaşadığını belirtti.

Onların ardından Türkiye’nin yaşayan Dede Korkut’u, Türk şiirinin çınarlarından, Türkçenin ve Türkiye’nin sevdalısı çok kıymetli şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler, aziz dostu Arif Nihat Asya’yla ilgili şu enteresan değerlendirmeleri ve tespitleri yaptı:

“Arif Nihat Asya, bizim sulh zamanlarımızdaki kahramanlarımızdandır. Balzac milleti tarif ederken: “Millet edebiyatı olan topluluktur.” diyor. Ne kadar doğru!.. Gençlerimiz Arif Nihat’ı yeterince tanıyıp bilmiyorlar. Onu bilmeyenler büyük bir kültürel çıkmazın ve karanlığın eşiğindedirler. Benim şahsiyetimin şekillenmesinde Arif Nihat Asya, Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Akif Ersoy gibi isimlerin büyük tesiri vardır. Onların yazdıkları ve yaşadıkları, karakterimin şekillenmesinde etkili olmuştur.

1955’te Hukuk Fakültesi’ni kazanıp Ankara’daki okuluma kaydımı yaptırırken rahmetli babam bana: “Bak oğlum, beni iyi dinle!..Yeni arkadaş muhitini Türk Ocağı arasından seçeceksin.” diye uyarıda bulundu. Galip Erdem ve Arif Nihat gibi dev şahsiyetleri orada tanıdım. Asya’yla abi-kardeş münasebetimiz, vefatına kadar devam etti. Ondan çok şey öğrendim. O, şiirlerinde doğum ve ölümü çok müstesna bir tarzda ifade etmiştir.

Arif, 05 Ocak 1975’te Ankara Numune Hastanesi’nde öldü. Yakınları onu ölümüne yakın günlerde terk ettiler. Eşi Servet Hanım’a: “Hanım şu telefon defterini getir bakalım. Bizim dostlarımız vardı bir zamanlar!.. Ne oldular şimdi?” diye serzenişte bulunmuştu.

Arif Nihat Asya büyük bir şair ve yazardır. Ömrü boyunca 23 şiir, 10 nesir kitabı yazmıştır. Ben de onun eş ve dostuna yazdığı 97 mektubunu derleyerek kitap hâline getirdim.

Asya, asla sıradan bir insan değildi. Onun için de sıradanlığı sevmezdi. O yıllarda Ziya Gökalp’in kardeşi, abisiyle ilgili olarak bir anma programı düzenlemiş Diyarbakır’da. Arif’i de o anma programına çağırmışlar. Fakat o, şu gerekçeleri ileri sürerek, fikirlerinden ilham aldığı ve çok sevdiği Gökalp’in anma programına katılmamış: “Şimdi orada Ziya Gökalp nerede doğdu, nerede öldü, neler yaptı gibi sıradan ve bilindik şeyler anlatacaklar. Ben bu gibi abidevî şahsiyetlerin kuru kuruya anlatılmasına karşıyım. Basmakalıp ifadelerden hoşlanmam. Onun hususi hayatıdır mühim olan. İnsanlar böyle kuru malûmatlardan usandı artık.”

Arif Nihat Asya’nın ne zaman, nerede doğduğu önemli değil. Onun düşünce dünyası ve hususi özellikleri önemlidir. O bir halk adamıydı. Bütün değerlerimize bağlı bir Türk milliyetçisiydi. Atatürk : “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyor. Kültür bu kadar önemli. Asya, Türk kültürünün bütün değerlerini yaşamış ve yaşatmıştır. Ziya Gökalp, milleti dil ve din birliğine sahip topluluk olarak tarif ediyor. Ne kadar isabetli bir tespit…

Şair Arif Nihat Asya, Türkçenin inceliklerini eserlerinde işlemiştir. Bizlere düşen görev onun ışığını çocuklarımıza götürerek onları aydınlatmaktır. Onun o güzel Türkçesini, nesrini ve şiirlerini yeni nesilleri okutmalıyız. “Bayrak” şiirini ilâhî bir tecelliyle yazmıştır O.

Bugünün tabiriyle medyadan çok şikâyetçiydi Arif Nihat Asya... O yıllarda TRT bir kez olsun onunla program yapmadı. Program yapmayı bir kenara bırakın, kendisinden bir satır bile söz etmedi. Kıbrıs’ta öğretmenlik yaptığı 1960’lı yıllarda Kıbrıs Rum Televizyonu bile kendisiyle bir program yaptı ama bizimkiler böyle bir şeyi akıl etmedi bile. Ne kadar yazık!...

Bizim, kendini radikal diye topluma kabul ettiren sözde aydınlarımızın çoğu bütün millî değerlerimize karşıdır. Bunlardan biri olarak kabul edilen yazarlardan Özdemir İnce, bir Yunanlı dostunun davetine icabet ederek, evine gitmiş. Bir de bakmış ki adamın evinin bahçesinde büyük bir Yunan bayrağı asılıyor. İnce, buna pek şaşırmış. Türkiye’ye dönünce bunu bir yazısında dile getirmiş. Böyle bir şeyi gündeme getirmesine bile tahammül edemeyen aynı zihniyetteki diğer yazar arkadaşları ona büyük tepki göstermişler.

Arif Nihat’tan bahsedilirken onunla özdeşleşen “Bayrak” şiiri okunur da bu şiirin “Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim” bölümü okunmaz. Buna bile tahammül edemezler.

Arif Nihat Asya, gülümsemesini ve gülümsetmesini bilen nüktedan bir insandı. 1940’lı yıllarda Adana’da bir gece, dostuna ziyarete gitmiş. Malûm dönüşte eve yürüyerek gitmek zorunda… Ötelerden bir köpek sesi duymuş. Sesin sahibi köpek, iyice yaklaşmış onlara. Kucağındaki çocuğu Fırat’ı, eşine vermiş. Başlamış köpekle taktik savaşına. Köpek ne yapmışsa o da onu yapmış. Kendi tabiriyle köpekle hırlaşmış; köpeğe köpeğin diliyle cevap vermiş.15 dakika böyle bir hırlaşmadan sonra köpeği kaçırmış. Bunu aynen bana anlattıktan sonra şöyle devam etti: “Yavuz, biz köpekle köpekçe, insanla insanca konuşmasını biliriz.”

Asya, hazırcevap bir insandı. Zamanın Millî Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel, Malatya’da okulları geziyor. O vakitler Arif Nihat Asya da Malatya’da bir lisede müdürlük yapıyor. Tabiî ki birbirini çok iyi tanıyorlar. Çünkü Yücel, bakanlığının yanında yazar olarak da kendini kabul ettirmiş bir isim… Fakat ikisi de farklı düşüncelerin temsilcileri… Bakan, okulun durumunu beğenmiyor: “Bu ne biçim okul; okuldan çok hapishaneye benziyor.”diyor. Asya cevabı yapıştırıyor: “Efendim ben bu okul yapıldıktan sonra geldim. Yoksa siz beni buraya hapishane müdürü diye mi gönderdiniz.” Bakan Yücel çok kızar ama belli etmez. Arif Nihat’ı bırakmaya hiç niyeti yoktur. Tahkire(aşağılamaya) devam ederek eleştirilerini giyimine yöneltir: “Hoca o ne biçim kıyafet… Paçaların çamur içinde...”der. Asya kızar, hatta köpürür. Şu üstü kapalı ve kinayeli cevabı verir: “Sayın Bakan!.. Paçalarımı ağzınıza almayın.” Daha sonra müdürlükten alınarak Türkçe ve Fransızca öğretmenliğine indirilir.

Türk şiirinin son dönemine apayrı bir ses, renk ve soluk getiren Arif Nihat, iyi bir müslümandı. Bir gün bana: “Yavuz sağ elini aç bakayım. Arapça rakamlarla kaç yazıyor, oku!”… Açtım baktım Arap rakamlarıyla 81 yazıyordu. “Sol avucunu aç; onda ne yazıyor?” dedi. Açtım, onda da 18 yazıyordu. “81’le 18’i topla” dedi. Topladım…99… “Bu rakam sana neyi hatırlatıyor?” diye sordu. “Tabiî ki Allah’ın 99 sıfatı!...” diye cevapladım. “Peki, 81’den 18’i çıkarınca kaç kalıyor?” Elbette 63… “Peki bu sana neyi çağrıştırıyor?” diye sordu. Düşündüm!... Aklıma hemen Resulullah Efendimizin ölüm yaşı geldi. Peygamberimiz 63 yaşında ölmüştü. Bana dönerek: “Bak Yavuz! Allah milyarlarca insanın avucuna bu ilâhî mührü vurmuştur. Bu asla tesadüf olamaz. Tesadüf olsaydı birkaç insanın avucunda olurdu.”

Arif Nihat, Adanalı değildi ama orayı çok severdi. Öğretmen olarak uzun yıllar görev yapmıştı orada… 05 Ocak’ta meşhur “Bayrak” şiirini yazdı. Yine 05 Ocak’ta Ankara’da hayata gözlerini kapadı. Hakk’a yürüdü. Ben bu tarihleri de tesadüf olarak görmüyorum.

O, yedi günlükken babasını kaybetti. Çok fakirdiler. Babasından üç şey kaldı ona…Yırtık bir yorgan, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Marifetnamesi ve tahtadan yapılma bir güneş saati!… Bütün bu fakirliğine rağmen hayatının hiçbir döneminde komünist olmadı. Bir gün kendisine: “Üstadım bu memlekette zengin çocukları bile komünist olurken, siz çektiğiniz bu fakirlik ve zorluklara rağmen niçin komünist olmadınız?” diye sordum. Keşke sormaz olaydım. Gözleri irileşti, adeta gürleyerek: “Sen benim Türk olduğumu bilmiyor musun? Bir Türk aç kalsa da asla komünist olmaz.”dedi. Demedi, adeta kükredi.

Nükteleri meşhurdu onun. Eşi Servet Hanım, Kimya öğretmeniydi. O zamanlar onlu not sistemi geçerliydi. Servet Hanım’ın öğrencileri, hocalarını Arif Nihat’a şikâyet etmişler. Bir ilâ beş arasında not verdiğini, beşten yukarı not alamadıklarını, oysa kendisinin genelde beşten aşağı not vermediğini belirttiler. Bunun üzerine Asya şu nükteli cevabı verir: “Biz aile meclisi olarak karar aldık. Birden beşe kadar notlar eşimin, beşten yukarkiler de benim!..”

Lafı gediğine oturturdu o… Aşırı makyaj yapıp soyunan kadınların bu davranışlarının ardındaki sebebin ne olabileceğine dair kendisine soru yönelten bir muhatabına şu cevabı vermiş: “Onlara sayın demişler, soyun anlamışlar; bayan demişler, boyan anlamışlar!..”

Yavuz Bülent Bakiler’in ardından “Bayrak Şairi” Arif Nihat Asya’yla ilgili olarak konuşan Doç. Dr. Osman Kemal Kayra şu değerlendirmeleri yaptı: “Asya bazı yönlerden Yahya Kemal Beyatlı’ya ve Mehmet Akif Ersoy’a benzerdi. O, bazı şiirlerinde Akif’in duygu ve düşünceleriyle örtüşür. Kıbrıs davasının yılmaz savunucularındandı Arif Nihat... Kıbrıs’ta Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görev yaptığı için bu ülke insanının yapısını çok iyi bilirdi. Rumların uzlaşmaz tutumlarıyla ilgili olarak: “Onlar lütfenden anlamaz ulandan anlar; onlar dilden anlamaz elden anlar; Onlar önsözden anlamaz sonsözden anlar.” derdi.

Kendisine Turan ülküsüyle ilgili sorulan sorulara cesurca ve argo tabirle kıvırmadan açık ve net olarak şu cevabı vermiştir: “Her müslümanın Cennete girme ülküsü olduğu gibi, her Türk’ün de Turan ülküsü vardır, olmalıdır!..” Bu kadar açık ve net konuşurdu o…”

Türk’e ve Türk’ün millî ve manevî değerlerine gönül vermiş, bu mümtaz şahsiyetli şairimize doğumunun 100. yılında Allah’tan rahmet diliyorum. Böyle faydalı toplantı ve faaliyetlerin artarak devam etmesini temenni ediyorum. Bu anma toplantısını tertip eden İLESAM Trabzon Temsilcisi kıymetli araştırmacı- yazar Sayın Ahmet Musaoğlu’ya, KTÜ Türk Dili Bölüm Başkanı sayın Doç. Dr. Osman Kemal Kayra’ya, ta uzaklardan teşrif edip gelen Sayın İbrahim Metin’e ve yaşayan Dede Korkut’umuz mümtaz şahsiyet değerli şair ve yazar Sayın Yavuz Bülent Bakiler’e en samimi duygularımla teşekkür ediyor, sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum. Zira böyle değerlere bugün, dünden daha çok ihtiyacımız vardır.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

10. Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali


M.NİHAT MALKOÇ

Atatürk’ün dediği gibi “Tiyatro bir milletin kültür seviyesinin aynasıdır” Tiyatro hayata renk ve ahenk katan güzel bir görsel şölendir. Tiyatrosu olan şehirleri hep bahtlı şehirler olarak görürüm; öte yandan tiyatrosu olmayan şehirlere de yanarım, üzülürüm. “Aman çok mu önemli?” diyenleriniz olabilir. Evet, tiyatro çok önemli… Ekmek, su kadar olmasa da… Monotonlaşan hayatımızın açmazlarını açan bir altın anahtardır tiyatro…

Tiyatro bambaşka bir keyiftir; bu keyfi tadanlar onun tiryakisi olurlar. Keşke alkol, uyuşturucu, sigara gibi muzır maddelerin değil de tiyatronun tiryakisi olabilsek. Tiyatro bazen bir mektep misali doğruları, yanlışları ortaya döküp sorguluyor; bazen güldürüyor, bazen düşündürüyor, bazen de hüzünlendiriyor bizi. Zira tiyatronun hayata dönük yüzlerce yüzü var.

Tiyatro aslında bir yaşam biçimi, hayata farklı açılardan bakmanın bir başka yolu… Tiyatro çok kere aç ruhları besler; susuzluktan kuruyan gönüllere bir damla oluverir. O, hayatın merkezine akan bir pınardır. Bu kaynaktan kana kana içmeliyiz. Bu pınarı kirletmeye çalışanlara da asla müsaade etmemeliyiz. Tiyatronun evrensel dilinden faydalanmalıyız.

Her şey 10 yıl evvel ‘Karadeniz’e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Buluşması’ adıyla başladı… Bunun bir geleneksel festivale dönüşeceğini ve her yıl düzenli olarak yapılacağını tahmin etmiyorduk o zamanlar… Bir saman alevi gibi gelir geçer diyorduk. Ama iyi ki öyle olmadı. Trabzon’dan dünyaya bir tiyatro festivali armağan edildi. 21 yıl evvel açılan Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun şimdi 10 yıllık geleneği olan ve büyük ilgi gören nur topu gibi bir festivali var. Bu görsel şölen kapsamında bugüne kadar 21 farklı ülke ağırlandı. Bu ülkelerden 62 tiyatro topluluğu güzel şehrimize gelerek tiyatro adına bütün güzellikleri halkımızla, sanatseverlerle paylaştı. Festival kapsamında bugüne kadar 131 oyun sahnelendi Haluk Ongan’da… Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünce düzenlenen Adana Festivali’nden sonraki en eski festival olma özelliğini taşıyor. Katılan ülke ve grup sayısı bakımından bu festival benzerlerine fark atıyor. Bu da Trabzon’un farkını gösteriyor. Bu kentin bundan sonra kültür, sanat ve edebiyatla anılması gerekir. Trabzon’a da bu yakışır zaten… Zira tarihe baktığımızda güzelliklerle dolu bir Trabzon görüyoruz.

Bu yıl onuncusu düzenlenen Karadeniz Tiyatro Festivali 02 Mayıs 2009 Pazar günü başladı. Bu seneki festivale 14 ülke iştirak ediyor. Festival 15 Mayıs 2009 tarihine kadar devam edecek. O güne kadar tiyatro severler sanatın evrensel diline şahit olacaklar. Romanya, Fransa, Moldova, KKTC, Almanya, Rusya Federasyonu, Polonya, Gürcistan, İspanya, İsrail, Bulgaristan, Kazakistan ve Kanada gibi ülkeler katılıyor bu yılki festivale. Bu seneki festivale Ermenistan ve Azerbaycan’ın katılmaması doğrusu dikkatlerden kaçmıyor. Diyelim ki Azerbaycan, Ermenistan sınır kapısının açılma ihtimali endişesiyle Türkiye’yi protesto ediyor. Peki, bugüne kadar festivale katılan Ermenistan bu yılki tiyatro şenliğine niçin gelmedi?

Bu seneki Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivaline Kazakistan, Polonya ve KKTC ilk kez katılıyor. Bu arada Kanada, festival kapsamında oyun sahnelemeyecek, sadece atölye çalışması yapacaktır. Festivale Romanya ve Moldova’dan ikişer grup katılacaktır.

Karadeniz Tiyatro Festivali her geçen gün daha da güzelleşiyor ve bir gelenek haline dönüşüyor. Geçen on yıl içinde festivalde büyük mesafeler alındığını görüyoruz. Her geçen yıl, başarı çıtasını daha da yukarı çıkarıyorlar. Halkın ilgisi de zaman geçtikçe daha da artıyor. Dil bir sorun olsa da tiyatronun evrensel yanı bu sorunu da ortadan kaldırıyor. Bu arada bu yıl yabancı oyunlar sırasında alt yazılar sahnenin iki tarafına yansıtılacak ve böylelikle izleyicilerin, konuşmaları anlayabilme imkânı olacak. Bu sefer de, oyunu takip etme zorluğu olacak. Fakat bunun başka bir yolu da yoktur sanırım. Yetkililerin belirttiğine göre ilk yıllarda 3 bin 500 olan seyirci sayısı bugünlerde 4 bin 700’e çıkmış… Daha da artması bekleniyor.

Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali bir emeğin ve gayretin ürünü.. Seyircilerin bu emeğin hakkını oyunları seyrederek vermesi gerekir. Katkısı olan herkese sonsuz teşekkürler.