7 Kasım 2008 Cuma
29 Ekim 2008 Çarşamba
Trabzon 15 Ağustos'ta mı Fethedildi?
M.NİHAT MALKOÇ
Sislere teslim olmuştu Trabzon ufukları. Şehrin sancıları her geçen gün daha da artıyor, çekilmez oluyordu. Kirli çizmelerin altında nefes almakta zorlanan Trabzon, gülmeyi çoktan unutmuştu. İslam beldelerinin sıcaklığı ve sevecenliği yoktu bu topraklarda. Coğrafya huzursuzdu yaban ellerde. Onun içindir ki şehir, gerçek Fatih’ini arıyor, genç bir kızın yavuklusunu gözler gibi o da müstakbel sahibinin yolunu gözlüyordu. Vuslat yakındı. Fatih evvela İstanbul’u fethetmiş, Osmanlı devletinin hâkimiyet sahasını genişletmişti. Fakat Fatih’in gözü Karadeniz’deydi. Doğunun da vatan topraklarına dâhil olması pek çok meseleyi kökünden halledecekti. Zira doğuda, Trabzon’da kaynayan bir cadı kazanı vardı. Bu kazan kaynadıkça Fatih’e huzur, Osmanlı’ya emniyet haramdı. Trabzon tekfuru haddini aşıyor, Osmanlı’ya cephe alıyordu sürekli. Osmanlı’ya karşı şer cephesi kurulması için gece gündüz çalışıyorlardı. Onlar çalışıyordu da bizim Fatih uyuyor muydu? O da gelişmeleri takip ediyor, önlemler alıyordu. Cenevizlilerin elinde bulunan Amasra’nın, Candaroğullarının elindeki Kastamonu’nun ve Sinop’un fethi Trabzon’a bir yol açmak, engelleri aşmak içindi biraz da…
Fatih’in asıl hedefi stratejik önemi olan Trabzon’u almaktı. Trabzon onun bir anlamda kızıl elmasıydı. Bununla ilgili olarak Hünkâr Mahmut Paşa’ya: “Mahmut, birkaç niyetim var. Umarım ki Hak Teala ben zayıfa kuvvet verip, anı nasip ede. Evvel biri, şol İsfendiyar vilâyetidir ki, Kastamonu ve Sinop ve Koyul-hisar’dır. Benim huzurumu bunlar giderir. Ve biri şol Trabzon’u bir cünüp kâfir yiyip yürür. El-hâsıl bunlar benim maksudumdur. Gece ve gündüz hayalimden gitmez” der. O zamanlar Trabzon Rum Devletinin toprakları Giresun’dan başlayıp Batum’a kadar devam etmekteydi. Bu topraklarda Rumlarla birlikte önemli miktarda Türk nüfusu da yaşamaktaydı. İç bölgelerde ve yaylalarda yaşayan Çepnilerin varlığını hiç kimse inkâr edemezdi. Bu Çepniler fetih için Trabzon’a güneyden gelen Fatih’in askerlerine kılavuzluk yapmışlardır. Fatih doğudan, veziri Mahmut Paşa ise batıdan hareket etmiş, çok zorlu yerlerden geçmişler, Trabzon’a ulaşmışlar, böylece Rumlar da şaşkına uğratılmıştır.
Fatih’in Trabzon çıkarması hiç de kolay olmamıştır. Çıkarma sırasında nice zorluklara göğüs gerilmiştir. Fatih’in arabaları dağlarda çamura saplanmış, ama o pes etmemiş, develerle bu engeli büyük bir azametle ve gayretle aşmıştır. Uzun Hasan’ın annesi bu zorluklar karşısında büyük emeklerle çıkarmayı sürdüren Fatih’e: “Hay oğul! Bir Durabuzun çün bunca bunca zahmatlar çekmek nedür, demiş Fatih ise buna karşılık “Ana! Bu zahmatlar Durabuzun içün değüldür. Bu zahmatlar Din-i İslam yolınadır. Kim ahrette Allah hazretine varıcak hacil olmayavuz deyüdür. Zira kim bizim elümüzde İslam kılıcı vardur. Ve eğer biz bu zahmatı ihtiyar etmesevüz bize gazi demek yalan olur.” ibretli cevabını vermiştir.
Fatih’in Trabzon’a gönderdiği ilk birlikler büyük zayiatlar verse de geriden gelen birliklerle ve denizden destek veren donanmayla Trabzon altı haftalık süre sonunda alınmış, Trabzon Rum Devletine son verilmiştir. Trabzon Rum İmparatoru, Fatih’e teslim olmak mecburiyetinde kalmıştır. Trabzon’un fethinin yıl olarak 1461 olduğu kesindir. Fakat ay ve gün konusunda kesin bilgiler mevcut değildir. Bununla ilgili tarihçilerin değişik tarihler söyledikleri bir gerçektir. Bunlardan en enteresanı tarihçi Fahrettin Kırzıoğlu’na aittir. Kırzıoğlu Trabzon’un 15 Ağustos 1461’de fethedildiğini söyleyerek fethe ayrı bir boyut kazandırır. Bunun aksine bugün Trabzon’un fetih tarihi 26 Ekim olarak kabul edilmektedir. Bu görüş tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya aittir. O, W. Miller’i kaynak göstermektedir. Macaristan’daki Venedik elçisine bildirilen bir Venedik vesikası belge kabul edilmektedir.
Trabzon üzerine önemli bir çalışma yapan araştırmacı M. Hanefi Bostan ise Bryer ve Winfield’ın Osmanlı ordusunun takip ettiği güzergâh ve takvime dair bilgilerinden yola çıkarak Trabzon’un fetih tarihi konusunda 15 Ağustos 1461’de ısrar etmektedir. Bizler günümüzde Trabzon’un fethini 26 Ekim’de kutlasak da bunun açıklığa kavuşması gerekir. Bu konudaki şüphe ve tereddütleri izale etmek için yeni ve ciddi çalışmalara ihtiyaç vardır.
Sislere teslim olmuştu Trabzon ufukları. Şehrin sancıları her geçen gün daha da artıyor, çekilmez oluyordu. Kirli çizmelerin altında nefes almakta zorlanan Trabzon, gülmeyi çoktan unutmuştu. İslam beldelerinin sıcaklığı ve sevecenliği yoktu bu topraklarda. Coğrafya huzursuzdu yaban ellerde. Onun içindir ki şehir, gerçek Fatih’ini arıyor, genç bir kızın yavuklusunu gözler gibi o da müstakbel sahibinin yolunu gözlüyordu. Vuslat yakındı. Fatih evvela İstanbul’u fethetmiş, Osmanlı devletinin hâkimiyet sahasını genişletmişti. Fakat Fatih’in gözü Karadeniz’deydi. Doğunun da vatan topraklarına dâhil olması pek çok meseleyi kökünden halledecekti. Zira doğuda, Trabzon’da kaynayan bir cadı kazanı vardı. Bu kazan kaynadıkça Fatih’e huzur, Osmanlı’ya emniyet haramdı. Trabzon tekfuru haddini aşıyor, Osmanlı’ya cephe alıyordu sürekli. Osmanlı’ya karşı şer cephesi kurulması için gece gündüz çalışıyorlardı. Onlar çalışıyordu da bizim Fatih uyuyor muydu? O da gelişmeleri takip ediyor, önlemler alıyordu. Cenevizlilerin elinde bulunan Amasra’nın, Candaroğullarının elindeki Kastamonu’nun ve Sinop’un fethi Trabzon’a bir yol açmak, engelleri aşmak içindi biraz da…
Fatih’in asıl hedefi stratejik önemi olan Trabzon’u almaktı. Trabzon onun bir anlamda kızıl elmasıydı. Bununla ilgili olarak Hünkâr Mahmut Paşa’ya: “Mahmut, birkaç niyetim var. Umarım ki Hak Teala ben zayıfa kuvvet verip, anı nasip ede. Evvel biri, şol İsfendiyar vilâyetidir ki, Kastamonu ve Sinop ve Koyul-hisar’dır. Benim huzurumu bunlar giderir. Ve biri şol Trabzon’u bir cünüp kâfir yiyip yürür. El-hâsıl bunlar benim maksudumdur. Gece ve gündüz hayalimden gitmez” der. O zamanlar Trabzon Rum Devletinin toprakları Giresun’dan başlayıp Batum’a kadar devam etmekteydi. Bu topraklarda Rumlarla birlikte önemli miktarda Türk nüfusu da yaşamaktaydı. İç bölgelerde ve yaylalarda yaşayan Çepnilerin varlığını hiç kimse inkâr edemezdi. Bu Çepniler fetih için Trabzon’a güneyden gelen Fatih’in askerlerine kılavuzluk yapmışlardır. Fatih doğudan, veziri Mahmut Paşa ise batıdan hareket etmiş, çok zorlu yerlerden geçmişler, Trabzon’a ulaşmışlar, böylece Rumlar da şaşkına uğratılmıştır.
Fatih’in Trabzon çıkarması hiç de kolay olmamıştır. Çıkarma sırasında nice zorluklara göğüs gerilmiştir. Fatih’in arabaları dağlarda çamura saplanmış, ama o pes etmemiş, develerle bu engeli büyük bir azametle ve gayretle aşmıştır. Uzun Hasan’ın annesi bu zorluklar karşısında büyük emeklerle çıkarmayı sürdüren Fatih’e: “Hay oğul! Bir Durabuzun çün bunca bunca zahmatlar çekmek nedür, demiş Fatih ise buna karşılık “Ana! Bu zahmatlar Durabuzun içün değüldür. Bu zahmatlar Din-i İslam yolınadır. Kim ahrette Allah hazretine varıcak hacil olmayavuz deyüdür. Zira kim bizim elümüzde İslam kılıcı vardur. Ve eğer biz bu zahmatı ihtiyar etmesevüz bize gazi demek yalan olur.” ibretli cevabını vermiştir.
Fatih’in Trabzon’a gönderdiği ilk birlikler büyük zayiatlar verse de geriden gelen birliklerle ve denizden destek veren donanmayla Trabzon altı haftalık süre sonunda alınmış, Trabzon Rum Devletine son verilmiştir. Trabzon Rum İmparatoru, Fatih’e teslim olmak mecburiyetinde kalmıştır. Trabzon’un fethinin yıl olarak 1461 olduğu kesindir. Fakat ay ve gün konusunda kesin bilgiler mevcut değildir. Bununla ilgili tarihçilerin değişik tarihler söyledikleri bir gerçektir. Bunlardan en enteresanı tarihçi Fahrettin Kırzıoğlu’na aittir. Kırzıoğlu Trabzon’un 15 Ağustos 1461’de fethedildiğini söyleyerek fethe ayrı bir boyut kazandırır. Bunun aksine bugün Trabzon’un fetih tarihi 26 Ekim olarak kabul edilmektedir. Bu görüş tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya aittir. O, W. Miller’i kaynak göstermektedir. Macaristan’daki Venedik elçisine bildirilen bir Venedik vesikası belge kabul edilmektedir.
Trabzon üzerine önemli bir çalışma yapan araştırmacı M. Hanefi Bostan ise Bryer ve Winfield’ın Osmanlı ordusunun takip ettiği güzergâh ve takvime dair bilgilerinden yola çıkarak Trabzon’un fetih tarihi konusunda 15 Ağustos 1461’de ısrar etmektedir. Bizler günümüzde Trabzon’un fethini 26 Ekim’de kutlasak da bunun açıklığa kavuşması gerekir. Bu konudaki şüphe ve tereddütleri izale etmek için yeni ve ciddi çalışmalara ihtiyaç vardır.
23 Haziran 2008 Pazartesi
Şair H. Mustafa Tomaç’ın Ardından…
M.NİHAT MALKOÇ
Ölüm bir güzel insanı daha aramızdan ayırdı. 21 Haziran 2008 tarihinde Trabzon’un önemli söz üstatlarından biri olan Hüsnü Mustafa Tomaç’ı kaybettik. Mustafa Tomaç Ağabeyin 1934 senesinde Trabzon’un Beştaş(Kanliga) köyünde başlayan hayat yolculuğu 21 Haziran 2008 tarihinde son buldu. O da her nefis gibi ölümü tattı. Bizler de günü gelince ölümü tadacağız. Ne mutlu bu dünyadan hoş bir seda bırakarak göç edenlere…
74 yıllık hayatına pek çok güzellik sığdıran Tomaç, Trabzon’un sevilen simalarından biriydi. Trabzon Gazipaşa İlkokulu’ndan sonra Trabzon Sanat Enstitüsü’nü ve 1965’te de Tekniker Okulu’nu bitirmişti. 1952-53 yıllarında TBMM inşaatlarında, 1955’te Trabzon’da Karayolları 10. Bölge Müdürlüğü’nde çalışmıştı. 1958’de askerlik görevini Erzurum’da yedek subay olarak yapmıştı. 1959 yılında Sağlık Müdürlüğü bünyesinde memur olarak çeşitli görevlerde bulunmuştu. 1968’de Zonguldak Bayındırlık Müdürlüğü’nde, 1970’de KTÜ Fen Heyeti Müdürlüğü’nde kontrolörlük yapmıştı. 1972 yılında Trabzon Bayındırlık Müdürlüğü’ne naklen geçmişti. Bu kurumda uzun yıllar inşaat kontrolörlüğü görevini yapmış, 1981 yılında emekli olmuştu. O, 27 yıldan beri kendi halinde bir emeklilik hayatı sürdürüyordu. Gündüzleri bağ bahçe işleriyle uğraşıyor, geceleri de şiirle meşgul oluyordu.
Ebediyete uğurladığımız Hüsnü Mustafa Tomaç’ı yıllardan beri tanırım. Girdiği ortamlarda farkı fark edilirdi. Ağırbaşlı, beyefendi bir kişilik sahibiydi. Az ve yerinde konuşan bir insandı. Malayani sözlerden kaçınırdı. Sohbetinden zevk alınırdı. Hüsnü Mustafa Tomaç, şiirlerini 1950’li yıllardan itibaren yazmaya başladı. Yani ilk şiirini kaleme aldığında 16 yaşında bir delikanlıydı. O günden, son nefesini verdiği 2008’li yıllara kadar 58 yıl boyunca her fırsatta şiirler yazdı. Bu süre içerisinde “Rüzgârı Yükselen Ses, Bir Güneşten Bir Güneşe, Cudi mi - Ararat (Ağrı) mı, Kapaksız Kitap” adlı kitaplara imza attı.
Mustafa Ağabey’in elimizdeki son kitabı “Kapaksız Kitap” adını taşıyor. 146 şiiri iki kapak arasına alan bu kitaptaki şiirler hecenin en güzel örnekleri olarak arz-ı endam ediyorlar. Hayat tecrübelerini mısralara döken Tomaç’ın bu son kitabında didaktik unsurlar ağır basmaktadır. Bu kitaptaki şiirlerde övgüden yergiye kadar yediden yetmişe her mevzu ustaca işleniyor. O, şiire geniş bir açıdan bakmıştır. Onun şiirlerinde toplumsal hiciv ağırlıktadır. Tomaç, yerli kültürün bütün motiflerini şiirlerinde nakış nakış işliyor. Onun şiire ve şairliğine dair görüşlerini kendi ifadelerinden öğreniyoruz. Şiire ve şairliğine dair şunları söylüyor:
“Ahlak sınırlarını zorlamadan, insanlar arasındaki ilişkilerden doğan şiirsel tavırları açık ifadelerle, fakat doğru ve dobra olarak dile getirdim. Bunu yaparken; öğretici ve eğitici olduğum kadar, yerici de oldum. Bazen bir ayet, bir hadis, bir atasözü ve bir deyim şiirime tema oldu. Kendime özgü bir üslupla her türlü şiiri denedim. Heceye ağırlık vererek rubai, muhammes, beyit tarzlarına yer verdiğim gibi serbest şiiri de işledim. Buna ilave olarak lirik ahengiyle monolog-diyalog şekillerle şiirlerimi biçimlendirmeyi ihmal etmedim.”
Tomaç’ın ölümü Trabzon için önemli bir kayıptır. Onun gibi beyefendi, sevgi dolu ve hoşgörülü insan pek azdır. O bu güzel hasletleriyle anılacaktır. O, eşinin ölümünden sonra iyice hassaslaşmış, yalnızlığını içine gömmüştü. O şimdi belli ki eşinin yanında pek mutludur.
İnsanlar doğar, büyür ve ölürler. Mühim olan çok yaşamak değil, doğru yaşamaktır. Mustafa Tomaç Ağabey inanan bir insandı. Onun içindir ki ölümden korkmuyordu. Hak dostlarının gözüyle bakıyordu ölüm hadisesine. Mevlana ölümü düğün gecesi olarak görüyordu. Tomaç da ölümü dosta kavuşma olarak tanımlıyordu. Bunu aşağıdaki dörtlükte açıkça görebiliriz. Sözlerimi bu dörtlükle bitirirken kendisine Allah’tan rahmet diliyorum:
“Hayat bahçesinde güldü
Açtı, soldu ve döküldü
Âlem sandı Tomaç öldü
Bilmezler aslına döndü.”
Ölüm bir güzel insanı daha aramızdan ayırdı. 21 Haziran 2008 tarihinde Trabzon’un önemli söz üstatlarından biri olan Hüsnü Mustafa Tomaç’ı kaybettik. Mustafa Tomaç Ağabeyin 1934 senesinde Trabzon’un Beştaş(Kanliga) köyünde başlayan hayat yolculuğu 21 Haziran 2008 tarihinde son buldu. O da her nefis gibi ölümü tattı. Bizler de günü gelince ölümü tadacağız. Ne mutlu bu dünyadan hoş bir seda bırakarak göç edenlere…
74 yıllık hayatına pek çok güzellik sığdıran Tomaç, Trabzon’un sevilen simalarından biriydi. Trabzon Gazipaşa İlkokulu’ndan sonra Trabzon Sanat Enstitüsü’nü ve 1965’te de Tekniker Okulu’nu bitirmişti. 1952-53 yıllarında TBMM inşaatlarında, 1955’te Trabzon’da Karayolları 10. Bölge Müdürlüğü’nde çalışmıştı. 1958’de askerlik görevini Erzurum’da yedek subay olarak yapmıştı. 1959 yılında Sağlık Müdürlüğü bünyesinde memur olarak çeşitli görevlerde bulunmuştu. 1968’de Zonguldak Bayındırlık Müdürlüğü’nde, 1970’de KTÜ Fen Heyeti Müdürlüğü’nde kontrolörlük yapmıştı. 1972 yılında Trabzon Bayındırlık Müdürlüğü’ne naklen geçmişti. Bu kurumda uzun yıllar inşaat kontrolörlüğü görevini yapmış, 1981 yılında emekli olmuştu. O, 27 yıldan beri kendi halinde bir emeklilik hayatı sürdürüyordu. Gündüzleri bağ bahçe işleriyle uğraşıyor, geceleri de şiirle meşgul oluyordu.
Ebediyete uğurladığımız Hüsnü Mustafa Tomaç’ı yıllardan beri tanırım. Girdiği ortamlarda farkı fark edilirdi. Ağırbaşlı, beyefendi bir kişilik sahibiydi. Az ve yerinde konuşan bir insandı. Malayani sözlerden kaçınırdı. Sohbetinden zevk alınırdı. Hüsnü Mustafa Tomaç, şiirlerini 1950’li yıllardan itibaren yazmaya başladı. Yani ilk şiirini kaleme aldığında 16 yaşında bir delikanlıydı. O günden, son nefesini verdiği 2008’li yıllara kadar 58 yıl boyunca her fırsatta şiirler yazdı. Bu süre içerisinde “Rüzgârı Yükselen Ses, Bir Güneşten Bir Güneşe, Cudi mi - Ararat (Ağrı) mı, Kapaksız Kitap” adlı kitaplara imza attı.
Mustafa Ağabey’in elimizdeki son kitabı “Kapaksız Kitap” adını taşıyor. 146 şiiri iki kapak arasına alan bu kitaptaki şiirler hecenin en güzel örnekleri olarak arz-ı endam ediyorlar. Hayat tecrübelerini mısralara döken Tomaç’ın bu son kitabında didaktik unsurlar ağır basmaktadır. Bu kitaptaki şiirlerde övgüden yergiye kadar yediden yetmişe her mevzu ustaca işleniyor. O, şiire geniş bir açıdan bakmıştır. Onun şiirlerinde toplumsal hiciv ağırlıktadır. Tomaç, yerli kültürün bütün motiflerini şiirlerinde nakış nakış işliyor. Onun şiire ve şairliğine dair görüşlerini kendi ifadelerinden öğreniyoruz. Şiire ve şairliğine dair şunları söylüyor:
“Ahlak sınırlarını zorlamadan, insanlar arasındaki ilişkilerden doğan şiirsel tavırları açık ifadelerle, fakat doğru ve dobra olarak dile getirdim. Bunu yaparken; öğretici ve eğitici olduğum kadar, yerici de oldum. Bazen bir ayet, bir hadis, bir atasözü ve bir deyim şiirime tema oldu. Kendime özgü bir üslupla her türlü şiiri denedim. Heceye ağırlık vererek rubai, muhammes, beyit tarzlarına yer verdiğim gibi serbest şiiri de işledim. Buna ilave olarak lirik ahengiyle monolog-diyalog şekillerle şiirlerimi biçimlendirmeyi ihmal etmedim.”
Tomaç’ın ölümü Trabzon için önemli bir kayıptır. Onun gibi beyefendi, sevgi dolu ve hoşgörülü insan pek azdır. O bu güzel hasletleriyle anılacaktır. O, eşinin ölümünden sonra iyice hassaslaşmış, yalnızlığını içine gömmüştü. O şimdi belli ki eşinin yanında pek mutludur.
İnsanlar doğar, büyür ve ölürler. Mühim olan çok yaşamak değil, doğru yaşamaktır. Mustafa Tomaç Ağabey inanan bir insandı. Onun içindir ki ölümden korkmuyordu. Hak dostlarının gözüyle bakıyordu ölüm hadisesine. Mevlana ölümü düğün gecesi olarak görüyordu. Tomaç da ölümü dosta kavuşma olarak tanımlıyordu. Bunu aşağıdaki dörtlükte açıkça görebiliriz. Sözlerimi bu dörtlükle bitirirken kendisine Allah’tan rahmet diliyorum:
“Hayat bahçesinde güldü
Açtı, soldu ve döküldü
Âlem sandı Tomaç öldü
Bilmezler aslına döndü.”
26 Nisan 2008 Cumartesi
Nihat Sami Banarlı’ya Vefa
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon Valiliği kültür, sanat ve edebiyat etkinliklerini önemsiyor. Daha evvel “Okuyan Trabzon” kampanyasıyla gençleri kitapla buluşturan Trabzon Valisi Nuri Okutan şimdi de Trabzon’un unutulmuş değerlerini gündeme taşıyor. Aslen Trabzonlu olan fakat bu şehirle bağlantıları pek de bilinmeyen şahsiyetler, kent insanının hafızasına nakşediliyor. Hakikatte çok mühim işler yapan, kültür, sanat ve edebiyat hayatımızda önemli boşluklar dolduran bu kişiler valiliğin merceği altına alınmış bulunmaktadır. Bu önemli abide şahsiyetler bu vesileyle gençlere tanıtılmış olacak. Böylece geleceğimizin teminatı olan gençler bu güzel örnekleri kendilerine model seçecekler. “Trabzon Kültür Sanat Günleri” adıyla düzenlenmekte olan etkinliklerin ilki 26 Nisan 2008 Cumartesi günü Trabzon Lisesi konferans salonunda yapıldı. Türk Edebiyatı Tarihçisi Nihad Sami Banarlı’nın anıldığı, Prof. Dr. Kazım Yetiş, Dr. Fahrunnisa Bilecik ve Dr. Nevnihal Bayar’ın konuşmacı olarak katıldığı bu önemli anma toplantısına ilgi büyüktü. Konferanstan evvel Trabzon Valisi Nuri Okutan Bey, etkinliklerin gayesiyle ve Banarlı’yla ilgili veciz bir konuşma yaparak şunları söyledi:
“Trabzon tarih boyunca nice değerli şahsiyetler yetiştirmiştir. Bu değerler sayesinde Trabzon Trabzon olmuştur. Bu kıymetli şahsiyetlerin bir kısmı Trabzon’da doğmuş olmasına rağmen maddî sıkıntılar yüzünden başka şehirlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Bir kısmının ailesi buralı olsa da vaktiyle bu şehirden göç ettikleri için başka memleketlerde doğup büyümüşlerdir. Fakat bu şehirde doğup büyümeseler de onları bu şehirden ayrı düşünemeyiz. Çünkü onlar bu şehrin değerleriyle yoğrulmuşlardır.”
Daha sonra Türk kültürünün köşe taşlarından biri olan Nihad Sami Banarlı’yı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Kazım Yetiş, enine boyuna anlattı. Değerli edebiyat akademisyeni Yetiş, uzun konuşmasında şu satırların altını çizdi:
“Nihad Sami, Trabzon mebusu şair Emin Hilmi’nin torunu, vali şair İlyas Sami’nin oğludur. Banarlı soyadını babasının ve annesinin mezarlarının bulunduğu Tekirdağ’ın Banarlı kasabasından almıştır. Annesi ve babası, adı geçen kasabada ölmüştür. O, Trabzon’daki Alemdarzadeler sülalesine mensuptur. Fakat geniş şeceresi Fatih yangınında yok olduğu için bu konuda teferruatlı bilgilere sahip değiliz. O zamanlar Ortahisar’da konakları vardı. 1948 yılından itibaren Hürriyet gazetesinde ‘Edebi Sohbetler’ sütununda önemli yazılar yazdı. 1953 yılında kurulan İstanbul Fetih Cemiyetine girdi. Bu teşkilata bağlı olan İstanbul Enstitüsüne müdür oldu. 1958 yılında Yahya Kemal Enstitüsü yayın işlerini başarıyla yürüttü.
Banarlı, şair Yahya Kemal’i bütün yönleriyle gün yüzüne çıkaran insandır. Yahya Kemal öldüğünde merhum şairin yaşadığı oteli kapatarak ondan arda kalan her türlü belgeyi koruma altına almıştır. Yahya Kemal yaşarken eser yayınlamamıştır. Ölümünden sonra onun kıymetli eserleri Banarlı sayesinde basılarak Türk okuyucusuyla buluşmuştur. Eğer Banarlı bu eserlere ve belgelere sahip çıkmasaydı kim bilir hangi fırsatçının elinde yok olup gideceklerdi.
Türkiye’de on tane daha Nihat Sami olsaydı kültür, sanat ve edebiyat hayatımız bugünkünden çok daha farklı olurdu. O, Türkoloji’nin ve edebiyat tarihçiliğinin sırlarını Fuat Köprülü’den öğrenmiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi ve Samiha Ayverdi ona derinlik kazandırmışlardır. Banarlı hiçbir zaman belli bir zümrenin adamı olmamıştır. Zaman zaman şovenlikle suçlansa da o, milletinin adamı olmuştur. Daima bütünü görüp kucaklamış, Türk kültür kaynaklarını tespit etmiş, Türk kültürünü geniş kitlelere sevdirmiştir. Edebiyat tarihçiliği alanında yazdığı Resimli Türk Edebiyatı adlı eser, türündeki en muhteşem örnektir. Bunun yanında ‘Türkçenin Sırları’ adlı eseriyle dilimizin inceliklerini ortaya koymuştur.”
Kazım Yetiş Bey’den sonra söz alan Fahrunnisa Bilecik ve Nevnihal Bayar; Banarlı’nın çok arzuladığı bir çalışma olan Kubbealtı Misalli Büyük Lügati’ni ayrıntılı bir şekilde anlatarak 34 yıl gibi uzun bir zaman içinde yazılan eseri enine boyuna tanıttılar. Böyle faydalı toplantılarla kent halkını uyandıran valimiz Nuri Okutan’a şükranlarımızı sunuyoruz.
20 Nisan 2008 Pazar
Sınavlara Hazırlanan Çocuklara Psikolojik Destek
M.NİHAT MALKOÇ
Özel Dershaneler Birliği(ÖZ-DE-BİR) tarafından Trabzon’da Zorlu Grand Hotel salonunda “Sınavlara Hazırlanan Çocuklara Psikolojik Destek” konulu bir konferans verildi. 20 Nisan 2008 Pazar günü öğleden önce öğrencilere, öğleden sonra da velilere verilen bu konferansı ÖZ-DE-BİR Trabzon Temsilcisi Maraton Özel Dershanesi Müdürü Mehmet Kuvvet organize etti. Kuvvet, konferanstan evvel yaptığı kısa konuşmasında eğitimde rehberliğin önemini vurguladı. Ardından ÖZ-DE-BİR Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Köprülü eğitimin ve öğrencileri yönlendirmenin öneminden bahsetti. Daha sonra “Sınavlara Hazırlanan Çocuklara Psikolojik Destek” konulu konferansını vermek üzere Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim üyelerinden Doç. Dr. Hasan Yılmaz dinleyicilerin huzuruna çıktı. Sayın Yılmaz, konuşmasında çok mühim konulara değinerek şunları söyledi:
“Çocuklar dünyadaki en değerli varlıklarımızdır. Fakat onlarla yeterince ilgilenmiyoruz. Bir düşünün, akşama kadar kaç insanın nazını çekiyoruz. Fakat eve gelince çocuklarımıza tahammül edemiyoruz. Çocuk, annesinin sevgisinden emindir. Babanın sevgisi çocuk için çok önemlidir. Baba çocuk için ayrı bir güç ve güven kaynağıdır. Bir çocukta bir problem varsa emin olun ki babasıyla bir uyumsuzluğu vardır. Çocuğa yardım etmek istiyorsanız onun babasıyla olan ilişkisini geliştirin. Babanın çocuk üzerindeki etkisi anneden çok daha fazladır. Çocuklar babanın sevgisini gözlerinde daha çok büyütürler.
Çocuğunuza sarılın, onu kucaklayın. Başka insanlara gösterdiğiniz hoşgörüyü niçin çocuklarınızdan esirgiyorsunuz? Evde hep ciddi, asık suratlı olmak zorunda değilsiniz. Bazı çocuklar var ki anne babasına inat olsun diye ders çalışmıyor. Çocuklarımızı eleştirirken araya bir kısım güzel sözler de sokuşturmalıyız. ‘Gönül hesabı’ diye bir şey vardır. O hesaba takdir, sevgi ve hoşgörü yatırılır. Gönül hesabınızı sevgiyle besleyin, destekleyin, kurutmayın o hesabı. O hesap kapanırsa yaklaşımlarınız da bundan olumsuz yönde etkilenir.
Aynı evde yaşamak aile olmak değildir; aile olmak paylaşmaktır. Aidiyet duygusunu çocuğunuza vermelisiniz. Çocuk kendini ailenin önemli bir parçası hissetmelidir. Günümüzde insanlar iltifat etmeyi unutmuşlar. Bu hususta cimrilik ediyoruz. Sevdiklerimize ‘Seni seviyorum’ demeye çekiniyoruz. Eşinize en son ne zaman bu sözü söylediniz? Bir kâğıda imza atmak insanları aile yapmıyor. Aileyi aile yapan evdeki paylaşımın niteliğidir. Bir çocuğun temel ihtiyacı para değil, öncelikle sevgidir. Çocuklarımıza sevgi verelim.
Çocuklarımız niçin yeterince başarılı olamıyorlar? Çünkü kendilerine yeterince güvenmiyorlar da ondan. Çocuklarımıza hep olumsuz sözler söylüyoruz. Onların başarılı olamayacaklarına inanıyoruz. Derler ya ‘neye inanıyorsanız o olur.’ İşte inanmadığımız için onlar da başaramıyorlar. Çocuklarınızı cesaretlendirin. Çocuğun güveni, annesinin ağzından çıkan olumsuz sözlerle yok olur. Çocuklarınızın daha mutlu ve sağlıklı gelişimlerini istiyorsanız onlara yaşlarına uygun sorumluluklar yükleyin. Her şeyi ödül ve cezayla değerlendirmeyin. Ödül çocuğun beklentilerini artırıyor, sonra ödül için çalışıyorlar. Ceza da çocuğu yıldırıyor. Ödül ve cezanın yerine çocuklarımızı cesaretlendirme yoluna gitmeliyiz.
Öfkeliyken söylenen sözler hep yaralayıcıdır, kırıcıdır. Bu durumda çocuklarımızla konuşmayalım. Bekleyin öfkeniz dinsin. Çocukların kendilerine olan güvenini zedelerseniz bunu bir daha kolay kolay kazandıramazsınız onlara. Sevginin azı da, çoğu da zararlıdır. Çocuğunuza karşı sevgi ve disiplin konusunda doğru şeyler yapıyorsanız iyi yoldasınız demektir. Aşırı sevgi, yetersiz sevgi gibi; aşırı disiplin, gevşek disiplin gibi zararlıdır.
Çocuğunuza tercih hakkı tanıyın. Anne babanın çocuğuna yapacağı en büyük iyilik onu yeterince tanımak ve ona göre davranmaktır. Sevginiz çocuk üzerinde baskı oluşturmasın. İfade edilmeyen sevgi yetersiz sevgidir. Bu arada çocuklarınızı arkadaşlarıyla kıyaslamayın.”
Bu gibi eğitici etkinliklerin çok faydalı olduğuna inanıyorum। Bizler bu konferanstan çok faydalandık. Başta Mehmet Kuvvet olmak üzere düzenleyenlere teşekkür ediyoruz.
Özel Dershaneler Birliği(ÖZ-DE-BİR) tarafından Trabzon’da Zorlu Grand Hotel salonunda “Sınavlara Hazırlanan Çocuklara Psikolojik Destek” konulu bir konferans verildi. 20 Nisan 2008 Pazar günü öğleden önce öğrencilere, öğleden sonra da velilere verilen bu konferansı ÖZ-DE-BİR Trabzon Temsilcisi Maraton Özel Dershanesi Müdürü Mehmet Kuvvet organize etti. Kuvvet, konferanstan evvel yaptığı kısa konuşmasında eğitimde rehberliğin önemini vurguladı. Ardından ÖZ-DE-BİR Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Köprülü eğitimin ve öğrencileri yönlendirmenin öneminden bahsetti. Daha sonra “Sınavlara Hazırlanan Çocuklara Psikolojik Destek” konulu konferansını vermek üzere Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim üyelerinden Doç. Dr. Hasan Yılmaz dinleyicilerin huzuruna çıktı. Sayın Yılmaz, konuşmasında çok mühim konulara değinerek şunları söyledi:
“Çocuklar dünyadaki en değerli varlıklarımızdır. Fakat onlarla yeterince ilgilenmiyoruz. Bir düşünün, akşama kadar kaç insanın nazını çekiyoruz. Fakat eve gelince çocuklarımıza tahammül edemiyoruz. Çocuk, annesinin sevgisinden emindir. Babanın sevgisi çocuk için çok önemlidir. Baba çocuk için ayrı bir güç ve güven kaynağıdır. Bir çocukta bir problem varsa emin olun ki babasıyla bir uyumsuzluğu vardır. Çocuğa yardım etmek istiyorsanız onun babasıyla olan ilişkisini geliştirin. Babanın çocuk üzerindeki etkisi anneden çok daha fazladır. Çocuklar babanın sevgisini gözlerinde daha çok büyütürler.
Çocuğunuza sarılın, onu kucaklayın. Başka insanlara gösterdiğiniz hoşgörüyü niçin çocuklarınızdan esirgiyorsunuz? Evde hep ciddi, asık suratlı olmak zorunda değilsiniz. Bazı çocuklar var ki anne babasına inat olsun diye ders çalışmıyor. Çocuklarımızı eleştirirken araya bir kısım güzel sözler de sokuşturmalıyız. ‘Gönül hesabı’ diye bir şey vardır. O hesaba takdir, sevgi ve hoşgörü yatırılır. Gönül hesabınızı sevgiyle besleyin, destekleyin, kurutmayın o hesabı. O hesap kapanırsa yaklaşımlarınız da bundan olumsuz yönde etkilenir.
Aynı evde yaşamak aile olmak değildir; aile olmak paylaşmaktır. Aidiyet duygusunu çocuğunuza vermelisiniz. Çocuk kendini ailenin önemli bir parçası hissetmelidir. Günümüzde insanlar iltifat etmeyi unutmuşlar. Bu hususta cimrilik ediyoruz. Sevdiklerimize ‘Seni seviyorum’ demeye çekiniyoruz. Eşinize en son ne zaman bu sözü söylediniz? Bir kâğıda imza atmak insanları aile yapmıyor. Aileyi aile yapan evdeki paylaşımın niteliğidir. Bir çocuğun temel ihtiyacı para değil, öncelikle sevgidir. Çocuklarımıza sevgi verelim.
Çocuklarımız niçin yeterince başarılı olamıyorlar? Çünkü kendilerine yeterince güvenmiyorlar da ondan. Çocuklarımıza hep olumsuz sözler söylüyoruz. Onların başarılı olamayacaklarına inanıyoruz. Derler ya ‘neye inanıyorsanız o olur.’ İşte inanmadığımız için onlar da başaramıyorlar. Çocuklarınızı cesaretlendirin. Çocuğun güveni, annesinin ağzından çıkan olumsuz sözlerle yok olur. Çocuklarınızın daha mutlu ve sağlıklı gelişimlerini istiyorsanız onlara yaşlarına uygun sorumluluklar yükleyin. Her şeyi ödül ve cezayla değerlendirmeyin. Ödül çocuğun beklentilerini artırıyor, sonra ödül için çalışıyorlar. Ceza da çocuğu yıldırıyor. Ödül ve cezanın yerine çocuklarımızı cesaretlendirme yoluna gitmeliyiz.
Öfkeliyken söylenen sözler hep yaralayıcıdır, kırıcıdır. Bu durumda çocuklarımızla konuşmayalım. Bekleyin öfkeniz dinsin. Çocukların kendilerine olan güvenini zedelerseniz bunu bir daha kolay kolay kazandıramazsınız onlara. Sevginin azı da, çoğu da zararlıdır. Çocuğunuza karşı sevgi ve disiplin konusunda doğru şeyler yapıyorsanız iyi yoldasınız demektir. Aşırı sevgi, yetersiz sevgi gibi; aşırı disiplin, gevşek disiplin gibi zararlıdır.
Çocuğunuza tercih hakkı tanıyın. Anne babanın çocuğuna yapacağı en büyük iyilik onu yeterince tanımak ve ona göre davranmaktır. Sevginiz çocuk üzerinde baskı oluşturmasın. İfade edilmeyen sevgi yetersiz sevgidir. Bu arada çocuklarınızı arkadaşlarıyla kıyaslamayın.”
Bu gibi eğitici etkinliklerin çok faydalı olduğuna inanıyorum। Bizler bu konferanstan çok faydalandık. Başta Mehmet Kuvvet olmak üzere düzenleyenlere teşekkür ediyoruz.
18 Nisan 2008 Cuma
Trabzon'da Kutlu Doğum Coşkusu
M.NİHAT MALKOÇ
Seneler izini sürüyor iki cihan güneşinin. Zaman etrafında bir pervane misali dönüp duruyor. Her şey eskidikçe o yenileniyor, her şey bayatladıkça o tazeleniyor. Gönüllere dikilen o gül ağacı cihana yayıyor doyumsuz rayihasını. Aradan 1400 seneyi aşkın bir zaman geçse de o her yıl daha büyük bir iştiyakla hatırlanıyor. Yürekler O’nun sevgisiyle dolup taşıyor. O’nun aşkı çağlayanlar gibi gönüllere akıyor. Bir kartopu misali büyüdükçe büyüyor, sonra bir çığa dönüşüyor. Fakat bu pamuktan yumuşak çığ öldürmüyor, aksine yaşatıyor.
Kutlu Doğum Haftası bir gelenek haline dönüştü. Uzun yıllardan beri düzenli olarak kutlanıyor. Bu sene bu mübarek etkinliklerde 20. yıla girildi. Daha evvelki yıllarda 23 Nisan’la çakışıyordu kutlamalar. Bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığı; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile çakışmaması için Kutlu Doğum Haftası’nın 14–20 Nisan tarihleri arasında kutlanmasına karar verdi. Çünkü bazı çevreler bu güzel etkinliği 23 Nisan’a alternatif bir etkinlik olarak görüyor, istismar ediyordu. Buna imkân vermemek için bu yıl etkinlikler bir hafta öne alındı. Böylelikle suiistimal etmek için fırsat kollayan çevrelere imkân verilmedi. Kutlamaların son günü, yani 20 Nisan Resulullah’ın doğumu, etkinliğin son günü olarak idrak edildi. Önemli olan etkinliklerin ne zaman yapıldığı değil, niçin yapıldığıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nca 1989’dan bu yana düzenlenen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, bu yıl 14–20 Nisan tarihleri arasında Trabzon’da gerçekleştirildi. Trabzon müstesna bir hafta yaşadı bu vesileyle… Kutlu Doğum Haftası’nın açılışı değerli hemşehrimiz Devlet Bakanı Prof. Dr. Sait Yazıcıoğlu ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun da katılımıyla 14 Nisan 2008 Pazartesi günü Trabzon’da yapıldı. Bu yılki Kutlu Doğum Haftası’nın özel bir anlamı ve önemi vardı. Çünkü bu yıl Kutlu Doğum Haftası etkinliği yirminci yılına erişti. Bu bir dönüm noktasıydı elbette...
Trabzon’da yapılan 20. Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde değişik faaliyetler gerçekleştirildi. Etkinliklerin çoğu Zorlu Grand Otel’de yapıldı. İlk gün “Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Kuşatıcı Çağrısı” konulu panel gerçekleştirildi. 15–16 Nisan’da da “İslam Medeniyetinde Bir Arada Yaşama Tecrübesi” konulu bilgi şöleni yapıldı. Aynı günün akşamında 19 Mayıs Spor Salonu’ndaki tasavvuf musikisi konseri, kutlamaların coşkusunu zirveye taşıdı. Konserde salon ağzına kadar doldu. Girişte misafirlere Peygamberimizin hayatını anlatan kitap ücretsiz olarak dağıtıldı. Salonda kadınların çokluğu dikkat çekti.
Trabzon’daki Kutlu Doğum etkinlikleri şehre manevî bir hava yaşattı. Hafta boyunca Ortahisar Kanunî Parkı’nda kermes yapıldı, kitap stantları açıldı. Kızılay tarafından kan bağışları kabul edildi. Etkinlikler kapsamında 10 bin adet gül, 20 bin kitap ve Kutlu Doğum Pilavı dağıtıldı. Trabzonlular Kutlu Doğum coşkusunu doyasıya yaşadılar. Etkinliklere Türkiye genelinde tanınmış, alanlarında uzman 60 akademisyen katıldı. Bu değerli bilim adamları Peygamber Efendimizi değişik yönleriyle anlattılar. Bu panel ve sempozyuma katılanlardan birisi de rahmetli Cemil Meriç’in kızı Prof. Dr. Ümit Meriç’ti. Muhterem bir insan olan Meriç; güler yüzüyle, bilgi birikimiyle ve samimiyetiyle ilgi odağı oldu.
Bu yıl yirmincisi Trabzon’da gerçekleştirilen Kutlu Doğum Haftası şehrimizde gül kokusu bıraktı. Bu şehir üzerinde oyun oynamaya kalkanlar, Trabzon’u olduğundan farklı göstermeye çalışanlar bundan rahatsız olmuştur şüphesiz. Fakat onlar bu gibi anlamlı etkinliklerden rahatsız olsa da bu şehrin hâkim halkı böyle güzel girişimleri gönülden destekliyor. Bunu bu faaliyetlerde en güzel şekilde gösterdiler. Kutlu Doğum faaliyetlerinde halkımız hep en ön sıradaydı. Bazıları ‘panel ve sempozyumlarda salonlar boş kalır’ diye düşünürken salonlar dolup taştı, halkın yarıdan çoğu yer bulamadığı için programları takip edemedi. Trabzonlular maneviyatı diri insanlardır. Onları böyle günlerde görün hele bir…
Netice itibariyle şunu söylemek istiyorum: Kutlu Doğum Trabzon’a çok ama çok yakıştı। Şehir bu manevî havayla feyiz ve bereket kazandı. O’na salât ve selam olsun…
Seneler izini sürüyor iki cihan güneşinin. Zaman etrafında bir pervane misali dönüp duruyor. Her şey eskidikçe o yenileniyor, her şey bayatladıkça o tazeleniyor. Gönüllere dikilen o gül ağacı cihana yayıyor doyumsuz rayihasını. Aradan 1400 seneyi aşkın bir zaman geçse de o her yıl daha büyük bir iştiyakla hatırlanıyor. Yürekler O’nun sevgisiyle dolup taşıyor. O’nun aşkı çağlayanlar gibi gönüllere akıyor. Bir kartopu misali büyüdükçe büyüyor, sonra bir çığa dönüşüyor. Fakat bu pamuktan yumuşak çığ öldürmüyor, aksine yaşatıyor.
Kutlu Doğum Haftası bir gelenek haline dönüştü. Uzun yıllardan beri düzenli olarak kutlanıyor. Bu sene bu mübarek etkinliklerde 20. yıla girildi. Daha evvelki yıllarda 23 Nisan’la çakışıyordu kutlamalar. Bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığı; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile çakışmaması için Kutlu Doğum Haftası’nın 14–20 Nisan tarihleri arasında kutlanmasına karar verdi. Çünkü bazı çevreler bu güzel etkinliği 23 Nisan’a alternatif bir etkinlik olarak görüyor, istismar ediyordu. Buna imkân vermemek için bu yıl etkinlikler bir hafta öne alındı. Böylelikle suiistimal etmek için fırsat kollayan çevrelere imkân verilmedi. Kutlamaların son günü, yani 20 Nisan Resulullah’ın doğumu, etkinliğin son günü olarak idrak edildi. Önemli olan etkinliklerin ne zaman yapıldığı değil, niçin yapıldığıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nca 1989’dan bu yana düzenlenen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, bu yıl 14–20 Nisan tarihleri arasında Trabzon’da gerçekleştirildi. Trabzon müstesna bir hafta yaşadı bu vesileyle… Kutlu Doğum Haftası’nın açılışı değerli hemşehrimiz Devlet Bakanı Prof. Dr. Sait Yazıcıoğlu ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun da katılımıyla 14 Nisan 2008 Pazartesi günü Trabzon’da yapıldı. Bu yılki Kutlu Doğum Haftası’nın özel bir anlamı ve önemi vardı. Çünkü bu yıl Kutlu Doğum Haftası etkinliği yirminci yılına erişti. Bu bir dönüm noktasıydı elbette...
Trabzon’da yapılan 20. Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde değişik faaliyetler gerçekleştirildi. Etkinliklerin çoğu Zorlu Grand Otel’de yapıldı. İlk gün “Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Kuşatıcı Çağrısı” konulu panel gerçekleştirildi. 15–16 Nisan’da da “İslam Medeniyetinde Bir Arada Yaşama Tecrübesi” konulu bilgi şöleni yapıldı. Aynı günün akşamında 19 Mayıs Spor Salonu’ndaki tasavvuf musikisi konseri, kutlamaların coşkusunu zirveye taşıdı. Konserde salon ağzına kadar doldu. Girişte misafirlere Peygamberimizin hayatını anlatan kitap ücretsiz olarak dağıtıldı. Salonda kadınların çokluğu dikkat çekti.
Trabzon’daki Kutlu Doğum etkinlikleri şehre manevî bir hava yaşattı. Hafta boyunca Ortahisar Kanunî Parkı’nda kermes yapıldı, kitap stantları açıldı. Kızılay tarafından kan bağışları kabul edildi. Etkinlikler kapsamında 10 bin adet gül, 20 bin kitap ve Kutlu Doğum Pilavı dağıtıldı. Trabzonlular Kutlu Doğum coşkusunu doyasıya yaşadılar. Etkinliklere Türkiye genelinde tanınmış, alanlarında uzman 60 akademisyen katıldı. Bu değerli bilim adamları Peygamber Efendimizi değişik yönleriyle anlattılar. Bu panel ve sempozyuma katılanlardan birisi de rahmetli Cemil Meriç’in kızı Prof. Dr. Ümit Meriç’ti. Muhterem bir insan olan Meriç; güler yüzüyle, bilgi birikimiyle ve samimiyetiyle ilgi odağı oldu.
Bu yıl yirmincisi Trabzon’da gerçekleştirilen Kutlu Doğum Haftası şehrimizde gül kokusu bıraktı. Bu şehir üzerinde oyun oynamaya kalkanlar, Trabzon’u olduğundan farklı göstermeye çalışanlar bundan rahatsız olmuştur şüphesiz. Fakat onlar bu gibi anlamlı etkinliklerden rahatsız olsa da bu şehrin hâkim halkı böyle güzel girişimleri gönülden destekliyor. Bunu bu faaliyetlerde en güzel şekilde gösterdiler. Kutlu Doğum faaliyetlerinde halkımız hep en ön sıradaydı. Bazıları ‘panel ve sempozyumlarda salonlar boş kalır’ diye düşünürken salonlar dolup taştı, halkın yarıdan çoğu yer bulamadığı için programları takip edemedi. Trabzonlular maneviyatı diri insanlardır. Onları böyle günlerde görün hele bir…
Netice itibariyle şunu söylemek istiyorum: Kutlu Doğum Trabzon’a çok ama çok yakıştı। Şehir bu manevî havayla feyiz ve bereket kazandı. O’na salât ve selam olsun…
8 Nisan 2008 Salı
Şakir Şeyihoğlu Resim Sergisi
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon’da kültür ve sanat etkinlikleri sanata ve kültüre gönül vermiş insanları fazlasıyla mutlu ediyor. Bu faaliyetler şehrin dirilişine ve ayağa kalkmasına vesile oluyor. Tiyatro, sinema, müzik, folklor, spor bu şehre hayat veriyor. Trabzon’da en çok da resim sergileri açılıyor. Geçenlerde bunlara bir yenisi daha eklendi. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği Bölümü Öğretim Görevlisi Şakir Şeyihoğlu 7 Nisan 2008 Pazartesi günü Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi’nde Kişisel Resim Sergisi açtı. Serginin açılışına Vali Yardımcısı Vural Demirtaş, KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Dekanı Alipaşa Ayas, Dekan Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Eğitimi Bölüm Başkanı Mesut Piyale, Resim Bölümü kıdemli öğretim üyelerinden Ceyhan Murathanoğlu, Taka Gazetesi Yayın Kurulu Üyesi Yusuf Turgut ile resim bölümü öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Görkemli bir açılış gerçekleştirildi.
Öğretmen-ressam Şakir Şeyihoğlu Trabzon’un son dönemlerde yetiştirdiği önemli bir isimdir. Benim de çok sevdiğim ve takdir ettiğim dostumdur. Resim sergisiyle ilgili değerlendirmeye geçmeden evvel hayat hikâyesinden kısaca söz etmek istiyorum… Şakir Şeyihoğlu 1970 yılında Trabzon’un Arsin ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Arsin’de, orta öğrenimini ise Trabzon’da tamamladı.1988 yılında, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Resim İş Eğitimi Bölümünü kazandı. Resim ana dalında öğrenim gördü. Bahsi geçen okuldan 1992 yılında birincilikle mezun oldu. 1992 – 1996 yıllarında Trabzon’un Köprübaşı ilçesinde dört yıl, 1996–1998 yılları arasında da Gümüşhane’de bir buçuk yıl Resim- iş öğretmeni olarak görev yaptı. 1998 yılında KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Bölümü Resim-iş Öğretmenliği programında Öğretim Görevlisi olarak göreve başladı. Halen bu kurumda görevine devam etmektedir. Resim çalışmalarını atölyesinde başarıyla sürdürmektedir.
Öğretmen-ressam Şakir Şeyihoğlu bugüne kadar pek çok karma ve kişisel sergide resimlerini sanatseverlerin ilgisine sundu. Katıldığı bu sergilerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: “2008 – 2. Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği Sergisi – İstanbul 2008, Her Yönüyle Trabzon Etkinlikleri – Ankara 2007, 33. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2007, 1. Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği Sergisi - Trabzon 2007, Öğretim Elemanları Resim Sergisi – Giresun 2007, Öğretim Elemanları Resim Sergisi – Ünye 2006, Ankara Beyaz Sanat Galerisi Karma Resim Sergisi – Ankara 2006, 32. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2005, 31. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2005, Akçaabat Kültür Festivali Karma Resim Sergisi – Trabzon 2005, Öğretim Elemanları Resim Sergisi – Trabzon 2004, 30. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Bursa 2004, 30. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2004, Sanat Eğitimi Sempozyumu – Ankara 2003, Uluslararası 6. Türk Dünyası Resim Sergisi – Ankara 2003, 29. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2002 - Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2001…”
Genç ressam Şakir Şeyihoğlu desen, suluboya, pastel, yağlıboya ve rölyef türlerinde birbirinden güzel çalışmalar ortaya koyuyor. Kıymetli ressam Şakir Şeyihoğlu’nun bu kişisel resim sergisindeki pastel portre çalışmaları da çok emek verilmiş eserler olarak dikkat çekiyor. Çok sayıda portre yer alıyor bu sergide. Şakir Bey fotoğraf çekimiyle de ilgileniyor. Onun özellikle rölyef çalışmalarını çok beğeniyor ve takdir ediyorum. Son derece mütevazı ve dost bir insan olan Şakir Bey gelecekte Trabzon’da resim alanında kalıcı izler bırakacak.
O aynı zamanda birikimlerini öğrencilerine de aktarıyor. Öğrencileri onu çok seviyor ve takdir ediyor. Onun yetiştirdiği öğrenciler gelecekte güzel eserlere imza atacaklar. Bu değerli sanatkârın eserlerini geniş kitlelere tanıtmalıyız. Ressam dostum Şakir Şeyihoğlu’nun güzel bir sitesi de var: http://www.sakirseyihoglu.com/ Ziyaret etmenizi tavsiye ederim। Değerli dostum, güzel insan Şakir Şeyihoğlu’nu bu güzel resim sergisinden dolayı yürekten kutluyor, bundan sonraki çalışmalarında da üstün başarılar diliyorum. İyi ki varsın dost insan…
Trabzon’da kültür ve sanat etkinlikleri sanata ve kültüre gönül vermiş insanları fazlasıyla mutlu ediyor. Bu faaliyetler şehrin dirilişine ve ayağa kalkmasına vesile oluyor. Tiyatro, sinema, müzik, folklor, spor bu şehre hayat veriyor. Trabzon’da en çok da resim sergileri açılıyor. Geçenlerde bunlara bir yenisi daha eklendi. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği Bölümü Öğretim Görevlisi Şakir Şeyihoğlu 7 Nisan 2008 Pazartesi günü Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi’nde Kişisel Resim Sergisi açtı. Serginin açılışına Vali Yardımcısı Vural Demirtaş, KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Dekanı Alipaşa Ayas, Dekan Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Eğitimi Bölüm Başkanı Mesut Piyale, Resim Bölümü kıdemli öğretim üyelerinden Ceyhan Murathanoğlu, Taka Gazetesi Yayın Kurulu Üyesi Yusuf Turgut ile resim bölümü öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Görkemli bir açılış gerçekleştirildi.
Öğretmen-ressam Şakir Şeyihoğlu Trabzon’un son dönemlerde yetiştirdiği önemli bir isimdir. Benim de çok sevdiğim ve takdir ettiğim dostumdur. Resim sergisiyle ilgili değerlendirmeye geçmeden evvel hayat hikâyesinden kısaca söz etmek istiyorum… Şakir Şeyihoğlu 1970 yılında Trabzon’un Arsin ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Arsin’de, orta öğrenimini ise Trabzon’da tamamladı.1988 yılında, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Resim İş Eğitimi Bölümünü kazandı. Resim ana dalında öğrenim gördü. Bahsi geçen okuldan 1992 yılında birincilikle mezun oldu. 1992 – 1996 yıllarında Trabzon’un Köprübaşı ilçesinde dört yıl, 1996–1998 yılları arasında da Gümüşhane’de bir buçuk yıl Resim- iş öğretmeni olarak görev yaptı. 1998 yılında KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Bölümü Resim-iş Öğretmenliği programında Öğretim Görevlisi olarak göreve başladı. Halen bu kurumda görevine devam etmektedir. Resim çalışmalarını atölyesinde başarıyla sürdürmektedir.
Öğretmen-ressam Şakir Şeyihoğlu bugüne kadar pek çok karma ve kişisel sergide resimlerini sanatseverlerin ilgisine sundu. Katıldığı bu sergilerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: “2008 – 2. Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği Sergisi – İstanbul 2008, Her Yönüyle Trabzon Etkinlikleri – Ankara 2007, 33. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2007, 1. Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği Sergisi - Trabzon 2007, Öğretim Elemanları Resim Sergisi – Giresun 2007, Öğretim Elemanları Resim Sergisi – Ünye 2006, Ankara Beyaz Sanat Galerisi Karma Resim Sergisi – Ankara 2006, 32. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2005, 31. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2005, Akçaabat Kültür Festivali Karma Resim Sergisi – Trabzon 2005, Öğretim Elemanları Resim Sergisi – Trabzon 2004, 30. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Bursa 2004, 30. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2004, Sanat Eğitimi Sempozyumu – Ankara 2003, Uluslararası 6. Türk Dünyası Resim Sergisi – Ankara 2003, 29. Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2002 - Trabzonlu Sanatçılar Geleneksel Resim Sergisi – Trabzon 2001…”
Genç ressam Şakir Şeyihoğlu desen, suluboya, pastel, yağlıboya ve rölyef türlerinde birbirinden güzel çalışmalar ortaya koyuyor. Kıymetli ressam Şakir Şeyihoğlu’nun bu kişisel resim sergisindeki pastel portre çalışmaları da çok emek verilmiş eserler olarak dikkat çekiyor. Çok sayıda portre yer alıyor bu sergide. Şakir Bey fotoğraf çekimiyle de ilgileniyor. Onun özellikle rölyef çalışmalarını çok beğeniyor ve takdir ediyorum. Son derece mütevazı ve dost bir insan olan Şakir Bey gelecekte Trabzon’da resim alanında kalıcı izler bırakacak.
O aynı zamanda birikimlerini öğrencilerine de aktarıyor. Öğrencileri onu çok seviyor ve takdir ediyor. Onun yetiştirdiği öğrenciler gelecekte güzel eserlere imza atacaklar. Bu değerli sanatkârın eserlerini geniş kitlelere tanıtmalıyız. Ressam dostum Şakir Şeyihoğlu’nun güzel bir sitesi de var: http://www.sakirseyihoglu.com/ Ziyaret etmenizi tavsiye ederim। Değerli dostum, güzel insan Şakir Şeyihoğlu’nu bu güzel resim sergisinden dolayı yürekten kutluyor, bundan sonraki çalışmalarında da üstün başarılar diliyorum. İyi ki varsın dost insan…
6 Nisan 2008 Pazar
1869–1928 Yılları Arası Trabzon Basını
M.NİHAT MALKOÇ
Geçenlerde(05 Nisan 2008 Cumartesi günü) Trabzon Sanatevi’nde Türkiye Yazarlar Birliği Trabzon Şubesi tarafından “1869–1928 Yılları Arası Trabzon Basını” konulu bir sohbet sunum gerçekleştirildi. Sohbet sunumu, Ankara’da ikamet eden değerli hemşehrimiz araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak yaptı. Az sayıda dinleyicinin katıldığı programa Trabzon milletvekillerinden Cevdet Erdöl ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafiz Özak da iştirak etti. Değerli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak, sunum eşliğinde “1869–1928 Yılları Arası Trabzon Basını” ile ilgili olarak şu değerli bilgileri verdi dinleyenlerine:
“Trabzon’da basın hayatı bu şehre ilk matbaanın kurulmasıyla 1865’te başlar. Anadolu’da ilk matbaa Trabzon’da, ikinci matbaa ise Erzurum’da kurulmuştur. Trabzon’da kurulan bu ilk matbaa “Vilayet Matbaası” adını taşıyordu. Öte yandan Anadolu’daki ilk gazete Erzurum’da, ikinci gazete ise Trabzon’da çıkarılmıştır. “Trabzon Gazetesi” bu şehirde çıkan ilk gazetedir. Bu gazetenin bütün sayıları elimizde yoktur. Bu gazete iki yaprak(dört sayfa) idi. Bu gazetede daha çok resmi ilanlar, haberler, şiirler ve yazılar yayınlanmaktaydı.
Eskiden “şehir yıllıkları” anlamına gelen “Salname”ler neşrediliyordu. Trabzon’da ilk Salname 1869 yılında yayınlanmaya başlandı. Bu salnamelerin yayını 1904 yılına kadar devam etti. Bu salnameler Trabzon’daki Vilayet Matbaası’nda basılıyordu. Bu yıllar arasında 22 tane “Salname” yayınlanmıştır. Bunlar Trabzon Vakfı öncülüğünde günümüz Türkçesi’ne çevrilerek tekrar yayınlanıyor. Şimdiye kadar 18’i çevrilip yayınlanmış bulunmaktadır.
“Trabzon” gazetesinden sonra bu şehirde uzun süre gazete çıkmadı. 1885 yılında “Saadet” adlı bir gazete çıkarılmıştır. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla Trabzon’da yeni gazeteler çıkmaya başladı. Bunlardan biri “Feyz” gazetesidir. “Meşveret” gazetesi de o dönemde çıkarılmıştır. Türkiye’de bir ilçede çıkan ilk gazete, bir zamanlar Akçaabat’ta yayın yapan Pulathane’dir. Trabzon’da çıkan bir diğer gazete Bahr-ı Siyah’tır. Bu gazete bir Rum tarafından çıkarılmıştır. “Haber Anası” 1909’da Tevfik Yunusoğlu tarafından çıkarılan bir mizah gazetesidir. “Kehkeşan” bu şehirde çıkan, 15 günlük arayla yayın yapan bir dergiydi. “İkbal” gazetesi Osman Nuri Eyüboğlu tarafından 1909’dan 1948’e kadar devam ettirilmiştir. “Lazım, Şebab, Tasvir, İnkılâp” yine bu dönemlerde çıkan kısa ömürlü gazetelerdir. “Enval-ı Vicdan” ise edebî bir dergidir. “Hekim” dergisi ise Anadolu’da çıkan, alanındaki ikinci dergidir. İlki İzmir’de çıkarılmıştır. O dönemlerde “Tarık” gazetesi de çıkarılmıştır. Yine bu şehirde o dönemlerde “Afacan” adlı bir mizah dergisi de yayın yapmıştır.
Bu yıllarda Trabzon, basın açısından Anadolu’nun öncüsü konumundadır. Bu dönemde Trabzon’da 21 farklı yayın çıkmıştır. Hiçbir Anadolu şehrinde bu yayın zenginliğini bulamayız. 1916’da, işgal yıllarında Vilayet Matbaası ve Trabzon gazetesi Rumların eline geçmiştir. İşgal yıllarında yayın yapılamamıştır. Milli Mücadele döneminde Anadolu’nun birçok şehrinde Milli Mücadeleyi destekleyen ve desteklemeyen gazete ve dergiler çıkmıştır. Millî Mücadele yıllarında Karadeniz bölgesinde 56 yayın çıkmıştır. O yıllarda Trabzon’da 11 gazete, 12 mecmua yayınlandı. Millî Mücadele yıllarında Yeşilyurt, Selamet gazeteleri yayın yapmıştır. O yıllarda yayın yapan en önemli gazete Faik Ahmet Barutçu tarafından çıkarılan “İstikbal” gazetesidir. Bu gazete önceleri bir Rum matbaasında çıkarılsa da daha sonra kendi matbaalarını kurmuşlardır. Bu gazetede Faik Ahmet Barutçu başyazılarıyla Millî Mücadele’yi desteklemiştir. Yine “Fecir” gazetesi Hayri Eyüboğlu tarafından çıkarılmıştır. 1922’de “Güzel Trabzon” gazetesi Ali Becil tarafından İstikbal gazetesine rakip olarak çıkarılmıştır. “Hak” gazetesi de bu zamanda yayınlanan bir başka gazetedir. Trabzon’da mizah alanında çıkan gazetelerin en önemlisi “Kahkaha” gazetesidir. Bu, mevcut düzene karşı bir gazeteydi.
Günümüzde bu gazetelerin arşivlerinin çoğu yağmalanmıştır. Ancak belli başlı gazetelerin arşivlerine ulaşabiliyoruz. Bazı gazetelerin nüshaları şuursuz insanların elinde kalmış, bunlar fırıncılara ekmek sarmada kullanmak için hurda kâğıt niyetine satılmıştır.
Trabzon aslında kültür, sanat ve edebiyat açısından ikinci İstanbul hükmünde mühim bir şehirdir. Daha doğrusu geçmişte böyleydi. Günümüzde, geçmişte yaşanan yoğun kültür, sanat ve edebiyat faaliyetleri yaşanmıyor bu şehirde. Ferdi gayretlerle bu işler olmuyor. Her şeyden önemlisi bu tarz çalışmalara ilgi duyulmuyor. Sanat çalışmaları halkın ilgisini çekmiyor. Gerçi bu sadece Trabzon’un meselesi değildir. Fakat Trabzon geçmişten aldığı hızla diğer Anadolu kentlerinden bir adım önde olmalıydı. Fakat aksine bugün bir kısım Anadolu şehrinin bir veya birkaç adım gerisindedir. Asıl acı verici husus da aslında budur.
Bu şehirde çıkan gazetelerin sayfalarının yüzde ellisinin Trabzonspor’a ayrılması bugünkü yozlaşmanın ve sığlığın boyutlarını göstermesi açısından dikkate değerdir. Demek ki bu şehir halkı kültür, sanat ve edebiyattan çok; top peşinde koşuyor. Daha doğrusu bazı çevreler, halkı bu yöne kanalize etmek istiyor. Oysa Trabzon’un arkasında parlak bir kültür, sanat ve edebiyat mazisi var. Değerli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak bu alanlardan biri olan Trabzon basınıyla ilgili çarpıcı görüş ve açıklamalarda bulunuyor. Onun geçen hafta yaptığı Trabzon Basını’yla ilgili sunum ve değerlendirmelerine önceki yazıda kaldığımız yerden devam etmek istiyorum. Trabzon’un tarihî süreçteki basınını çok iyi bilen Albayrak, 1869–1928 Trabzon basınıyla ilgili değerlendirmelerini şu sözlerle sürdürüyor:
“İşgal yıllarından sonra gerçekleştirilen Millî Mücadele’ye basın da destek olmuştur. Milli Mücadele yıllarında çıkarılan bir başka gazete de “Zafer” gazetesidir. Bu gazetenin sahibi Kemal Hatipoğlu’ydu. “Kaygu” yine o dönemlerde çıkarılan bir dergidir. “İğne “ de bir mizah dergisi olarak çıkarılmıştır. “Genç Anadolu” ise 10 sayı kadar çıkarılabilmiştir. 1922’de ise “Düşünceler Mecmuası” çıkmıştır. Bu; fikri, edebî bir mecmuadır. Çıkarılmakta olan bir başka yayın olan “Yeni Mektep” öğretmenlerin kalem oynattığı bir eğitim dergisiydi. 1923 yılında “Tilki” mecmuası çıkarıldı. “Alev” dergisi ise 1923’te çıkmıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Trabzon’da çıkan ilk gazete “Yeniyol” gazetesidir. Bu yayın organı 1960’tan sonra haftalık olarak çıkmaya başlamıştır. 1928’de “Zühal” gazetesi Cemal Rıza Eyüboğlu tarafından çıkarılmıştır. Aynı kişi “Genç Fikirler” mecmuasını çıkarmıştır. “Deve Kuşu” da Cemal Rıza tarafından çıkarılan bir mizah gazetesidir. “Mizah gazetelerinden olan “Kahkaha” sol yayınlar yaptığı için kapatılmıştır. O gazete kapanınca onu çıkaranlar ellerindeki malzemelerle bir sayılık “Mihrak” gazetesini yayına vermişlerdir. “Tekâmül”, “Diken” ve “Sivrisinek” 1925’te çıkarılmış yayınlardır. “Sivrisinek” Baba Salim Öğütçen tarafından yayınlanmıştır. Türkiye genelinde değişik şubeler tarafından yayınlanan “Muallimler Birliği” dergisi de Trabzon şubesince çıkarılan bir başka yayındır.
“Çalıkuşu” adlı kadın dergisini Trabzon’da çıkaran Şefika Münir adlı bir kadındır. Yine o dönemlerde çıkan “Piyasa” gazetesi iktisadî bir yayın organıdır. “Özdilek” ise ağırlıklı olarak edebiyat çerçevesinde yayın yapan edebî bir dergidir. 1928’de çıkan yayınlardan biri de Necmiati’dir. “İktisat” gazetesi de bu dönemde çıkmıştır. “Güzel Pulathane” gazetesinin yayını harf inkılâbı yıllarına rastlar. Onun için bu gazetenin bir bölümü eski yazıyla, bir bölümü Latin kökenli Türk alfabesiyledir. Bu, geçiş dönemindeki enteresan bir uygulamadır.”
Kıymetli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak, Trabzon’la ilgili birbirinden güzel çalışmalara imza atıyor. Ankara’da oturan ve günlerinin önemli bir kısmını kitapların peşinde, kütüphanelerde, arşivlerde geçiren bu değerli yazarımıza minnet borcumuzu öyle kolay ödeyemeyiz. Fakat o bizden fazla bir şey istemiyor. Öncelikli olarak bu çeşit eserlerin okunmasını, kütüphanelerde bulundurulmasını istiyor. Daima gençlere önayak oluyor.
Günümüzde yerel konularda hazırlanan kitapların yayın masraflarını yayıncılar üstlenmek istemiyor। Çünkü bu tarz kitaplar fazla satılmıyor. Sadece meraklılar tarafından okunuyor, kütüphanelerde bulunduruluyor. Bu alanlarda çalışan araştırmacı yazarlar sivil toplum kuruluşlarına, belediyelere, valiliklere ve bir kısım zengin kişilere ricada bulunarak eserinin yayınlanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Aslında bu çeşit eserlerin kaliteli bir biçimde basılması için yerel kültür fonları oluşturulmalıdır. O fonlarda biriken kaynaklarla eserler itinayla basılmalıdır. Böylelikle bu sahada çalışanlar teşvik edilmiş olur. Bu bir çözümdür.
Geçenlerde(05 Nisan 2008 Cumartesi günü) Trabzon Sanatevi’nde Türkiye Yazarlar Birliği Trabzon Şubesi tarafından “1869–1928 Yılları Arası Trabzon Basını” konulu bir sohbet sunum gerçekleştirildi. Sohbet sunumu, Ankara’da ikamet eden değerli hemşehrimiz araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak yaptı. Az sayıda dinleyicinin katıldığı programa Trabzon milletvekillerinden Cevdet Erdöl ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafiz Özak da iştirak etti. Değerli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak, sunum eşliğinde “1869–1928 Yılları Arası Trabzon Basını” ile ilgili olarak şu değerli bilgileri verdi dinleyenlerine:
“Trabzon’da basın hayatı bu şehre ilk matbaanın kurulmasıyla 1865’te başlar. Anadolu’da ilk matbaa Trabzon’da, ikinci matbaa ise Erzurum’da kurulmuştur. Trabzon’da kurulan bu ilk matbaa “Vilayet Matbaası” adını taşıyordu. Öte yandan Anadolu’daki ilk gazete Erzurum’da, ikinci gazete ise Trabzon’da çıkarılmıştır. “Trabzon Gazetesi” bu şehirde çıkan ilk gazetedir. Bu gazetenin bütün sayıları elimizde yoktur. Bu gazete iki yaprak(dört sayfa) idi. Bu gazetede daha çok resmi ilanlar, haberler, şiirler ve yazılar yayınlanmaktaydı.
Eskiden “şehir yıllıkları” anlamına gelen “Salname”ler neşrediliyordu. Trabzon’da ilk Salname 1869 yılında yayınlanmaya başlandı. Bu salnamelerin yayını 1904 yılına kadar devam etti. Bu salnameler Trabzon’daki Vilayet Matbaası’nda basılıyordu. Bu yıllar arasında 22 tane “Salname” yayınlanmıştır. Bunlar Trabzon Vakfı öncülüğünde günümüz Türkçesi’ne çevrilerek tekrar yayınlanıyor. Şimdiye kadar 18’i çevrilip yayınlanmış bulunmaktadır.
“Trabzon” gazetesinden sonra bu şehirde uzun süre gazete çıkmadı. 1885 yılında “Saadet” adlı bir gazete çıkarılmıştır. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla Trabzon’da yeni gazeteler çıkmaya başladı. Bunlardan biri “Feyz” gazetesidir. “Meşveret” gazetesi de o dönemde çıkarılmıştır. Türkiye’de bir ilçede çıkan ilk gazete, bir zamanlar Akçaabat’ta yayın yapan Pulathane’dir. Trabzon’da çıkan bir diğer gazete Bahr-ı Siyah’tır. Bu gazete bir Rum tarafından çıkarılmıştır. “Haber Anası” 1909’da Tevfik Yunusoğlu tarafından çıkarılan bir mizah gazetesidir. “Kehkeşan” bu şehirde çıkan, 15 günlük arayla yayın yapan bir dergiydi. “İkbal” gazetesi Osman Nuri Eyüboğlu tarafından 1909’dan 1948’e kadar devam ettirilmiştir. “Lazım, Şebab, Tasvir, İnkılâp” yine bu dönemlerde çıkan kısa ömürlü gazetelerdir. “Enval-ı Vicdan” ise edebî bir dergidir. “Hekim” dergisi ise Anadolu’da çıkan, alanındaki ikinci dergidir. İlki İzmir’de çıkarılmıştır. O dönemlerde “Tarık” gazetesi de çıkarılmıştır. Yine bu şehirde o dönemlerde “Afacan” adlı bir mizah dergisi de yayın yapmıştır.
Bu yıllarda Trabzon, basın açısından Anadolu’nun öncüsü konumundadır. Bu dönemde Trabzon’da 21 farklı yayın çıkmıştır. Hiçbir Anadolu şehrinde bu yayın zenginliğini bulamayız. 1916’da, işgal yıllarında Vilayet Matbaası ve Trabzon gazetesi Rumların eline geçmiştir. İşgal yıllarında yayın yapılamamıştır. Milli Mücadele döneminde Anadolu’nun birçok şehrinde Milli Mücadeleyi destekleyen ve desteklemeyen gazete ve dergiler çıkmıştır. Millî Mücadele yıllarında Karadeniz bölgesinde 56 yayın çıkmıştır. O yıllarda Trabzon’da 11 gazete, 12 mecmua yayınlandı. Millî Mücadele yıllarında Yeşilyurt, Selamet gazeteleri yayın yapmıştır. O yıllarda yayın yapan en önemli gazete Faik Ahmet Barutçu tarafından çıkarılan “İstikbal” gazetesidir. Bu gazete önceleri bir Rum matbaasında çıkarılsa da daha sonra kendi matbaalarını kurmuşlardır. Bu gazetede Faik Ahmet Barutçu başyazılarıyla Millî Mücadele’yi desteklemiştir. Yine “Fecir” gazetesi Hayri Eyüboğlu tarafından çıkarılmıştır. 1922’de “Güzel Trabzon” gazetesi Ali Becil tarafından İstikbal gazetesine rakip olarak çıkarılmıştır. “Hak” gazetesi de bu zamanda yayınlanan bir başka gazetedir. Trabzon’da mizah alanında çıkan gazetelerin en önemlisi “Kahkaha” gazetesidir. Bu, mevcut düzene karşı bir gazeteydi.
Günümüzde bu gazetelerin arşivlerinin çoğu yağmalanmıştır. Ancak belli başlı gazetelerin arşivlerine ulaşabiliyoruz. Bazı gazetelerin nüshaları şuursuz insanların elinde kalmış, bunlar fırıncılara ekmek sarmada kullanmak için hurda kâğıt niyetine satılmıştır.
Trabzon aslında kültür, sanat ve edebiyat açısından ikinci İstanbul hükmünde mühim bir şehirdir. Daha doğrusu geçmişte böyleydi. Günümüzde, geçmişte yaşanan yoğun kültür, sanat ve edebiyat faaliyetleri yaşanmıyor bu şehirde. Ferdi gayretlerle bu işler olmuyor. Her şeyden önemlisi bu tarz çalışmalara ilgi duyulmuyor. Sanat çalışmaları halkın ilgisini çekmiyor. Gerçi bu sadece Trabzon’un meselesi değildir. Fakat Trabzon geçmişten aldığı hızla diğer Anadolu kentlerinden bir adım önde olmalıydı. Fakat aksine bugün bir kısım Anadolu şehrinin bir veya birkaç adım gerisindedir. Asıl acı verici husus da aslında budur.
Bu şehirde çıkan gazetelerin sayfalarının yüzde ellisinin Trabzonspor’a ayrılması bugünkü yozlaşmanın ve sığlığın boyutlarını göstermesi açısından dikkate değerdir. Demek ki bu şehir halkı kültür, sanat ve edebiyattan çok; top peşinde koşuyor. Daha doğrusu bazı çevreler, halkı bu yöne kanalize etmek istiyor. Oysa Trabzon’un arkasında parlak bir kültür, sanat ve edebiyat mazisi var. Değerli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak bu alanlardan biri olan Trabzon basınıyla ilgili çarpıcı görüş ve açıklamalarda bulunuyor. Onun geçen hafta yaptığı Trabzon Basını’yla ilgili sunum ve değerlendirmelerine önceki yazıda kaldığımız yerden devam etmek istiyorum. Trabzon’un tarihî süreçteki basınını çok iyi bilen Albayrak, 1869–1928 Trabzon basınıyla ilgili değerlendirmelerini şu sözlerle sürdürüyor:
“İşgal yıllarından sonra gerçekleştirilen Millî Mücadele’ye basın da destek olmuştur. Milli Mücadele yıllarında çıkarılan bir başka gazete de “Zafer” gazetesidir. Bu gazetenin sahibi Kemal Hatipoğlu’ydu. “Kaygu” yine o dönemlerde çıkarılan bir dergidir. “İğne “ de bir mizah dergisi olarak çıkarılmıştır. “Genç Anadolu” ise 10 sayı kadar çıkarılabilmiştir. 1922’de ise “Düşünceler Mecmuası” çıkmıştır. Bu; fikri, edebî bir mecmuadır. Çıkarılmakta olan bir başka yayın olan “Yeni Mektep” öğretmenlerin kalem oynattığı bir eğitim dergisiydi. 1923 yılında “Tilki” mecmuası çıkarıldı. “Alev” dergisi ise 1923’te çıkmıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Trabzon’da çıkan ilk gazete “Yeniyol” gazetesidir. Bu yayın organı 1960’tan sonra haftalık olarak çıkmaya başlamıştır. 1928’de “Zühal” gazetesi Cemal Rıza Eyüboğlu tarafından çıkarılmıştır. Aynı kişi “Genç Fikirler” mecmuasını çıkarmıştır. “Deve Kuşu” da Cemal Rıza tarafından çıkarılan bir mizah gazetesidir. “Mizah gazetelerinden olan “Kahkaha” sol yayınlar yaptığı için kapatılmıştır. O gazete kapanınca onu çıkaranlar ellerindeki malzemelerle bir sayılık “Mihrak” gazetesini yayına vermişlerdir. “Tekâmül”, “Diken” ve “Sivrisinek” 1925’te çıkarılmış yayınlardır. “Sivrisinek” Baba Salim Öğütçen tarafından yayınlanmıştır. Türkiye genelinde değişik şubeler tarafından yayınlanan “Muallimler Birliği” dergisi de Trabzon şubesince çıkarılan bir başka yayındır.
“Çalıkuşu” adlı kadın dergisini Trabzon’da çıkaran Şefika Münir adlı bir kadındır. Yine o dönemlerde çıkan “Piyasa” gazetesi iktisadî bir yayın organıdır. “Özdilek” ise ağırlıklı olarak edebiyat çerçevesinde yayın yapan edebî bir dergidir. 1928’de çıkan yayınlardan biri de Necmiati’dir. “İktisat” gazetesi de bu dönemde çıkmıştır. “Güzel Pulathane” gazetesinin yayını harf inkılâbı yıllarına rastlar. Onun için bu gazetenin bir bölümü eski yazıyla, bir bölümü Latin kökenli Türk alfabesiyledir. Bu, geçiş dönemindeki enteresan bir uygulamadır.”
Kıymetli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak, Trabzon’la ilgili birbirinden güzel çalışmalara imza atıyor. Ankara’da oturan ve günlerinin önemli bir kısmını kitapların peşinde, kütüphanelerde, arşivlerde geçiren bu değerli yazarımıza minnet borcumuzu öyle kolay ödeyemeyiz. Fakat o bizden fazla bir şey istemiyor. Öncelikli olarak bu çeşit eserlerin okunmasını, kütüphanelerde bulundurulmasını istiyor. Daima gençlere önayak oluyor.
Günümüzde yerel konularda hazırlanan kitapların yayın masraflarını yayıncılar üstlenmek istemiyor। Çünkü bu tarz kitaplar fazla satılmıyor. Sadece meraklılar tarafından okunuyor, kütüphanelerde bulunduruluyor. Bu alanlarda çalışan araştırmacı yazarlar sivil toplum kuruluşlarına, belediyelere, valiliklere ve bir kısım zengin kişilere ricada bulunarak eserinin yayınlanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Aslında bu çeşit eserlerin kaliteli bir biçimde basılması için yerel kültür fonları oluşturulmalıdır. O fonlarda biriken kaynaklarla eserler itinayla basılmalıdır. Böylelikle bu sahada çalışanlar teşvik edilmiş olur. Bu bir çözümdür.
28 Mart 2008 Cuma
Bir Piyasa Komedisi: Recep İvedik
M.NİHAT MALKOÇ
Son zamanlarda adından sıkça söz ettiren bir sinema filmi gösteriliyor. “Recep İvedik” adıyla gösterime giren bu film herkeste büyük merak uyandırdığı için küçük büyük, kadın erkek, yaşlı genç hemen herkes tarafından seyrediliyor. Filmi seyretmeyenler aşağılık kompleksine giriyor nerdeyse. Seyredenler seyretmeyenlere anlatıyor. Kimileri “iyi ki seyrettim, güneş yüzü görmemiş yepyeni küfürler kattım küfür dağarcığıma” derken, kimileri de “paramla onca küfre şahit oldum” diyor. Çok seyredilen ve çok konuşulan bu filmin başrol oyuncusu, “Recep İvedik” karakterini canlandıran Şahan Gökbakar… Filmin yönetmeni de kardeşi Togan Gökbakar… Filmde rol alan diğer oyuncular şunlar: Hakan Bilgin, Fatma Toptaş, Tuluğ Çizgen, Nedim Doğan, Vural Buldu, Hakan Akın, İsmail Hakkı, Volkan Can… Şahan Gökbakar, bu filmin senaryosunun önemli bir kısmını da kendisi yazmış. Şahan’ı daha evvel televizyonlarda yaptığı komedi tarzı tiplemelerle tanıyorduk. Fakat bu son filmle şöhretine şöhret katarak, basamakları üçer beşer çıkmaya başladı. Bunu hak etti mi? Bu ayrı bir konu tabiî ki… Komedi türündeki bu filmde yaşananları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
“Adamın biri yolda cüzdanını düşürür, sokaklarda yaşayan başka bir adam tam cüzdanı kapıp kaçacakken Recep İvedik onunla mücadeleye girer. Sonunda sahibine teslim etmek üzere, evsiz adamın elinden cüzdanı almayı başaran Recep İvedik, kafasını çevirdiği anda cüzdan sahibinin çoktan gittiğini fark eder. Akşam evinde televizyon seyreden Recep İvedik, cüzdanın Antalyalı çok önemli bir iş adamına ait olduğunu öğrenince arabasına atlar ve güneye doğru yola koyulur. Yol boyunca birbirinden komik sürprizlerle karşılaşan Recep İvedik en sonunda Antalya’ya varmayı başarır ve cüzdanı turizmci Muhsin Bey’e teslim eder. İş adamının ısrarlarına rağmen Recep İvedik ne para almayı kabul eder, ne de otelde kalmayı... Fakat tam otelden ayrılacakken çocukluk aşkı Sibel’in bir tur otobüsünden indiğini fark eder. Artık Recep’in tek bir amacı vardır; kendisini tanımayan, hatta hatırlamayan Sibel’e kendini beğendirmek... Recep İvedik’in asıl tatil macerası bundan sonra başlayacaktır.”
Düzeyli espri yapmak keskin zekâların işidir. İnsanları ağlatmak kolay olsa da, güldürmek fevkalade zordur. Son zamanlarda insanların akın akın gittiği sinemalarda karşılaştıkları Recep İvedik tiplemesi doğrusu çok yapmacık duruyor. Türk toplumunu yansıtan bir tip değil bu. Çok abartılmış bu karakter, bizim mizah anlayışımızı da yansıtmıyor. Çünkü filmdeki espriler çok zorlama ve abartılı. Kısacası keskin zekâ ürünü olmayan, piyasa tipi, ucuz espriler bunlar… Çoğu belden aşağı komikliklerden öteye gidemiyor. Küfürler havada uçuşuyor. İnsanların cinsel içerikli esprilere ve küfürlere niçin bu kadar çok güldüğünü anlamakta doğrusu zorlanıyorum. Bu filmde Şahan Gökbakar aşırı kilosuyla ve özel olarak oluşturulmuş kıllı vücuduyla seyirciyi zayıf noktalarından yakalamaya çalışıyor.
Şahan Gökbakar’ın başrol oynadığı bu filmde sinemamıza getirilen bir yenilik ve açılım yok. Nerden bakarsanız bakın ticarî kaygılarla çekildiği belli oluyor. Gerçi bütün filmler bir noktaya kadar ticarî amaçlar ve hedefler taşır. Fakat sonuçta sinemaya yeni değerler katarlar. Ben bu filmin komedi sinemasına ucuz ve bilindik esprilerden öte herhangi bir değer ve derinlik kazandırdığını düşünmüyorum. Bu filmler bir dönem seyredilir, gişe rekorları kırar ve kısa zamanda unutulur gider. Avrupa’da ve Amerika’da böyle filmler halk tarafından sahiplenilmez. Elin oğlu bizim gibi sığ düşünmüyor; her şeyde kalite arıyor.
Muhatap seyirci yaşı belirtilmiş olsa da “Recep İvedik” filmi daha çok çocuklar ve gençler tarafından seyredildi। Eğitimciler filmin gençlerin düşünce dünyasında tahribata yol açacağını belirttiler. Reklâmın kötüsü olmaz ya; bu durum, filme ilgiyi daha da arttırdı. Sonuçta bu film, gülmeye şartlanmış insanları güldürdü ama komedi sinemasına bir renk ve soluk getirmedi. Filmde mizah adına bol bol sululuk yapıldı. Buna sinema filmi demek yerine, uzun metrajlı bir televizyon skeci demek sanırım daha isabetli bir adlandırma olur. Türk insanı böyle vasat filmlere rağbet ediyorsa bu durumun sebebini oturup düşünmek gerekir.
Son zamanlarda adından sıkça söz ettiren bir sinema filmi gösteriliyor. “Recep İvedik” adıyla gösterime giren bu film herkeste büyük merak uyandırdığı için küçük büyük, kadın erkek, yaşlı genç hemen herkes tarafından seyrediliyor. Filmi seyretmeyenler aşağılık kompleksine giriyor nerdeyse. Seyredenler seyretmeyenlere anlatıyor. Kimileri “iyi ki seyrettim, güneş yüzü görmemiş yepyeni küfürler kattım küfür dağarcığıma” derken, kimileri de “paramla onca küfre şahit oldum” diyor. Çok seyredilen ve çok konuşulan bu filmin başrol oyuncusu, “Recep İvedik” karakterini canlandıran Şahan Gökbakar… Filmin yönetmeni de kardeşi Togan Gökbakar… Filmde rol alan diğer oyuncular şunlar: Hakan Bilgin, Fatma Toptaş, Tuluğ Çizgen, Nedim Doğan, Vural Buldu, Hakan Akın, İsmail Hakkı, Volkan Can… Şahan Gökbakar, bu filmin senaryosunun önemli bir kısmını da kendisi yazmış. Şahan’ı daha evvel televizyonlarda yaptığı komedi tarzı tiplemelerle tanıyorduk. Fakat bu son filmle şöhretine şöhret katarak, basamakları üçer beşer çıkmaya başladı. Bunu hak etti mi? Bu ayrı bir konu tabiî ki… Komedi türündeki bu filmde yaşananları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
“Adamın biri yolda cüzdanını düşürür, sokaklarda yaşayan başka bir adam tam cüzdanı kapıp kaçacakken Recep İvedik onunla mücadeleye girer. Sonunda sahibine teslim etmek üzere, evsiz adamın elinden cüzdanı almayı başaran Recep İvedik, kafasını çevirdiği anda cüzdan sahibinin çoktan gittiğini fark eder. Akşam evinde televizyon seyreden Recep İvedik, cüzdanın Antalyalı çok önemli bir iş adamına ait olduğunu öğrenince arabasına atlar ve güneye doğru yola koyulur. Yol boyunca birbirinden komik sürprizlerle karşılaşan Recep İvedik en sonunda Antalya’ya varmayı başarır ve cüzdanı turizmci Muhsin Bey’e teslim eder. İş adamının ısrarlarına rağmen Recep İvedik ne para almayı kabul eder, ne de otelde kalmayı... Fakat tam otelden ayrılacakken çocukluk aşkı Sibel’in bir tur otobüsünden indiğini fark eder. Artık Recep’in tek bir amacı vardır; kendisini tanımayan, hatta hatırlamayan Sibel’e kendini beğendirmek... Recep İvedik’in asıl tatil macerası bundan sonra başlayacaktır.”
Düzeyli espri yapmak keskin zekâların işidir. İnsanları ağlatmak kolay olsa da, güldürmek fevkalade zordur. Son zamanlarda insanların akın akın gittiği sinemalarda karşılaştıkları Recep İvedik tiplemesi doğrusu çok yapmacık duruyor. Türk toplumunu yansıtan bir tip değil bu. Çok abartılmış bu karakter, bizim mizah anlayışımızı da yansıtmıyor. Çünkü filmdeki espriler çok zorlama ve abartılı. Kısacası keskin zekâ ürünü olmayan, piyasa tipi, ucuz espriler bunlar… Çoğu belden aşağı komikliklerden öteye gidemiyor. Küfürler havada uçuşuyor. İnsanların cinsel içerikli esprilere ve küfürlere niçin bu kadar çok güldüğünü anlamakta doğrusu zorlanıyorum. Bu filmde Şahan Gökbakar aşırı kilosuyla ve özel olarak oluşturulmuş kıllı vücuduyla seyirciyi zayıf noktalarından yakalamaya çalışıyor.
Şahan Gökbakar’ın başrol oynadığı bu filmde sinemamıza getirilen bir yenilik ve açılım yok. Nerden bakarsanız bakın ticarî kaygılarla çekildiği belli oluyor. Gerçi bütün filmler bir noktaya kadar ticarî amaçlar ve hedefler taşır. Fakat sonuçta sinemaya yeni değerler katarlar. Ben bu filmin komedi sinemasına ucuz ve bilindik esprilerden öte herhangi bir değer ve derinlik kazandırdığını düşünmüyorum. Bu filmler bir dönem seyredilir, gişe rekorları kırar ve kısa zamanda unutulur gider. Avrupa’da ve Amerika’da böyle filmler halk tarafından sahiplenilmez. Elin oğlu bizim gibi sığ düşünmüyor; her şeyde kalite arıyor.
Muhatap seyirci yaşı belirtilmiş olsa da “Recep İvedik” filmi daha çok çocuklar ve gençler tarafından seyredildi। Eğitimciler filmin gençlerin düşünce dünyasında tahribata yol açacağını belirttiler. Reklâmın kötüsü olmaz ya; bu durum, filme ilgiyi daha da arttırdı. Sonuçta bu film, gülmeye şartlanmış insanları güldürdü ama komedi sinemasına bir renk ve soluk getirmedi. Filmde mizah adına bol bol sululuk yapıldı. Buna sinema filmi demek yerine, uzun metrajlı bir televizyon skeci demek sanırım daha isabetli bir adlandırma olur. Türk insanı böyle vasat filmlere rağbet ediyorsa bu durumun sebebini oturup düşünmek gerekir.
28 Ocak 2008 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)